İnsan ne yazacağını bilemiyor, içinden, aklından geçen onca şey varken. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, acılar, anılar, yaşanan her şey dün gibi. Kimisi unuttu gitti tabi, sadece bir tarih kaldı aklında,bazen onu bile hatırlayamıyorlar ya, kimisi hala unutmaya çalışıyor, kimi yaşadı o anları; hayatı, benliği yarım kaldı, kimi de şükrediyor yaşamadığı için. Ben yaşamayanlardanım. Ama her şey aklımda kazılı; gördüklerim, duyduklarım, hatırladıklarım hep içimde.
Otobüste gidiyorduk Bodrum'a doğru. Kulağımda walkman vardı Şebnem Ferah dinliyordum Bugün çalıyordu, O albümü çok sevmiş olmama rağmen bir daha hiç dinleyemedim. Radyodan duymuştu şoför. Bütün otobüs kulak kesildi, kimi ağladı, kimi hemen telefona sarıldı. Annem ve anneannemle gidiyorduk biz, babam İzmitteydi, babaannem halam, kuzenim, tanıdıklarım, arkadaşlarım, akrabalarım. Radyodaki adam İzmit haritadan silindi dedi hiç unutmuyorum. Pek idrak edememiştim ilk anlarda, küçüğüm de tabi. Babama ulaşamamış, İzmir otogarında bavullarımızı indirmiştik geriye dönmek için, o sırada telefon çaldı ve babam sakın gelmeyin gidin dedi. İyi ki dönmemişiz, zaten dönemezdik sanırım. Babam geldi yanımıza sonra ama ne zamandı hatırlamıyorum. Bodrumda bir gazinoda televizyon izlemiştik günlerce. Bir arkadaşımı görmüştüm haberlerde atv'deydi, annesi göçük altında kalmış başında bekliyordu sağa salim çıksın diye. O görüntüyü hiç unutamam. Tanıdıklarımız öldü o gece, arkadaşlarımız, yüzlerine aşina olduklarımız ve orada bir yerde olduğunu bildiklerimiz. En yakınlarımız sağ idi çok şükür. Eve hiç dönmedik, sadece uğradık, o yerle bir olmuş halini gördük eşyalarımızın, dağılmış kitaplarım, kırılan biblolar, düşen televizyon, çatlayan duvarlar. Neyse ki sadece bundan ibaretti bizim için. Kötü haberler ardından geldi zaten. Dönerken Yalova'da gördüğüm manzarayı da hiç unutamam. O koca koca binalar nasıl da yer ile bir olmuştu. Nasıl da kat kat dökülüvermişti. Hayalet şehir gibi, duvarların arasından perdeler sallanıyordu sadece, evlerin eşyaları dışarılardaydı, hayatımızın korku filmi çekilmişti. İç kısımları hiç görmedim, sadece binaların iskeletleriydi gördüğüm ama çok hikaye dinledim, çok ağlamaya tanıklık ettim. Bildiğimiz tanıdığımız insanların öldüklerini duyunca daha çok idrak ettim yaşanan şeyin tam bir felaket olduğunu.
Yazlığa geçmiştik hemen. Yazlıkta bir arkadaşım vardı Kubilay. Son zamanlarda önceye nazaran daha da iyi anlaşıyorduk, yakınlaşmıştık. Eski arkadaşımdı zaten, çocukluktan. Gitmek istememişti Adapazarı'na o hafta. Annesi ameliyat olacaktı, denize girmek yazlıkta vakit geçirmek varken sıcakta Ada'da olmak istememişti ama gittiler. Yazlıktayken evleri hep kapalıydı. Ama herkes telaşta olduğu için sandım ki yakında gelecekler. Üç kardeştiler Kubilay, Tuba ve Altuğ. Hatta ben küçük Tuğba'ydım o da büyük olan. Öyle ayırırlardı sohbetlerde bizi. Bir zaman sonra arkadaşlarım beni yanlarına alıp o çok da hatırlamadığım konuşmayı yaptılar. Sadece belli noktaları aklımdadır. Meğer onlar ben bilmeden çoktan gitmişler buralardan, o korkunç gecede. Bazen düşününce hala inanamıyorum. İlk zamanlar köşeyi dönünce karşıdan çıkacak, evlerinin yakınından geçerken balkondan bakacak sanıyordum. Hatta bazen kalabalıklarda aradığım oluyordu. Öyle olmadı tabi. Şimdi düşündüğümde yüzünü bile zor hatırlıyorum arkadaşımın, üzülüyorum. Ben de bir fotoğrafı bile yok. Annesi hastanede olduğu için kurtuldu ama arkadaşım Kubilay, ablası Tuğba, kardeşleri Altuğ ve babaları o gece depremde öldüler. Bir aile yok oldu, geriye cılız bir yaprak gibi, kurumuş,yıpranmış bir kadın kaldı, artık anne bile olmayan.
Yazlıktan ayrılmadan evvel ne sohbetler etmiştik oysa onunla. Çok enteresan kelimeler çıktı ağzından, unutamadığım. Hani derler ya insan öleceğini hisseder diye belki o da anladı, istemedi gitmek o yüzden ama karşı gelemedi. Üniversiteyi kazanmıştı KATÜ Tıp. Hatta ben ona fal bakmıştım orada bile görmüştük:) Ayrılmadan önceki gece ne alakaysa helva yapmıştı annesi, balkonlarında oturup yemiştik gülerek, o sırada benim helvamı mı yiyoruz gibilerinden saçma sapan konuşmuştu, kızmıştık ona. Hatta beni eve bırakırken o hala hatırlayamadığım şarkıyı birlikte bağıra çağıra söylemiştik kısacık yolda, gecenin bir yarısı. Bolca gülümsemiştik, görüşeceğimize dair konuşmalar yapmıştık. Hatta çok sevdiğim ve ondan defalarca istememe rağmen bana bir türlü vermek istemediği gömleğini o gece durup dururken çıkartıp bana vermişti hatıra kalsın diye. Tüm bunları düşündüğümde irkiliyorum, üzülüyorum. Ben de git demiştim ona, bir hafta hemen geçer demiştim,annesi yalnız kalmasın diye. Demeseydim keşke diye düşündüm hep,çok ağladım. Annesinin perişanlığı da gözümün önünden gitmiyor, beni görmek bile istememişti, hele adımı duymak nasıl da içini acıtıyordu. Tanrım ne büyük yıkım, nasıl bir felaketti. Onunla olan tüm anılarım, konuşmalarım hepsi bir anda yok oldu sanki, bir daha yerine gelmemek üzere.
Yazlıkta kalıp bir müddet sonra Ankara'ya gittiğimizi hatırlıyorum. Dershaneye yazılmam gerekiyordu üniversite sınavı için, oysa her şey önceden hazırdı ama bir anda yok oluverdi, İzmit'te hayat durdu. Babam, babaannem, halam onlar bir süre çadırda yaşadılar. Babamın halleri gözümün önünden gitmez, o yüz ifadesi, o korku, o sesinin titreyişleri. Kuzenim yani Tuay Ablam o anın etkisinden kurtulamadığı için bir daha İzmit'e dönmedi. Ankara'da yaşadı. Teyzemler onlara birlikte Ankara'ya yerleştiler. Onların da hayatları yarım kaldı, arkadaşları, anıları geride kaldı, hep özlem duydular yıllarca. Kimi arkadaşımın evleri yıkıldı, amcamların evleri de öyle, çıkartabildikleri eşyalarıyla başka bir eve yerleştiler, arkadaşlarımın aileleri öldü, bir başlarına kaldılar hayatın ortasında. Biz şanslı olan taraftık bir bakıma, tüm olanların uzağında kalabildik, bir yanımız ama hep orada. Bizde Ankara'da bir deprem ihtimaline karşı hazırladığımız çantamız yanı başımızda uyuduk, uyandık bir zaman. Tedirginlik içimizden hiç gitmedi ki.
Şimdi bakıyorum şöyle etrafıma kimse benim gibi düşünmüyor, üzülmüyor, içinden ağlamıyor sanki. Bugün gazeteleri okurken de gördüm yazarların çoğu depremle ilgili bir şeyler yazmamışlar, bazıları tek kelime bile etmemiş hatta. Bazen uzun uzun bağırmak, ağlamak istiyorum tüm tanıdığım ve tanımadığım insanlar için ama yapamıyorum. Öyle bir acı ki aslında insanı ağlatamıyor bile. Ben yaşamamama rağmen bu denli etkilendiysem yaşayanlar ne yapsınlar.
İzmit'e ne zaman gitsem ürkek bir çocuk gibi oluyorum özellikle gece yarılarında. O anlatılan hikayelerin kahramanları rüyalarımı basıyor. Orada hayatı bitenleri düşünüyorum; ben üniversiteye gittim, hayatı öğrendim, çalıştım, okudum, aşık oldum, evlendim ya onlar, çocuk olanlar ama okula gidemeyenler, evli olanlar ama tadına varamayanlar, gençliğini yaşayamayanlar, evlatlarını göremeyenler; bir çığlıkla, belki de sessizce, yarı çıplak, belki sevdiğinin koynunda, hazırlıksız gittiler.Bir daha asla göremeyecekler sevdiklerini, havayı koklayamayacaklar, denize ulaşamayacak yolları, öpüp koklayamayacaklar çocuklarını çünkü çocukları olmadı hiç onların, bilemeyecekler o sevgiyi,annelerini anlayamayacaklar, sevdikleri yemekleri yiyemeyecekler, sinemaya gidemeyecek,sevdikleri yazarları okuyamayacaklar,çocukluk anılarını düşünüp hüzünlenemeyecek, yaz tatilini özlemle beklemeyecekler kışaylarında, baharda aşık olamayacaklar,dünyanın nasıl değiştiğini göremeyecekler, onlar bizim şu anda bildiğimiz pek çok şeyi hiç bilemeyecekler. Onları kaybettik ama kendimiz için olduğundan çok, kaybettikleri hayatları adına da üzülüyorum onlar için. Onlar hayallerini, ideallerini, geleceklerini kaybettiler.
Biliyorum ki yarın yine böyle bir felaket yaşasak göreceğimiz manzara aynı olacak. İnanmıyorum yapılanlara, düzeltilenlere çünkü hepsi yalan. Çatlaklar yamandı, badana yapıldı binalar, süslendi, hasarlı evlere sağlam raporları alındı, yıkılanların yerlerine yenileri dikildi, yeni yapılanlar yine uzun uzun binalar, hala gökdelen yapma derdinde millet, bir de Yalova'ya nükleer santral yapacaklarmış, olası bir depremde Marmara ortadan kalksın diye herhalde haince kurgulanmış bir senaryo bu başka türlüsü olamaz. Nasıl da kendi sonumuzu kendimiz hazırlıyoruz. Akıllanmayacağız. Sadece hatırlamak, anmak ve üzülmek de yetmiyor işte. Bir daha olduğunda hazırlıklı olmak, gücümüz yettiğince dayanmak, hayata tutunmak. Ne zaman anlayacak bunu milletimiz çok merak ediyorum, daha kaç felaket yaşamak gerekecek düzeltebilmek için bazı şeyleri. İçimizdekileri onarmak yetmiyor, hayat dokunduğumuz gibi, gerçek; ve onun gerçekliğinde beton binalar, ağır kolonlar, gri moloz parçaları, toz bulutları, kesif kokular, kısık iniltiler ve kocaman yalnızlıklar var..
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde ölen herkese Allah'tan rahmet; yakınlarına da baş sağlığı diliyorum ve acılarının geçmediğini biliyorum.