Fotoğraf: Çok severek izlediğim Amel by Flickr
Dünya pek acayip. Hep öyle gelirdi ama şu sıralar biraz daha fazlası. Havalar alabildiğine enteresan, ne yapacağını bilmeyen her yere saldıran yaramaz çocuklar gibi. Ben de onların etrafında aman çocuğum yapma etme yahut ay ay kırıldı, düştü ahh canı mı yandı bak sen yaramaza falan diyen dırdırcı tipler gibiyim. Pekk okuyamıyorum, kafam çok dağınık, düşüncelerimin hiç biri birbirine eş değil. Kış geliyor malum, kalınları üzerime giyince düşüncelerim daha çok bana kalıyor gerçi öyle hissediyorum ama yazın da özgür ruhunu özlüyorum, ikircikli haller var üzerimde. Bol bol fotoğraf bakıyorum, ne olursa. Yine de en çok insanların ellerine ve gözlerine bakmayı seviyorum. Onlar dünyadan izler gibi. Sonra kendi ellerime bakıyorum, ne kadar başkalar öncekin hallerinden. Bu hallerini seviyorum, çoğalan benlerimi sevdiğim gibi. Her zamankinden daha çok yazmak istiyorum aslında ama olmuyor da olmuyor. Gündelik rutinler içinde debelenip duruyorum. Kedişle uyuyoruz bol bol. Sabahları onun tüylü ve köpük gibi yumuşak tenine değip gülümsüyorum. Aslında her güne mutlu başlıyorum düşününce ne güzel! Evde bir kedi olması acayip, aynı dünya gibi. Bir minik narin beden ama kocaman sevgi dolu bir kalbi var. İyiki de var.
Çay içerken yazıyorum şu an. Henüz hala sabah serinliği hakim ortama. Kuşlar cıvıl cıvıl, hava biraz kapalı. Penceredeki telin yırtılan kısmından bir uzun arı, ısrarla girmeye çalışıyor, kanatlarını sığdıramadı bir türlü, yahut tombalak poposunu. Çaycı kız bağırarak konuşuyor, bir de bazen yüzünde çok anlamsız gülümsemeler yakalıyorum nedenini hala çözümleyemedim. Biraz şu hababam sınıfındakiler ceza alınca karşılarına geçip gülen çocuk gibi, bana gülünce öyle hissediyorum. Hani bazı insanlara bir türlü içiniz ısınmaz ya onun için de öyle hissediyorum. Bir set var duygularımda. Bugün ofiste yalnızım, Cezayirli mühendis çocuk yok. Zaten olsa da varlığı ile yokluğu bir. Böyle havalarda yalnız olmak en güzeli aslında. Sakin, durgun bir su gibi oda, ama sanki bir anda rüzgar esecek ve her kağıt parçası etrafa dağılacak gibi de, tedirgin. Kaktüsüm hala yaşıyor seviniyorum. Israrla sulamıyorum çünkü öbürü sanırım sulanmaktan küflenmişti, sonra da keçiye yemek oldu. Bunu korumaya çabalıyorum.
Yazayım da artık içime dert olmaktan çıksın bari. Çoğu okuduğum kitabı unutuyorum yanımda olmadıklarından göz de atamıyorum, bazen çok uyduruk yazıyormuşum gibi geliyor ama şu koşullardan elimden gelenin en iyisi bu.
*** *** ***
11. Nefret ettiğim bir kitap diyor çelinc, sanırım şimdiye kadar nefret derecesinde sevmediğim bir kitap olmadı ama bir daha elime almak istemediğim, beni o denli üzen bir kitap olmuştu zamanında. Mavi saçlı kız. O kadar gerçekti ki her satırı içime işlemişti. Daha pek çok kitap okudum iç acıtan ama onu çok yıllar evvel okuduğumdan ve o zaman hala çocuk olduğumdan deli gibi etkilemişti beni. Son zamanları düşündüğümde ise hiç nefretengiz bir kitap okumadım desem doğru olur. Zaten elimde çok kitabım da kalmadı, onları da sevmeye çabalıyorum ister istemez.
12. Hem sevip hem de nefret edebilmek büyük başarı. Bu da ancak gerçekliğine inandığım vurucu kitaplarda olur bana. Jack Kerouac'ın yolda kitabını buna dahil edebilirim sanırım. Okumakta çok zorlandım, kimi zaman delicesine basit kimi zamansa bir o kadar katıksız ve zorlu buldum. Çok çelişkiler yaşattı bana, zor ilerledi ve dili çok içimi gıcıkladı. Bir türlü hakkında ne hissettiğime karar veremedim. Sanırım gerçekten hem seviyor hem de nefret ediyorum.
13. En sevdiğim yazar diye birini seçmek son derece zor. Bu; anneni mi babanı mı daha çok seviyorsun gibi bir soru benim için. Pek çok yazar var sevdiğim. Edgar Allen Poe, Virginia Woolf, Paul Auster, Jules Verne, Jane Austen, Hemingway, Agatha Christie, Sabahattin Ali, Yaşar Kemal, Murat Gülsoy...daha da nicesi!