Bugün yine günlerden bir gün işte. Öyle masaldan çıkma bir hali yok, son derece sıradan. Ama yine de kendine özgü güzellikleri var. Henüz güneş gitmiş değil ve havalar hala sıcak. Pastırma yazlarını yaşamaya başlamışız herhalde farkına varmadan. Sabahları ve akşamları bir parça serin de olsa yine de bahçede oturulabiliyor ya en büyük mutluluğum bu.
Hala tatil havasını atamadım üzerimden. Bazen işe gelmek son derece güç oluyor. Bir kere adım attığımda arkası çorap söküğü gibi geliyor ama özellikle sabahın erken saatinde sıcacık yatağımdan çıkmak bir işkence.
Yazacaklarım yine çok birikti. Her gün yeniden yazmak umuduyla otursam da bilgisayarın başına, durup boş sayfaya bakıp yazmaktan vazgeçiyorum. Çünkü yazacaklarım hep yazdan ibaret oluyor. Olsun. Bu seferlik de yine böyle olsun.
İzmir'e alıştım sayılır artık. İlk seferlerimde biraz zorluk çektim pek bir aitlik duygusu oluşturamadım. Şimdilerde artık benimsemeye başladım. Hatta özlüyorum bile. Yine de hala İzmit kadar etkisi yok hayatımda ama yakında olacak. İzmir'deki hayatım üzerine kafa yorduğum çok zaman oluyor. Bazen delicesine korkuyorum bazen de sanki yıllardır aşina olduğum bir yermişçesine rahat hissediyorum düşünürken. Bakalım yaşayarak tecrübe edeceğim.
Orada sevdiğim arkadaşlarım olması benim için büyük bir şans. Umarım ben dönene kadar bir yere gitmezler. Bu konuda evrene devamlı mesajlar iletiyorum ama ulaşıp ulaşmadığından emin olamıyorum.
Yazları vapura binmeyi seviyorum. Yalnız olduğumda tedirgin oluyorum ama alışırım zamanla. Bu vapur seyahatimde yanımda çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, benim alev saçlı arkadaşım. Onunla harika bir İzmir günü geçirdik. Epey yorucu ama bir o kadar da güzel bir gündü.
Vapurda sevimli mi sevimli bir hatıra fotoğrafımız da var artık. İyi ki varmış Gediz. Ne de güzel bir arkadaşlık oldu aramızda. İnsanlar için bir yaştan sonra arkadaş edinmek zor oluyor derlerdi hep de inanmazdım. Ama evet öyle oluyormuş. Ben her zaman arkadaş canlısı biri oldum. Ama benim olduğum gibi çoğu kimse bana yaklaşmadı öyle içten samimi. Hele bu devirde her şey başkalaşmış. Etrafımda arkadaşlarına değer veren onlar için fedakarlıklar yapan, gerçek anlamda karşısındakini dinleyen tanıdığım nadir iki üç insandan biri Gediz. Sanırım yakında hepimiz müzelik olacağız. Kendisi alışverişi çok sevmediği halde benim çılgın tempoma ayak uydurup mağaza mağaza gezdi durdu benle tüm gün. Öyle ki artık benim de kolumu kaldıracak halim kalmamıştı. Bir şekilde deşarj oluyorum sanırım kendimi yorarak. Çünkü burada altı ay sürekli bir oturma halinde devam ediyor yaşantımız. Öyle ki Türkiye tatillerinde evde bir saat bile oturmak benim için hapise tıkılmakla aynı anlama geliyor.
İzmir'de gezmeyi en çok sevdiğim yerlerden biri Kemeraltı. Orada biraz da Ankara'daki öğrencilik günlerim aklıma geliyor sanırım, o yüzden de seviyorum. Beni sabahtan oraya bırakıp hava kararınca almalısın diyorum eşime de. Keyifle dolaşmak, kızlarağası hanında kahvemi yudumlamak, o deli dehşet çeşitleri ile mağazaları dolaşmak büyük huzur veriyor bana. Her seferinde ama her seferinde şaşkınlık yaşıyorum orada gördüklerimden ötürü. Biliyorum aslında nerede ne var, hep aynı şeyler. Yine de Cezayir'deki yoksunluktan sonra orada gördüklerim bana dünyanın en güzel ve değişik objeleri gibi geliyor. O çılgın kalabalık, harala gürele koşturan insanlar, dükkanlarına mal taşıyan amcalar, çay dağıtan ufak çocuklar yeniden hayatta olduğumu hissettiriyor bana.
Bu saat kulesini de seviyorum. Yanından geçerken hep ona dokunmak, yakınından yürümek istiyorum. İçine de giriliyor muydu acaba?
Gediz ve ablasıyla kemeraltında harika bir dönercide döner yediğimi gündü o gün. Güzel bir günün henüz ortalarıydı. Sabahtan birlikte Bostanlı pazarına gitmiştik. Sonra vapura binip Konak'a geldik. Yemek yediğimiz restoranın karşısındaydı bu ahşap pencereli bina. Bir an Cezayir'i düşünmeme neden oldu ama hemen alttaki fotoğraftaki kahveme bakıp, havayı içime çekip memleketimdeyim dedim kendime. Tabi yine de bu pencereleri seviyor olduğum gerçeğini değiştirmiyor izne gidince Cezayir'i kafamdan silme isteğim. Keşke evimin pencereleri de böyle olsa. Belki de olur.
Ahh canım kahve. Her bir baloncuğunda yeni bir anıya uzanıyorum adeta. Hele beyaz nasıl da yakışıyor kahveye. Karınca batmaz usül derlermiş bol köpüklü olunca, yeni öğrendim. Ben o usül seviyorum işte.
İnsan kendini nasıl tutabilir, nasıl dizginleyebilir bu güzelliklerin arasında. Her şey alabildiğine davetkar. Her şey eski anılar gibi güzel ve anlamlı geliyor insana.
Tadilatı hala devam eden evimiz için ne görsem almak isteği duydum içimde ama tabi almadım. Çünkü ev henüz içine bir şeyler koyabileceğimiz hale gelmedi. Bir dahaki izinde inşallah o aşamada olacak. Belki o zaman birkaç şey alabilirim. Bakır objeleri hep sevmişimdir. Aslında onları almak da çok kendim işlemek istiyorum. Belki orada bir ustanın yanına gider bana öğretin ne olur diyebilirim İzmir'e dönünce. Öyle hayallerim var. Keşke çocukken beni bir marangoza veya bakırcıya verselermiş iş öğreneyim diye. İnsan ömrüne ne kadar çok şey sığdırabiliyorsa o kadar iyi.
Herkes evimin nasıl olacağını merak ediyor. Ben de ediyorum aslında. Çünkü ne kadar bana ait olsa da şu an tahayyül edemiyorum. Şu anda beni en çok mutlu eden şey bir evimin olması düşüncesi, içinin nasıl olacağı fikrini yavaş yavaş kafamda bulmaya başladım. Güzel olacak inşallah, müze gibi olacak diye düşünüyorum :)Kendi ruhu olacak.
İzmir'de daha önce pek çok kez önünden geçtiğim ama hiç girmediğim harika bir hamburgerci keşfetmeme vesile oldu Gediz. Bayıldım ki ne bayıldım. Köfte ne mühim şeydir hamburgerde. İşte köftelerini kendileri yaptıkları için böyle şahaneymiş, malzemeleri de alabildiğine geniş yelpazaye sahip. Bir dahaki gidişimde pastırmalı jambonlu olanı denemek istiyorum. Öksüz doyuran derler ya aynı o model. Hem yerken bitmesin istedim hem de bitmeyecek galiba diye korktum. Keyif aldım desem yeterli gelir herhalde. Alsancağın meşhur Sevinç pastanesinin sağındaki sokakta. Şiddetle tavsiye edilir.
İzmir'de gezi parkı ile ilgili pek çok detay göreceğimi düşünmüştüm ama sadece bu stencil vardı Alsancakta bir duvarda, işte hepsi o. O keşke hep orada kalsa. Ama belki de çoktan silindi. Oradan silinse de burada hep kalacak nasıl olsa!
Bu koltuğu önceki yazımda anlatmayı unutmuşum burada yazayım istedim. Kayınvalidemin ofisinin girişinde duruyordu gittiğimizde. Kediler otursun diye bir yerde alıp koymuşlar. Ama ben eskiyi çok sevdiğim için hemen sahiplendim. Sağlam, sadece oturma minderi yok. Bir güzel zımparalanıp boyanıp cilalandı mı gıcır gıcır olur. Kediler için aldıkları koltuk artık benim oldu. Zaten İzmir'e dönüşte mobilyacılardan evvel eskicileri yahut ikinci el dükkanlarını dolaşacağım sanırım. Çünkü ruhuma en çok onlar hitap ediyor. Evimizdeki ustalara bakmaya giderken yol kenarında çok güzel bir de komodin görmüştüm büyük ve sevdiğim gibi çok çekmeceli. Dönerken bakalım dedik, almayı aklıma koymuştum. Tabi bizden önce davrananlar olmuş. Pek üzüldüm. Yolda giderken devamlı etrafa bakmak lazım işte hayatı bir yerlerinden yakalamak için daima orada olmak gerek.
Denize yakın olmak iyidir. Ruhumuzu gözyaşlarımızla ıslatmak dirilmeye yaramaz daha çok saplanırız içinde bulunduğumuz boşluğa her damlada. O yüzden deniz iyi gelir.
Denizi özlüyorum...