30 Nisan 2014 Çarşamba

Biraz deniz havası, bir parça ekmek

Nedense burada havalar yaz sıcağına selam durduğunda Türkiye'de hep tam tersi oluyor. 'Ya burada da hava bugün çok güzel' diye konuştuğumuz zamanlar pek azdır herhalde. Havaların güzel oluşunu paylaşabilmek bile ayrıca güzel bir durum aslında. Hele havaların güzel gittiğini anlatabilecek ve yüzümdeki gülümsemeyi heyecanla gösterebileceğim birilerinin olması fikri bile güzelken. 

Eğer konuşabileceğim kimse yoksa etrafımda hemen soluğu kedimin dibinde alıyorum ve başlıyorum bırr bıırr ona günü anlatmaya. Çoğu zaman pek çok arkadaşımdan bile daha yakın oluyor o bana. 


Şu fotoğraf da günlerdir bakıp durduklarım arasında ilk sıralarda. Burası benim yazları tatillerimi geçirdiğim çocukluğumun yegane günlerini yaşadığım köy, Kefken. Artık köy olmaktan çıksa da hatıralarımda hep o eski haliyle var. Bu fotoğrafı çocukluk arkadaşımın kardeşi çekmiş geçenlerde. Görünce dayanamadım hemen kaydettim ve panoma da astım. Denize doğmuşum sanki diyorum bazen, beni bu denli çeken ne ki onda. Çoğu zaman gizli gizli kokusunu yolluyor bana ve kafamda canlanan tüm hatıralarla gidiyorum günü yaşamaya. Her zaman en çok olmak isteyeceğim yerlerin başında geliyor burası ve asla terk etmeye gönlümün razı olamayacağı. 

Hep ikinci evim olarak gördüm oradaki evi, teyzemin, anneannemin veya dedemin demedim benim evim dedim. O içinde cııır cııır odun böceklerinin gezdiği ahşap çatı katıyla sevdim orayı, gıcırdayan dolaplarıyla, bir türlü açmayı beceremediğim antika koskoca kilidiyle, ağzına kadar ıvır zıvır dolu olan ardiyesiyle, hobbit mutfağı gibi ufacık tefecik mutfağıyla, bahçe hortumundaki suda haşlanmalarımla, taşlarının ayaklarımı delmesiyle, beş çaylarında yenen perimeçler ve arkadaşlarımın akşam vakitlerinde adını bağırmalarıyla sevdim, seviyorum. 

 kaynak: pinterest

Ekmek deyince de hep böyle delik delik ekmekler gelir aklıma ve yanında bir parça peynir ve reçel. Üstüne sürmeyi hiç sevemedim reçeli, annem okula giderken peynirin üzerine sürüverince o ağzımda devasa bir lokmaya dönüşürdü, boğuşur da boğuşurduk dakikalarca. O ekmeğin kokusu doluyor içime en çok akşam üzerlerinde, bir parça tereyağına aşeriyorum yanında. İnsan bir parça ekmek, biraz peynir ve reçelle ne çok mutlu olabilir, hep bunu düşünüyorum. 

Şimdi en sevdiğim kitabımla, kağıtlarımı kalemlerimi toplayıp denize en yakın olabileceğim yere gitmek isterdim tabi yanımda bir parça ekmek ve peynirle, biraz vişne reçeli de olabilir. Gün daha nasıl güzel olabilir ki!

29 Nisan 2014 Salı

Pazar notları

Biliyorum pazarı çoktan geçtik. Ama benim aklımdaki ve içimdeki pazarlar hiç geçmiyor, özellikle de şu an bu kadar yaklaşmışken.

Baharla birlikte gelen diğer şeylerin yanında beni en çok etkileyeni sabretme güçlüğü oluyor. Güneşli zamanlar bir an önce tatil havasına girmek isteği doğuruyor içimde. Hiç bir zaman çalışma hayatını seven veya deli gibi kariyer yapmaya hevesli biri olmadım. Hayatın diğer detayları hep daha çok ilgimi çekti ve elbette yazmak. Hep yazabildiğim, okuyabildiğim ve gözlem yapabildiğim bir iş hayal ettim. Şu anda öyle bir işe sahibim evet peki ya sonra? İşte asıl sorun sonrası! Ama onu da sonraya bırakmam gerekiyor bir süreliğine... 


Kitapsız bir hayatı düşünmek komik geliyor, bir o kadar da anlamsız ve yıkıcı. Evinde kitap olmayan insanlar gördüm,  hatta gazete bile olmayanları tanıdım. Öyle bir his ki bu sanki yaşadıklarına dair bir iz görememiş gibi hissettim. Utanmasam nabızlarını yoklayacaktım. Okumadan nasıl devam edebilir ki insan bırakın hayatı, günün herhangi bir zaman diliminde. Ben elbette ki kimi zaman okumaya ara  veriyorum ama her gün mutlaka okuduğum bir şeyler oluyor. Çünkü ben böyle varlığımı devam ettirebiliyorum. 



Bu defteri çok severek aldım, evet o üstteki harika yazısı olanı kastediyorum. Ofisimde duruyor, zaman zaman güzel mavi ve yumuşak sayfalarına notlar alıyorum. Epeyce de kalın bir defter, hem baktıkça içim açılıyor hem yazdıkça yazasım geliyor. Bazı defterlerime kıyamam ama artık bu durum eskide kaldı, bir süredir saklamıyorum, kullanıyorum ve kafam rahat!


Her günümü geçirdiğim sandalyem. Kara tahta kağıdımı yeni yapıştırdım, oraya sözler yazıyorum kendimi iyi hissettirecek. Bir de gelenlere hatıra amaçlı bir şeyler çizdiriyorum hoşuma gidiyor. İnsanlar ofisime gelmekten mutlu oluyorlar çünkü etrafta onların dikkatini çekebilecek şeyler var. Sıkıcı ortamlarından 5 dk bile olsa uzaklaşmış olmalarına seviniyorum. Günüm bu karenin içinde geçiyor işte, ama aklımı burada tutmak benim için çok imkansız bir şey! O her daim uzakta...


Aaa bu sallandozları anlatmasam olmaz. Onları pek seviyorum. Yaşamın içindeki duruşları hoşuma gidiyor, sakinliklerini seviyorum. Ben bunca telaşa kapılmış bir haldeyken onlar durağanlar hep ama hep. Onların telaşları yaşamlarının kendisinde! Ve o boyunları, yavaş yavaş inip çıkışı ve minik antenleri, yaşama sevincimi artırıyorlar :)


Şu bakış benim sihirli bir bahçeye dalmamla eşdeğerde. Bu duruş gülümseme sebebim. Neden bu minik kalbi ben daha önce yaşamıma dahil etmemişim diye düşünüp duruyorum. O tipitip haliyle gözlerime mutluluk kalbime huzur dolduruyor :) Benim pamuk prensesim, şaşkın ördeğim, kurabiyem, tombuğum, küçük farem, vampirim, kibarım, tosbağam...Arka patilerinin tırnaklarının çıkmış olmasına dikkat çekmek istiyorum. Nedense o tırnaklar patilerine büyük geliyor, hiç içerde durmuyorlar her daim böyle bir santim öndeler, çok güldürüyorlar beni. Ön tırnaklar kesiliyor ama arkalarından gıdıklanıyor benim böceğim :) Maşallah ona. Hep hayatımızda mutlulukla olsun inşallah :) Seni seviyorum mavişim...

23 Nisan 2014 Çarşamba

Benim mutlu küçük bahçem

Günler günleri kovalarken, güneşin yakıcılığını tenimizde hissediyoruz artık öğlen vakitlerinde. Bu da oldukça iyi hissettiriyor. Güneşin verdiği bu hissi başka ne verebiliyor ki?

Öğlenleri bazen eve gidiyorum bugün olduğu gibi. Kedimi besliyorum ve ona camı açıyorum ki havayı koklayıp kuşları dinleyebilsin diye. Şimdi bahçemizde ayaklarımızı uzatıp oturabileceğimiz, uzanıp kitap okuyabileceğimiz bir de kanepemiz olduğu için de ayrıca gitmek istiyorum bir süre kafa dinleyebilmek için. Yemek sonrası iki sayfa da okusam iyi geliyor. Bazen sadece uzanıp duruyorum öylece.

Bu sıra baharın gelişiyle de oyalanma ihtiyacı hissediyorum epeyce. Bu yüzden akşamları eve geldiğimde ya boyama yapıyorum, ya dikiyorum, ya yazıyorum. Zaman verimli geçiyor. 


Uzun zamandır aklımda olan kapı süsünün de bitmesine az kaldı. Birkaç gündür hep boyama yaptığım için alt kısmındaki boş kısmı henüz dolduramadım ama oraya bir kuş kondurmak var aklımda. 


Bu bisiklet de hep istediğim bir şeydi. Sağ olsun arkadaşımız bizim için yaptı. Lehim teli kolay büküldüğünden onunla yaptı. İlk günler sıcaktan biraz sarktı, tel hassas olduğu için. Ama sonra jant ve diğer parça eklemeleriyle sağlamlaştı. Artık hiç bir şey olmaz herhalde. Adı da 'GEL GEZELİM.' Şimdi ona bir tabela yapmak istiyorum tahta parçalarından. Bodrumdaki gezdiğimiz teknenin adıydı bu gel gezelim o yüzden mavili beyazlı bir ok yapmayı düşünüyorum:)


Bu da yatak kanepemiz. Kenarlarında demirlerini görüyorsunuzdur. Atılmıştı, bulduk, aldık, onardık, zımparaladık ve boyadık, mis gibi oldu. Arkadaki demir kafeslerin dibine de sarmaşık ekildi. İki ayda büyüyor diyorlar. Büyüyüp o demirlere dolanacak ve bize gölge yapacak diye umut ediyoruz. 


Baykuş olmazsa olmaz elbette. Bodrum'dan almıştım sanırım. Getirdiğimi bile unutmuşum. Eşyaları karıştırırken içinden çıktı kanepenin kenarına asıverdim. 


Bunlar da boyadıklarım. Bu silindirler şantiyeden gelen beton numuneleri. Aslında çöp oluyorlar sonunda. Biz de eve uzanan yola koyalım üzerini de süsleyelim dekoratif olsun diye düşündük. Silindirleri boyamak biraz zor oluyor ama küp olanları çok sevdim. 


Bu küplerin arka kısımlarını da boyayacağım yavaş yavaş. Çok eğlenceli gerçekten. Web'den örnekler bulup baka baka boyuyorum kolay oluyor. Akrilik ile boyayıp üzerine vernik sürüyorum çünkü yağlı boya ile boyamak zor oluyor. Daha kafeterya, ev, berber dükkanı ve benzinlik yapmayı düşünüyorum.


Bu da Tunus'tan aldığımız fener lambamız. Evin içinde kullandığımızda ortamı çok loşlaştırdığı için dışarıda süs olarak kullanıyoruz. Bazen ters çevirip içine mum koyuyorum renkli camları olduğu için hoş görünüyor. 


Bu da yemekhaneye gelen sebzelerin kasalarından aldığım uyduruk bir kasa. Yine de iş gördü. Üzerine hamur kabartma denedim ve oldu. Çok sevindim. Şimdi evde hamur yapmayı deneyeceğim tarifini arıyorum. Dışardan alınan dass hamurların paketini açınca hemen sertleşiyor. Kaç tane paketim ziyan oldu. Bir kere açınca hemen hepsini kullanamıyorum sonrasında da açılmıyor ne yazık ki. Evde yapıp dekopaj ile yapıştırmak bence daha kolay olur.


Buralar daha dolacak tabi ki böyle iki baykuşla yetinmeyeceğim. Deneme olduğu için biraz tereddütle yapmıştım. Neyse ki sonuç iyi :)


Eşim de dün altına tekerlek taktı. İçine şimdilik dergi koydum otururken bakarız diye ama asıl maksadım hobi malzemelerini içinde tutmak. Her seferinde bahçeye çıkart eve geri koy zor oluyor. Yazın nasılsa yağmur olmuyor, kolaylıkla bir kısmı dışarıda durabilir.


Bunlar da kağıt gibi minik gül çiçekler bahçemizdeki. Çimlerin içinde türediler birden. Çok pofuduk ve sevimliler. Adı ne bilmiyorum. Güzel görünüyorlar hoşuma gidiyor. Keşke çimenlerimin içinden de bir sürü renkli çiçek çıksa. Daha çiçek dikemedik saksılarıma, seraya gittiğimizde daha hiç çiçek açmamıştı bitkiler tuhaftır. Toprak ve çiçek almak istiyorum birkaç saksı, sardunya özellikle de ve sukkulent :) Domates ve biberleri de ekeceğiz inşallah yakın zamanda. 


Bu zihni sinir projeyi de web'de bir yerlerde gördüm bayıldım. İçine aslında korkunç ve dikenli bir çiçek ekmek istiyordum ama bulamadım, o yüzden şirin bir şey ekeceğim.

Beyaz her bir şeye yakışıyor ayrıca söylemeden edemeyeceğim. Elimden gelse her şeyi, her yeri beyaza boyamak isterim.


Arada sırada oynamak için seksek çizdim. Yanlış çizmişsin dediler ama olsun o an aklıma öyle geldi. Unutmuşuz! Keşke daha çok oyun oynayabilsek, keşke eşlik edecek birileri olsa. En azından eve gelirken seke seke geliyorum spor oluyor :)Bakınca da ruhum dinleniyor anılarda, o da yetiyor.


Bunlar da fenerlerim. Geçen sene doğum günümde hediye gelmişlerdi. Kullanmıyordum ama dayanamadım. İçine büyük mum alana kadar elimde son kalan ufak mumlardan koyuverdim. Fenerleri çok seviyorum. 


Bu da mühendis lokalindeki görevli Cezayirli arkadaşımız. Çok temiz ve kibar biri, o yüzden seviyoruz kendisini. Aşçılık okuluna falan gitti, güzel şeyler yaptığını söylüyor. Benim  yaptıklarımı da beğenip zaman zaman tarif istiyor ben de seviniyorum:) Keçi dostum da kimse ortalarda yokken lokale girmeye çalışıp yakalanmış:) Fırsattan istifade sevdim ben de. Ama bir boy ufak olan keçimiz daha şeker... Onun adını şeker koydum o yüzden, içimden öyle geldi..

Minik bir bahçe, elimizdeki imkanlarla ancak bu kadar güzel olabildi. Belki iki tane şezlong alma fikrimiz var. Ufak tefek birkaç sevimli projem daha var umarım yapabilirim. 

Hayatımıza eklediğimiz bu ufak mutluluklar, dört tarafı teller ile çevrili, her şeyden uzak bu şantiyede yaşamı çekilir kılıyor...

21 Nisan 2014 Pazartesi

Detaylar; Versailles

Güneşli bir gün eşlik ediyor bana ve kağıtlarımı bırakıp bilgisayarda yazmaya başlıyorum birden. Yazmak her zaman güzel ama güneşli günlerde daha da güzel. Bahar artık gitmez diye düşünüp seviniyorum. İyi geliyor havanın temiz kokusu ve bahçede oynayan iki küçük keçi de çok güzel, mutlu ediyor insanı sebepsizce.

Versailles detaylarından önce yazmak istediğim şeyler vardı aslında ama başka şeyler araya girince ertelemem gerekti. Şimdi bu güzel detaylarda biraz oyalanalım ve sonra yeni yazılarda buluşalım, bahar dolu olsun.


Altın ile demirin bu ihtişamlı uyumu beni çok etkiliyor. Çiçekler, yüzler, melekler, çocuklar, armalar, oklar ve daha niceleri sanki her daim orada kalmaya davet ediyor sizi. Alice'in büyülü dünyası gibi, girince çıkamıyorsunuz!


Onca itiş kakış arasında bu kapıyı fotoğraflamanın ne denli zor olduğundan bahsetmeye kalksam size lüzumsuz gelebilir. O anı yaşamadan inandırmak güç! Bu melek figürlü kapıyı çok sevdim. Bolca dokundum, ince detaylarını hissettim. Böyle heybetli görüntüsünün yanında epey narin bir kapıydı aslında.


Bu da bir merdiven tokmağı. Belki de adına başka bir şey deniyordur, bilemiyorum. Ona da dokunmadan geçemedim. Ellerim kirlenir, bir sürü insan dokunuyor, kötü kokuyor gibi takıntılarla dokunmayan insanlar gördüm. O anda böyle şeyler aklımın ucuna dahi gelmedi. Sadece işin dokunma kısmında hissettiğim tek şey Mary Antoinette'in de dokunduğu oldu:)


Açıkçası evimin böyle sanat dolu olmasını dilerdim. Tavandaki köşelerde minik melekler dans ederek şarkı söylesin, çiçekler, güller dört bir yana dağılsın isterdim. Sanırım yazmak için bana daha çok neden vermiş olurlardı. 


Bu da üzerinde taçların sergilendiği bir masanın alt kenarının detayı. İfadeler nedense hep hüzünlü, kızgın veya kırgın. Doyasıya gülen bir yüz görmediğime eminim. Ama değiyor inanın, fotoğraflara baktıkça her bir kareye değdi diyor insan.


Bunlarda sık sık etrafı ve bahçeyi kolaçan ettiğim pencerelerin kolları. Ahh o çiçekler ve o renk ve o kabartma doku. Neden hep benden öncekileri hayal edip duruyorum? Dili olsa da konuşsa derler ya ben en çok bu pencerenin konuşmasını dilerdim herhalde. 


Bu da pencerenin hemen yanındaki perde tutacağıydı. Orada öyle duruyordu işte, tarihi anlatıyordu, masal değil diyordu, sevdim onu çok!


Ve kadınlar... Bu damla şamdanları tutan zarif kadınlar. Boydan boya sıralı, parlak ve ağır. Olabildiğince naif, çoğunlukla sert ve mağrur. Üzerlerine yazılacak pek çok hikaye vardır eminim bir yerlerde. Kocaman yumuşak kağıtlara her santimetresini çizmek isterdim oradaki sevdiğim her detayın.

Görmek, yenilenmek demek. Burayı ve hissettirdiklerini seviyorum. 

Mutlu kalın.

16 Nisan 2014 Çarşamba

Bir masalın yeryüzündeki yansıması: Versailles Sarayı, Paris

Uzun zamandır bu yazı için hazırlık yapıyordum fakat bir türlü tamamlayamamıştım. Pek çok şeyi bir arada yapmaya çalıştığım için bazen hepsi yarım yamalak kalıyor ne yazık ki. Bu sıra havalar pek güzel Cezayir'de. Bahar geldi artık. Bundan sonra da böyle devam edecek diyorlar ya nasıl da mutlu oluyorum. 

Bahar zamanlarında sıkça Paris'i düşünüyorum. Özellikle de foto bloglarda sıkça görüyorum Paris manzaralarını. Bu yüzden hep çoğalıyor özlemim. 

Versailles gerçekten muhteşem bir yer. Yalnız yılbaşı zamanı olduğu için çok iyi şey söyleyemeyeceğim. Bahar ayında orada olup sadece yemyeşil çimenlerinde kitap okumak için gidilebilir. Şu sıra öyle bir hayalim var nedense. Paris'te olsam oraya gitmeyi tercih ederdim herhalde boş zamanlarımda, bir de Louvre'da yatar kalkardım herhalde. 

Versailles öyle merkezde bir yerde değil. Disneyland ile Versailles arasında seçim yapmak zorunda kaldık biz. İkisi de ayrı uçlardaydı. Biz kış olduğu için disneyland'ı tercih etmedik. Bir de teyzem sıkı sıkı tembihlemişti Versailles'i mutlaka göre diye. Onlar da Paris gezilerinde Disneyland'a gidip Versailles'a zaman bulamamışlardı.


Sanırım tren yolculuğumuz 40 dk sürmüştü. Zaman geçtiği için bazı detayları hatırlamıyorum. Not aldığım yerlerde var aslında ama bulamıyorum. Metro veya hızlı tren değil bu ulaşım aracı, normal bir tren. Ayrıca trenle yolculuk yapmak da ayrıca zevkli Paris'te. 

Müze kartımız ve metro kartlarımız bize Paris'te ilaç gibi geldi. Çoğu yere beklemeden girdik. Yalnız Versailles ve Eiffel için geçerli değillerdi. Eiffel de pek beklemesek de Versailles sarayının bahçesinde tam bir buçuk saat bekledik. Eğlendik beklerken ama olsun yine de fazlaydı.



Bu manzaraları saraya giderken gördük. Zaten Paris'te her yer bence başlıbaşına bir güzellik. Nereyi anlatıp tarif etmeye kalksam, diğer yer bana küsüyor gibi hissediyorum. Hepsinin insanda bıraktığı his başka ve büyüleyici. 


Girişteki o altın detaylar insanı çok etkiliyor. Bir masa girsem ancak bu kadar heyecana kapılırdım sanırım. Her bir parçasına dokunmak da büyük mutluluk bana kalırsa. Ellerimi duvarlara, resimlere, girinti çıkıntılara sürüp, havayı bol bol içime çekip durdum. Böyle acayip huylarım var işte benim!



Sanırım yılan şeklinde kıvrılmış 5 parçalık bir sıra bekledik. Uzunlukta epeyce vardı. O sırada leziz brioche'lardan yemeyi ihmal etmedim. Böyle durumlar için yanınızda yiyip içecek bir şeyler taşımak harika oluyor. İçeri girer girmez de soluğu tuvalette aldık. Orada da bir kuyruk bekleme durumu yaşadık ne yazık ki.  




Bu geniş salon beni çok etkiledi. İçeri girilmiyordu kapısında kocaman zincirler vardı ama insanların üzerine çıkmak suretiyle bu kadar fotoğraflayabildim. Zaten Versailles'te en üzüldüğüm durum kalabalık olmasıydı. Gittiğime pişman olmadım ama tat da alamadım. Aşağıda göreceksiniz.


Bu anahtar bir harikaydı. Versailles sarayının anahtarıymış. Detaylar hakkında bilgi edinmek isterseniz web sayfasını ziyaret edebilirsiniz. Bu anahtar diğer güzelliklerin yanında devede kulak kaldı elbette.


Ben bu heykellerin de hikayesini çok merak ediyorum hala açıkçası. Çok ilgimi çekenlerden bir tanesiydi. 


Her şeyde yüklüce bir zerafet hakimdi; ışıklarda bile!


Bu kapının ardında ne olduğu da hala merak konusu!


Burası da kapalı olan alanlardan biriydi. Daha kim bilir ziyarete açılmayan ne kadar çok yer vardır sarayda. Saray kelimesinin bile içi nasıl dolu dolu. Bir sarayda yaşamak nasıl bir duygu olabilir acaba? Neye benzer? Hangi kelimelerle tarif edilebilir. Bahçeleri gördükten sonra orada uzun seneler geçirebileceğime kanaat getirdim.


Versailles ihtişamın diğer adı!


O duvarlara bakmak inanılmazdı. Nasıl yapılmış o resimler. O detaylar nasıl da harikaydı. Nereye bakacağını şaşırıyor ki insan. Her bir yönde ayrı bir güzellik. Kalabalıktan göremediğim çok şey de oldu elbette. Bir de zaman geçtikçe insan bazı detayları unutuyor ya en çok ona üzülüyorum. Keşke hafızamızda her şey ilk günlerindeki gibi kalabilse!



Yatak odaları akla ziyan diye tabir edilebilecek gibiydi. Beni çok boğardı böyle odalarda uyumak ve uyanmak sanırım. Hele yatakları çevreleyen perdeler bende tabut izlenimi uyandırır daima. O yüzden en bana göre olmayan kısmı yataklarıydı diyebilirim. 


İşte kalabalığın bir kısmı. Burası harika bir yerdi. Ama öyle bir izdiham vardı ki! Abartmıyorum, ezilenler var diye haberlere çıkabilirdik. Ben bir ara o kadar umutsuzluğa düştüm ki pencereleri kontrol ettim, acaba ne kadar yükseklik var atlayabilir miyim diye? Paris'te ve özellikle de Versailles gibi bir yerde böyle bir muameleyle karşılaşacağımı anlatsalar inanmazdım. Lütfen siz inanın! Bana kalırsa yeni yıl zamanı böyle yerleri gezmek için iyi bir zamanlama değil. 


Bu da kralın odası sanıyorum. Yine boğucu bir havası var. Ama ahh o perdeler ne harikalar! Onlara dokunamadım ne yazık ki, o sırada nefes almaya çalışıyordum. Bu fotoğrafı da eve gelince fark ettim. O an can derdine düştüğümden etrafıma bakmayı ihmal etmişim.


Beni en çok etkileyen duvar işlemelerinden biri bu.



Bu tablo da en sevdiklerim arasında. Taç giyme törenini anlatıyor. Kıyafetler yine bir harika!Bana tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi geliyor, sanki hepsi bir masaldan alınma gibi. 


Sanırım hayatımda daha önce Versailles sarayının bahçesi kadar büyük bir bahçe görmedim ben. Hava kararmaya yüz tutmuştu gezmeye başladığımızda. Ama gördüklerimiz yetti. Hep orada Mary Antoinette'in yürüdüğünü, koştuğunu hayal ettim ben niyeyse. Epey andık Mary Antoinette'i. Akıl almaz derecede büyüktü. İki yanında devasa ormanlar vardı bu bahçenin. Yani fotoğrafta gördüğünüz kadar sanmayasınız!


Bu da sonunu gösteren bir fotoğraf kesinlikle değil!

Bu bahçenin sağ kısmında trenle gidilebilen ve Mary Antoinette için yapılan Küçük Saray var. Biz saati kaçırdığımız için gidemedik. Bir dahaki için bahanemiz olsun! Sağdaki ormanlık alanlar biraz daha seçilebiliyor burada. Kaybolsam ne yapardım orada bilemiyorum. Ürkütücüydü de elbette. Ama o yorgunluğumu unutamıyorum. Dönüş yolunda yere çökmüştüm. Ve anlatmak istediğim bir detay da hava kararmasına rağmen bahçede bir tek ışık olmamasıydı. Dönerken cep telefonlarımızın ışıklarından faydalandık. Bu korkmamızda bir etkendir tabi. Sarayın içinde ışıklandırma vardı. Ama böyle büyük bir sarayda bahçede neden aydınlatma yok hala merak ediyorum ben!




Bu orta havuzun detaylarını da çok sevmiştim. Baktıkça oradaki zamanlar aklıma düşüyor, seviniyorum. İyi ki de gidip görmüşüz ve umarım yakın zamanda yeniden gitme imkanı buluruz. Bu sefer sindirerek gezmek, çimenlerinde telaşsız oturmak ve zamanın içinde sürüklenmek istiyorum.




Karanlığın içinde parlaması da bu dehşet güzellikteki saraya farklı bir anlam katıyor. Hala merak ettiğim pek çok yeri var.



Bu da en sevdiğim fotoğraflarımızdan. Bir ihtişamı ışık kadar iyi anlatabilecek başka da bir şey yok herhalde. 


O kadar yorulmuştuk ki yerlerde süründük bir süre. Ama eğlendik. Sonrasında sakince durmak iyi geldi. Yorulduktan sonra gidip otele yattık sanmayın. Paris sokaklarında eğlence son hız devam etti. Programımızdan geri kalmamak uğruna nasıl yorulduk bir anlatabilsem. Her bir dakikasına değdi. 


Bu arada merak edenler için bir detay da  vereyim. Tripodu taşıdık ama içeri sokmak yasaktı bu yüzden kapıda teslim ettik. Olsun yine de sonrasında işe yaradı. Hem zaten ben taşımaya alışkınım:) Zaten kendimize bile içeride zor yer bulurken tripodu almamaları yerinde bir karar olmuş :)

Versailles'i mutlaka görün diyorum. Bir masalın içinde hissedeceksiniz kendinizi. Bahar zamanında gidin demek istiyorum. O zaman hem daha sakin gezer hem de keyfine varırsınız oradaki zamanınızın.

Bir sonraki yazımda Versailles'teki bazı detayları paylaşacağım. Ayırdığım tüm fotoğraflar bu kadar değildi :)