30 Haziran 2008 Pazartesi

Kuzey

Bu yazıyı yazmak sanki derinlere yolculuk yapmak gibi. İçimdeki soğuk kalan kısımlara belki de. Hani hep kuzey denince soğuk gelir ya akla. Ya aslında öyle değilse. Sıcaksa gerçekten soğuk bildiklerimiz. Yada soğuk yakar ya insanı cayır cayır; ya öyle yakıyorsa soğuk; ironik bir şekilde içimizi bu yüzden sıcak sanıyorsak.Ya kendimizi aldatıyorsak.

Bende bilmiyorum aslında bu kocaman yolculukta kuzeyin hangi tarafının bana eşlik edeceğini.Taraf olmak istemese de onun da benim vücudumun parçaları olduğu gibi parçaları, kısımları var..Kuzey yıldızı gibi.Aslında bir çok yıldızdan oluşur ya kuzey yıldızı. Biz sadece bir tane görürüz onu gökyüzünde.Oysa o çokluktan bir olmuştur. Yanıltır bizi, kandırır. Yalnızlığın güzelliğini kabul ettirmeye çalışır bize. "Bak de ben koca gökte yalnızım ama nasıl da parıldıyorum."der. Ama ben aldanmam ona çünkü yanında hep görmediğim başkaları da olduğunu bilirim. Açıklaması güç. Evet yalnızların da yanında kalabalıklar vardır aslında. Peşini bırakmayan kalabalıklar. Bu yüzden biz onlara yalnız deriz.Gerçekte çok kalabalık yaşayanlardır asıl yalnızlar. Yalnızlığı asıl bilenler kuzey yıldızı gibi gökte parıl parıl parlayanlardır. Kimseye çaktırmadan.

Şimdi bunları yazıyorum ya kendimde bir iç gıcıklaması hissediyorum. Tuzlu çekirdek yemiş gibi dudaklarım. Elimi dudaklarımdan çekiyor bakıyorum gözlerimdeki pusulaya, pusulam gözlerim benim. Sabit olmamasından sanırım hayrı. Takılıp kalamıyor bir yere, sabitleyemiyor kendini. Suyunu çekmiş sünger gibi. Elimi atsam bir yerlerden damlalarını akıtıyor.

Ne gelir ki akla kuzey deyince başka. Düşüncelerimle yazıyorum. Çünkü yazmış olmak değil derdim. Benden çıksınlar istiyorum, yollarını bulsunlar. Denizler geliyor aklıma, okyanuslar, seyrettiğim korsan filmleri,ama yine de hep sıcağı çağrıştırıyor bana.Arada buzlar da geliyor gözümün önüne kocaman kocaman ama geçip gidiyorlar. Kuzey bana dimdik ayakta duran, sıkıntısını üzüntüsünü kimselere belli etmeyen, şehrine, eşyalarına bağlı, alışkanlıkları olan bir kadını çağrıştırıyor. Daha doğrusu böyle kuruyorum kafamda kuzeyin sözcükten çıkıp da vücuda gelen halini. Onu bir kelime olarak düşlemekten çok bir birey olarak hayal ediyorum. İçinden sonsuz okyanuslar geçen, kan kussa kızılcık şerbeti içtim diyen bir kadını. O yıldız gibi.

Kuzey deyince siyah geliyor aklıma, alışılmadık oldu belki ama, güney deyince de herkes gibi yeşil ve mavi. Yani iki yanım var içimde biri herkes gibi, biri de oldum olası asi.

Bazen tutuyorum kendimi hemde öyle kocaman tutuyorum ki sımsıkı; annenin çocuğunu tutması gibi tutuyorum kendimi. İçimdeki asi tarafa ve o şiddetli fırtınaya kapılıp da azgın sulara katılmayayım diye. Bazen de olabildiğince bırakıyorum içimdekileri akıp yollarını bulsunlar diye su misali. Hayatın neresindeyim kimbilir. Kendim için koca bir bilmece. Ama belki beni hayatın bir yerlerinde tutan insanlar vardır herkesi olduğu gibi. Yani sadece bir yanımı görebilenler. Kuzeyimi ya da güneyimi. Bilseler oysa ikisi de ne kadar birbirleri gibi. Çapraşık, ardışık, karışık, paralel, girişken..Hepsi sadece bir beden. Bir ben...

Yok ki ötesi bunun. Yolda olmak gibi hislerim. Yolda olmak ve yolla birlikte yol almak. Geçmişini geleceğini hayallerini bir yapmak. Oldukça zordur aslında normal bir anda bunları birleştirmek. Sanki her biri aklınca kaçmak ister birbirinden. Dokunulmak görülmek istemezler kendilerinden başkası tarafından. Oysa ne çok kişi görür değil mi onları. Biz gösteririz bir de üstelik. Dizi dizi fotoğraflarda, gözyaşlarımızda, şarkılarımızda, yazılarımızda, gülümseyişlerimizde ya da aşklarımızda. Bu yazı İçimdeki ölmeyen çocuğa ve çocukluğuma en sıcak günlerime ithaf olsun. Benim hayatımın en güney ucuna. Rengarenk yaşanmışlıklarıma. Sessiz sedasız gidişlerim hiç olmadı ne de olsa hep bağıra bağıra yaşadım içimden de olsa. Kuzeyimi güney güneyimi kuzey yapa yapa. Şimdi hangi tarafımdayım bilmiyorum. Ama burdayım. Olduğum yerde.

Devamıysa yolculuklarımda belirlenecek. Hiç olmadığı kadar koşturmacalı geçen yolculuklarımda..

Hani derler ya yaşamak denen çığlık
Delirmesiyle başladı tanrının..
Ben kendi deliliğimle bir dünya oluşturdum artık…
Ne yapabilirdim ki
İnsan kendi serüvenine ne yapabilir ki
Teslimiyet ve kabullenişten başka..
Sadece zamanı dinliyorum varlığımın yanında..
Belki de son çırpınışlarım bu yolda..
Ne yapabilirim ki kendi varlığıma
Durup beklemekten başka..

29 Haziran 2008 Pazar

Sıcak mı nedir?

Burada yaşamaya alıştım derken tam bir de ne göreyim yakıcı sıcaklar gelmesin mi aniden..Amanın hiç de alışmadığım bir şeydi burada özellikle. Geldiğimden beri burasının Afrika değil de kutup bölgesi olduğu inancını taşıyordum. Son zamanlarda normale dönmüştü ama o zaman da sanki Türkiye de uzak bir yerlerde yaşadığımı hissediyordum. Şimdiyse 45 derecelik sıcaklarla boğuşuyor ve Afrika yı anlamaya çalışıyorum. Yanmak ne kelime resmen buharlaşıp uçmak üzereyim. Sıcağı çok seven biri olmama rağmen bazen dayanamayacağımı hissediyorum. Kutup ayısı mı olsaydım acaba diyorum. Patileriyle balık avlayan, biraz soğuk ve ürkütücü ama başka insanların göremediği kadar puf ve sevimli bir yaratık bence. Sanırım biraz farklıyım bu konuşarda. Örneğim köpek balıklarına da bayılıyorum. Bir o kadar gururlu , bir o kadar güçlüler. Dayanılmaz bir çekicilikleri var bence. Sonra baykuşlar ve kargalar. En asil kuşlar bence. Muhabbet kuşlarına bin kere tercih ederim onları hatta milyon kere. Nedir onlardan çektiğimiz cik cik. Kargalar renkleriyle, duruşlarıyla ve kalın sesleriyle, baykuşlarsa bakışları, gurultuları, ve katmer katmer vücutlarıyla hayatın tüm esrarını içlerinde barındırıyorlar bence. Muhabbet ve bilimum kuşlarsa sanki daha yeni yetme tipler gibiler, yada dırdırcı kadınlar..
Neyse dönelim konumuza. Sıcaklarda en güzel şey soğuk içecekler yudumlamak. Bol bol. Hatta hakiki limonata yapmak ve içine attığın naneler eşliğindeki estetikte kaybolmak. Klimalar olmasa sanırım sıcak beni yutacak. Ama klimalar da canavar gibi. Kocaman sesler çıkartıyorlar. Ne uyutuyor ne kitap okutuyor ne de güzel hayallere daldırıyorlar. Onlarsız da olmuyor işte ne çare. Birazdan odama gideceğim ve birkaç gündür elimden bırakamadığım kitabımı okumaya devam edeceğim zevkle. Sıcakta bilgisayarla uğraşmayı da pek sevmiyorum aslında. Soğuk kağıtlara yazı yazmak daha çok hoşuma gidiyor. Bilgisayarıma da fenalıklar geliyor hem sıcakta. Yazık ona!
Okuduğum kitabımın adı Alamut'a Dönüş-Güvercinin Gerdanlığı..Ben biraz okumakta geç kalmıştım bu kitabı. Bilenler bilir. Ama kesinlikle okunması gereken bir kitap. O kadar sürükleyici ki. Sindire sindire okumak istiyor insan ve hiç bitmese sanki..
Bugün başka bişey yazmak gelmedi pek içimden. Sıcaktan mıdır bilmem. Bir ağırlık bir rahatlık bir tembellik ve uyku hali var üzerimde. Göz kapaklarımı tutmam gerekecek nerdeyse ellerimle. Çizgi filmlerdeki gibi duruma uygun hayal baloncukları geçiyor kafamın üzerinden. Hani acıktığında tavuklar falan görürler ya. Ben de yatağıma uzanmış elimde kitabımla görüyorum kendimi..Sanırım biraz uzaklaşmalıyım bu sanallıktan. En azından yarına kadar. Daha fazla dyanamam.
Bu arada herkese duyurulur. Sıcaklarda en güzel içecek su. İhmal etmeyin kendinizi. Ve bol bol su tüketin. Ayrıca şunu da eklemeliyim kışın püfür püfür sigara içmeyi seven ben nedense yazın ve sıcaklarda nefret ediyorum. İçmemeye özen gösteriyorum. Bu bir bırakma başlangıcı da olabilir. Hadi hayırlısı bakalım...

26 Haziran 2008 Perşembe

Kapılar


"Kapı fotoğrafı Fotografya Dergisi'nin Sitesinden alındı"...

Kapılar başka diyarlara yolculukların başlangıcını ya da dönüşleri anlatır bana göre. Büyülüdür kapılar.

"...Kapı vardır bilirsin ardında seni ne beklediğini çalarsan açılacağından korkarsın
Kapı vardır açılınca karşılaşacağın şeyi bilemez elin gitmez, çalmaktan korkarsın
Kapı vardır açmak için her an hazır beklersin çalınırda duymam diye korkarsın
Kapı vardır her zaman ardına kadar açıktır girip çıkanı bilememekten korkarsın
Kapı vardır kapandı mı bir daha asla açılmaz aslında bir tek o kapıdan korkmalısın..."

Bu sözcükleri yazan aynı fotoğraf sitesinde fotoğraflarımızı yayınladığımız bir fotoğrafsever. Beni çok etkiledi yazdıkları. Sizinle paylaşmak istedim. Adı Rhoda. Kendisi mi yazdı bilmiyorum ama satırlar çok güzel.

25 Haziran 2008 Çarşamba

Şıngırdayan Ruhum

İçimden böyle bir başlık koymak geldi nedense. Boncuklarım gibi şıngır şıngır, süslü, renkli ve kokoş olmak istedim sanırım. Bakıyorum da bazen uzun uzun onlara ne kadar süslü ve göz alıcılar, cezbediyorlar, tutuyorlar yakalıyorlar bizi ama ne kadar da yalnızlar. Ne de olsa sadece boncuklar işte. Belki de biliyorlardır içten içe, gizli gizli bizim dünyamızı ne kadar renklendirdiklerini ne dersiniz. Böyle kendilerine özgü tavırlarıyla nasıl da değiştiriveriyorlar ruh halimizi. Mutlu bir gündeysek renkli boncuklardan takar takıştırır, hüzünlüysek siyah veya koyu tonları, depsesif ve kırılgansak da morları seçeriz kimi zaman. Bazen de tam tersi sırf inat olsun diye onlara. Bazen nasıl da günümüzü geçirirken arkadaş, hayal ettiklerimizi vücuda getirirken ilham oluverirler; bazense sadece boncuk işte, evdeki dağınıklığın sebebidirler. Sinir oluruz. Yine de yapamayız onlarsız. Yani en azından ben yapamam çocukluğumdan beri takıp takıştırmadan. İyiki varsınız rengarenk gökkuşağı gibi umut dolu boncuklarım.. İşte sizin son halleriniz. Bırakalım da görsünler değil mi nasılda şıngırdamış ruhumuz..




Şimdi de cuma günü Azazga dan eşimin bana aldığı Kabil işi kolyeyle; arkadaşlarımızın bana aldığı yine Kabil işi kutuyu göstermek istiyorum.


23 Haziran 2008 Pazartesi

Cuma günü tatilimiz: Azazga

Cuma günü güzel bir gün geçirdik. Yorucu olmasına rağmen. Gittiğimiz yerin adı başlığımda yazdığım gibi Azazga. Evimize tam iki saat uzaklıktaydı. Belki daha yakın ama trafiği de hesaba katmak gerek tabi. Burda cumaları herkese tatil olduğundan trafik epeyce artıyor aynı türkiyede pazarları gibi.Eşimin birlikte çalıştığı bir beyin ailesi bizi davet etmişlerdi Azazga ya. Çok sevindik tabiki. O kadar tatlı bir aile ki. Cezayirliden çok Türk gibiler. Sıcak, misafirperver, güleryüzlü insanlar hepsi. İki tane de kızları var. Büyük olanın adı Asma yani Esma gibi bizdeki; küçük olanın adı da Sarah. Benden yaşça küçük olmalarına rağmen çok iyi anlaştık ikisiyle de. Ayrıca küçük kızları Sarah Türkleri çok seviyor ve Türkiyeyi de. Öyle ki odasına Türk bayrağı asmış ve İstiklal Marşını ezberlemiş. Ayrıca türkçe de biliyor. Daha da çok öğrenmek istiyor hem de. Çok da akıllı. Buradaki okulunu bitirince Türkiyede- İstanbul- da Üniversiye gitmek istiyor. Ben fransızcamı ilerletemediğim için onunla türkçe konuştuk. Eşim de anlaşamadığımız yerlerde tercümanımız oldu. Şimdi o bana fransızca öğretecek ben de ona türkçe.
Gerçekten o gün kendimi hiç yabancı gibi hissetmedim. Bizim için cezayir yemekleri yapmışlar. Onlar da çok lezzetliydi. Gittiğimiz yer onların yazlık olarak kullandıkları evleriydi. Etraf sessiz yeşillik bir alan. Evleri de çok moderndi. Benim için de böyle anlaşabileceğim kişiler bulmak çok sevindirici oldu. Hatta en kısa zamanda yeniden görüşmek için sözleştik. Birlikte güzel şeyler yapabilmeyi umuyorum.


Evlerinde oturduktan sonra bizi Azazga daki ormana götürdüler. Gerçekten orası da çok güzeldi. Her yer yemyeşildi. Yol kenarlarında bir sürü hediyelik eşya satan yerler kurmuşlar. Oraya özgü tabaklar, resimler, takılar ve daha neler neler vardı. Ve en önemlisi her yerde maymunlar vardı. O ormanın özelliği oymuş sanırım. Herkes maymunları görmeye geliyormuş. Öyle çoklar ki. Ve çekinmeden insanların yanında dolaşıyorlar. Minik bebişleri de sırtlarında onlara eşlik ediyordu. Etraftaki insanların verdiği ekmekleri o kadar güzel yiyiyorlar ki hayran kalıyorsunuz. Gözleri o kadar manalı bakıyor ki içlerinden kimbilir neler geçiriyorlar acaba diye düşünmeden edemiyorsunuz. İşte sevimli maymunlardan ve güzel hediyelik eşyalardan görüntüler..Ben herkes için bol bol baktım her şeye. Bir sürü de fotoğraf çektim.

İşte şimdi de maymunlarımız;


21 Haziran 2008 Cumartesi

Geri Dönüşün Kralları..

Ne kadar da süper bir başlık öyle değil mi? Eurosport ve de Soccernet bu başlıkla güne başlamış. Dün akşam Milli'lerimizi izlerken deliye döndük adeta. Bu kadar strese kalp nasıl dayandı anlayamadık gerçekten. O kadar güzel pozisyonları değerlendiremediler ki sinir olduk. Hele son dk da yediğimiz o basit gol vardı ya tanrım tam bir kabustu. Rüştü böyle bir hatayı nasıl yaptı anlayamadım. Yine de yaptık yapacağımızı ve hem kendimizi hem rakibi şaşırtmayı başardık. Kendimizi diyorum çünkü ben o golü yedikten sonra artık tamam demiştim bu iş bitti. Unutmuştum o an böyle bir son dk golü atabilecek olduğumuzu daha öncekiler gibi. Ve gerçekten şoka girdik golü atınca. Nasıl sevindik anlatamam. Çünkü yediğimiz golle inanın kal gelmişti maçı izleyen herkese. Kelimenin tam anlamıyla dumur olduk diyebilirim. Bir dk sonra gelen golle de deli gibi bağırmaya başladık çılgınlar gibi.
Biz gerçekten çılgınız bunu anladım artık. Futbol oynamayı bilip bilmediğimiz konusunda hala tereddütlüyüm ama gerçekten iyi mücadele ediyoruz herkesin dediği gibi. Ve ben bir tane gol yemeden gaza gelmediğimizi düşünüyorum. İlla rakip bize bir gol atacak biz ondan sonra çılgınlaşıyoruz işte. Ama o yediğimiz gol de kalbimize iniyor yani. Yine de ne olursa olsun harikaydı dün akşam. Asla unutamayacağımız bir geceydi. Sinir, sevinç, şaşkınlık, gurur hepsini bir arada yaşadık. Takımdaki herkesi tebrik ediyorum gerçekten. Yoruldular bitkin düştüler ama yine de iyi savaştılar. Gerçekten tam gittiler dediğimiz zamanda geri geldiler krallar gibi. Helal olsun hepsine. Bütün herkesi tebrik ediyorum bu güzel zaferi yaşattılar bize. Artık yarı finaldeyiz. Umarım Almanya ya da böyle bir son dk golü sürprizi yaparız. Şayet bence böylesi daha etkili oluyor. Baksanıza herkes bizi konuşuyor...
Maç ile ilgili güzel fotoğraflar görmek isterseniz Milliyet den bakabilirsiniz..

18 Haziran 2008 Çarşamba

Galatasaraylılaştıramadıklarımızdan mısınız?

Biliyorum biraz uzun ve karmaşık bir başlık oldu bu sefer ama içimden öyle geldi valla. Annemle konuştum msn de uzunca bir süre. Az evvel kapattık. Ben de düşünüyordum ne yazsam acaba bugün diye. Aslında aklımda o kadar çok şey var ki seç beğen al yani. Sonra resimlere bakarken dedim tamam yazıyorum.

Ben öyle futbol dan falan pek anlamazdım. Pek de sarmazdı açıkçası. Eşim pek seviyor tabiki haliyle. Tam bir maç delisi aynı zaman da da fanatik Galatasaraylı. Bizim ailede galatasaraylı bol maşallah arkadaşlarımda da öyle. Severdim ben de allah için yani galatasarayı. Balayında ilk olarak birlikte maç izlemiştik. Balayımızı Papillon Ayscha da geçirmiştik. Pek de memnun kaldık açıkçası. Süper güzel bir tesis ve hizmet. O zaman Galatasarayın maçı vardı ama ne maçı olduğunu hatırlamıyorum. İlk o zaman birlikte izlemiştik. Hatta kendi kendime balayında maç izleyen ilk çiftiz herhalde diye gülmüştüm. Meğer kocam baya bir fanatikmiş. Ben de onun sayesinde şimdi maç delisi oldum. Galatasaraylı olmakla kalmadım bir de takımımı sahiplenir ve de sever oldum. Üstelik takımda kimler var, hakemler kimler, hangisi iyi, hangisi kötü falan onları bile öğrendim artık. İlk izlediğimizde çok komik bir soru sormuştum hala hatırlar güleriz. Maçta duraklamalara gelinmişti. Spiker duraklamalar başladı falan demişti sanırım. Ben bekliyorum bekliyorum kimsenin durakladığı yok herkes faal bir halde oynamaya devam ediyor. Tabi eşime sordum dayanamadım: "yiğiiiittt bunlar neden duraklamıyorlaaaarr?" Tabi sonrasını anlatmama lüzum yok kahkahalar atarak gülmüştü bana. Eee tabi şimdi ben bile kocaman gülüyorum kendime. Ne kadar da safmışım..Ama en azından şimdi gülmek için bir sebebimiz daha var. Ve artık ben de fanatik galatasaraylıyım. Daha on fırın ekmek yemem lazım tabi ama. Şimdilerde film izlemek yerine galatasarayın şampiyonluk cdlerini bile izliyorum. Önce pek istemedim sıkılırım diye izlemek ama bir de baktık ağlıyorum izlerken. Hatta ikimiz formalarımızı giyip dolaşıyoruz burda pek sevimli oluyor. Geçenlerde ilk Milli maç olduğu zaman ikimiz de formalarımızı giyip izledik maçı. Pek uğurlu gelmedi sanırım ama olsun. Gelirken türkiyeden annem yiğite yeni şampiyonluk formalarından almıştı türk bayraklı falan böyle pek şık. Milli maç diye giydik hemen üstümüze. İşte o günden çekilmiş bir fotoğraf da bu. Ben takımımı pek seviyorum. Kaleciye biraz gıcığım ama neyse. Kendime şöyle yeni çıkan galatasaray bluzlarından falan da almak istiyorum Galatasaray Store dan. Bebişler için bile öyle güzel şeyler vardı ki son baktığımda miniş miniş külotlar, mama önlükleri, şort bluz takımlar..Süperdi süper..Galatasaraylı olmaya alıştım. Benimsedim. Çok arka arkaya maç izlemeyi hala pek sevmesem de yine de izlerken zevk alıyorum artık maçları. Mesela şu ofsaytı bile anladım ya helal olsun bana diyorum başka bir şey demiyorum. Bilmeyenler için ufak bir örnek. Düşünün ki en sevdiğiniz mağazaya gidiyorsunuz. Çok güzel ciciler alıyorsunuz kendinize. Kasaya doğru tam hamle yapmışken başkası gelip alıyor sizin yeri. İşte bu kadar. Futbol da buna ofsayt diyorlar hanımlar. Çok da matah birşey değil hani ama bilmekte fayda var eşleri fanatik olan hanımlar için.


Bütün Galatasaraylılara sevgiler. Herkes bir gün Galatasaraylı olmanın değişilmez mutluluğunu yaşayacak..Heehee:):)


GERÇEKLERİİİİ TARİİH YAZAR TARİHİ DE GALATASARAAAAYYYYYYY....

17 Haziran 2008 Salı

Bugünüm

Bugünümü anlatmak istiyorum size. Sabah yine aynı başladı benim için. Biraz erken uyandım bu sabah müziğimi açtım ve klimamızı tabiki. Artık havalar ısındı burada da. Yalnız öyle bir yer ki burası bir anda ısındı resmen afrika da olduğumu hissettiriyor bana. Şu an da kocacığımın bilgisayarından yazıyorum. Yeni geldik sayılır. Bugün nete giremedim. Alger de yani başkentte işleri vardı bugün onun ben de ona takıldım. Gittiği yerlerde onu bekledim. Semih abiyle birlikte onlar işlerini hallettiler. Kocama fırsattan istifade güneş gözlüğü aldık bugün. Geçenlerde tünele bakmaya gittiğinde gözlüklerini düşürmüştü. Şimdi artık yeni gözlükleri var. Güle güle kullan hayatım gözlüklerini...
Sonra biraz turladık. Görmediğim yeni yerler görmüş oldum bende böylelikle. Hava aşırı sıcaktı ama değdi. Hiç olmazsa değişik bir gün oldu benim için de. Hafta içi çıkmaya zamanımız olmadığı için çoğu yer kapalı oluyordu gittiğimizde bugün her yer açıktı çok sevindim. Tabi iş için gittiğimizden dolayı pek bir yer gezemedik ama yine de dükkanları açık görmek bile yetti bana. Dokuz aydır bir türlü gidemediğim ufak kırtasiyeye gittik. Geldiğimden beri bir türlü açık bulamamıştık orayı ve nihayet bugün tanıştık kendisiyle. Fakat istediğim şeyi bulamadım malesef. İstediğim de oysa büyük bir şey değildi ama; sadece çizgisiz bir defter aramıştım. Malesef yoktu. Olsun napalım. Kocam bana dosya kağıtlarından spiral yapıp çizgisiz bir defter yapacak. Sonra sıcaklığımızı biraz da olsa gidermek için dondurma yedik. Çok güzeldi dondurma. Ben her zaman ki gibi en sevdiklerimden yedim. Vişne pek bulunmuyor burda onun için frambuazlı, çikolatalı ve de limonlu dondurma yedim. Birazdan da akşam yemeğine gidicez. Akşam yemeğimiz pek iç açıcı olmadığından bugün pizza söyledik bana biraz da kahvaltılık getirmiştim onlardan atıştırıcaz artık. Tabldot her zaman güzel çıkmıyor burda. Ama neyse ki artık eskisinden daha düzgün. Yalnız burda biraz şanssızım nedense. Yemeğimden taşlar sinekler mi çıkmadı. Hata salatamdan kocaman bir sümüklü böcek bile çıkmıştı. O yüzden yemeğe başlamadan önce kedi gibi kurcalıyorum yemeğimi her ihtimale karşı. Şimdi yeni bir yerle anlaştılar menüleri kendimiz hazırlıyoruz eskisinden daha iyi bu yüzden. Öğlen balık kızartmışlardı mesela gayet güzeldi.
Yemek benim için çok önemli. Karı koca yemeğe pek düşkün olduğumuzdan zaten buraya geldiğimizden beri 5 kilo aldık ama artık daha dikkat ediyoruz yediklerimize. Artık abur cubur fazla yok. Sağlıklı beslenmek gerek. Spor yapma olanağımız da olmadığından yakamıyoruz da yediklerimizi tabi. Plates topum da evde beni bekliyor. Burada kaldığımız oda küçük olduğundan plates yapacak yer yok malesef. Türkiyeye dönünce artık inşallah spor günlerimiz başlayacak.
İşte günüm böyle geçti sevgili arkadaşlar. Güzel ve değişik bir gündü. İnşallah bundan sonra yine böyle bir fırsat yakalarız da biraz ortamımız değişir.Nice böyle güzel günlere diyorum..Sizler benim için de gezin olur mu bol bol..

16 Haziran 2008 Pazartesi

Rengareennkkkk

Burada oyalanmanın bir yolu da benim için izmitten getirdiğim renkli ve de çok renkli yünlerimle birşeyler örmek. Bu konuda pek becerikli sayılmam aslında. Bilenler bilir sadece lastik ve haraşo örebiliyorum. Ama burdaki yeni arkadaşım bana yine yanımda getirdiğim kalın tombiş ve de renkli tığlarımla yünlerden motif örmeyi öğretti. Şimdi bazen canım sıkıldığında ya da başka bir şey yapmak istemediğimde onları örüyorum. Henüz bir tanesini bile bitirmedim ama devam ediyoruz hırsla. Bir örnek buldum netten çok hoşuma gitti onu da size göstereyim.


Bunun gibi renkli bir minik battaniye örmek istiyorum. Hiç alışkın değilim aslında böyle şeylerle uğraşmaya ama insan kendine yeni bir şeyler üretebilmeli diye düşünüyorum.
Aslında uğraşmam gereken daha önemli şeyler var. Bu yüzden bazen kendime kızıyorum. Otur iki ingilizce çalış ya da fransızca alıştırma falan yao dimi. Arada yapıyorum işte ama her zaman canım istemiyorum. Sıkılıyorum. Fransızca zor bir dil tabi bu bir bahane değil ama çalıştığım zaman pratik yapmadığım için fazla hemen unutuyorum. Konuşmaya çekiniyorum aslında biraz da. Sanırım dile pek de yatkın biri değilim. Çocukluğumdan beri ingilizce şarkıları falan hemen ezberleyiveriyorum hafızama kaydediyorum ama konuşmaya gelince iş hıııkk diye kalıyorum tabiri caizse. Şimdi yine eskisine nazaran az daha cesaretim var ama yeterli değil. Ve açıkçası çok çabuk da hevesim kırılıyor yapamayınca hepten bozuluyor somurtuyorum ve hiç elimi sürmek istemiyorum.
Neyse allahtan kitaplarım kalemlerim ve yazacak kelimelerim var.
Tabi tembellik etmemeye gayret göstermek gerek. Armut piş ağzıma düş diye bir şey yok burda.


Örgü örmek insanı psikolojik olarak da rahatlatıyor. Psikologlar da bazı durumlarda örgü örmeyi öneriyorlarmış duyduğum kadarıyla. Bu güzel bir rahatlama metodu. Vakti olanlar için tabiki. Ne de olsa ortaya kendi emeğinle güzel bir şeyler çıkartmak mutluluk verici.


Yazın takılan merserize fularlara da bayılıyorum. Özellikle mangonun modelleri de tercih sebebi.

Bu arada değişik tasarımlar hakkında bilgi sahibi olmak yeni modeller görmek istiyorsanız ve benim gibi moda hoşunuza gidiyorsa modaturkiye ilginizi çekebilir diye düşünüyorum.





14 Haziran 2008 Cumartesi

Eri ağzımdaa...

İşte kocaman bir tatil gününü daha geriden bıraktık. Yine kaldığımız yerden sanki hiç gitmemişiz gibi devam ediyoruz.
Dün cumaydı ve bizim tek tatil günümüzdü. Sabah biraz erken kalktık bu sefer. Normalde tatil günlerimizde öğlene kadar uyuyoruz. Bu sefer öyle yapmadık çünkü planlarımız vardı. Ben kendimize süper güzel ve süslü bir kahvaltı hazırladım. Ama ne yazık ki acele ettiğim için fotoğrafını çekmeyı akıl edememişim. Sonra eşimle çok sevdiğimiz Semih abimiz geldi bize kahvaltıya. Oturduk kahvaltımızı ettik güzelce.Türk çaylarımızı afiyetle yudumladık. Çünkü hafta içi lipton un o sallama tatsız çaylarından içmekten çok sıkılıyoruz. Daha sonra ben kokoş bir insan olarak biraz süslendim ve yola çıktık. La Madrak denilen yere balık yemeğe gittik.

Prayı bir görmeliydiniz siz de dün. Nasıl kalabalık nasıl anlatamam. İnsanlar akın etmişler sanki. Ve herkes pek şıktı. Cezayirin diğer yerlerine oranla burası çoğunlukla daha güzel oluyor zaten.

Eşim mümüm ve semih abinin sayesinde ne kadar deniz böceği varsa hepsinden yedik. Benim için tam bir kabustu anlatamam. Tatları hala ağzımda bir yerlerde. Tanrım neden bunları yediğimizi düşünmekten işin zevkli kısmını kavrayamadım zaten. Görünüşleri o kadar çirkin ki hepsinin. Zavallı bir karides, kızarmış bir kerevit, sanki bize bakarken ağzı sulanan şapşal tipli istiridyeler, soslu midye ama içinde o güzel lezzetli plavlardan olmayan türden, ve tabiki kalamar. Sanırım masadaki en güzel iki şeyden biri kalamar ikincisi de ekmekti:) Ay pardon pembe şarabımızı da unutmayalım soğutulmuş mis gibi. Gerçekten çok güzeldi tadi şarabın. Her ne kadar dışarda oturduğumuz için çaktırmadan servis yapmaya çalışsak da. Heyecanlı oluyor böylesi bir bakıma.

Beni öyle bir gaza getirdiler ki gidene kadar şeklini düşünüp midemin bulanmasını hissettiğim istiridyeyi lüüpp diye yediğime inanamıyorum. Tadını merak edip de biraz çiğnedim ama baktım bu böyle pek yenilesi bir mahluk değil direk yuttum. Ama sanki o tüm gün benimleydi.

Ve ben durmadan fotoğraf çektim. Bir de ağzımda erimesi için dua ettim. Lütfen korktuğum gibi olmasın ve ben bunca insanın içinde rezil olmak zorunda olmayayım diye. Eriiii ağzımdaaaaa...

Twetty i yemeğe uğraşan zavallı slyvester in, sevimli büyükanneyle tükür tükür diye bağrıştığı gibi ben de kendime yut yut yut diyordum sürekli. İşte o tuhaf şey; tadı hakkında birşey söylemiyorum çünkü deniz kokusundan ve limondan başka bir şey hissetmedim yerken.


12 Haziran 2008 Perşembe

Sevdiğim Bir Alıntı

KADIN BEDENİNİ SOYARSA
MELTEM ARIKAN
16 32
"...büyüklüğü ve yüceliği görmeyi, mutluluğu tanımayı, özgür iradeni kullanmayı seçer ve acımaktan vazgeçersen insanları sevmediğin için suçlanırsın. Ama insanlara karşı, onların hak etmediği bir sevgiyi duymak için çaba harcamak bir cinayet işlemekten farksızdır. Sevgi; saygıdır, tapmadır, onurdur, varoluştur ve çok büyük bir sorumluluktur. Zaafların kılıfı ya da pis yaraların ilacı haline getiremezsin onu. Anlayış, acıma, nefret, korku ve kayıtsızlıktan bir karışım yapıp, bunun adına sevgi demeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Sen var olmadan sevgiyi duyumsayamazsın. Ve var olduğunu hisseden bir insan, başkalarının onayından etkilenmez, zaten birilerinin onayına da ihtiyaç duymaz. İstediği şeyleri yapar ve omuzuna düşen sorumlulukları alır, en önemlisi herkese aynı hakkı tanır. Hayatta en büyük yanlış, kendi istediğin şeyleri yapman değil, başkalarının, senin düşündüğün ya da istediğin şekilde yaşamalarını talep etmendir. Hele sevgi adına yapılan bu talepler kapandaki peynirlere benzer, onu yemek için kapana girdiğin an ölürsün ya da öldürürsün. Cinayet sadece kan dökerek işlenmez."

"...peki ama gerçek neydi?
Gördüklerimiz mi? Gördükleri yorumlama tarzımız mı? Yaşadıklarımızmı? Peki ya görmediklerimiz, yaşamadıklarımız, duymadıklarımız, duyumsamadıklarımız gerçek olmuyor mu? Gerçekler ve doğrular kime göre ne kadar gerçek ve doğru? Tüm bu karmaşada mutluluğun yeri nerde?.."

9 Haziran 2008 Pazartesi

Mim'lemek mim'lenmek

Bu blog dünyasındaki enteresan şeylerden biri demek ki..Pek de şeker vesselam..Valla Serpil bana seni mimledim deyince amanınn bir heyecanlandım bir sevindim..Dedim yaşasıııııınn.Eşimde karşımda deli karım yine kendi kendine birşeylere seviniyor diye:)
Bu mim in konusu çocukluğumuzda ya da gençkeeeennn yaşadığımız en korkunç ya da en gülünç maceraymış..Şimdi hatırlamaya çalışıyorum aslında o kadar çok var ki seçmem gerek birisini sanırım.Tamam buldum:
Kefkende yazlığımız var aslında teyzemlerin ama ayrı gayrı olmadığı için bizim demekte bir sakınca görmüyorum. Öyle benimsedim ki orayı çünkü. Çocukluğumun en güzel zamanlarını orada geçirdim. Daha o zaman bahçede evcilik oynadığımız zamanlardı.Önümüzde liman vardı kocaman. O zaman limanda denize giriliyordu. Ben de ananemle yalnız kalıyordum o zaman kefkendeki evde. Işıl hadi dedi bana botla limanda gezicez. O zaman yat yarışları da vardı sanırım bir yat gelmişti limana ona da bakmak istiyorduk yakından. Ananem bana izin vermemişti. Ama ben geri kalır mıyım böyle bir maceradan. Ona çaktırmadan bota doğru ilerledim. Valla yalan olmasın o bot 2 kişilikse eğer biz baya bir kalabalık binmiştik. Işıl, ben, seçil, kazım vardı ışılın kuzeni ama başka kim vardı hatırlayamadım. Kazım kürekleri çekmeye başladı. Gayet güzel limanda dolaştık yatın yanına gittik, baktık falan. Dönüyoruz artık. Bir de ne görelim botumuz delinmiş hava kaçırıyor. Tabi hepimiz panik olduk. Hele ben ananem kızacak diye üç buçuk atıyorum. Işıl bir yandan deliği eliyle kapatmaya çalışıyor kazım kürek çekiyor ben sanırım biraz zırlıyordum:) kıyıya kadar zar zor geldik ama çok da kıyıya gelememişiz meğer. Belime kadar falan suya girdiğimi hatırlıyorum. Botumuz baya bir pörsümüştü çünkü. Neyse indik bir telaş. Bir de baktım ananem bana sesleniyor. Ben sırılsıklam. Eve gittiğimde ananeme Rüştü amca yani ışılın babası bahçeyi suluyordu biz de biraz oynadık dedim. Meğer biz botla dolaşırken ananem rüştü amcaya beni sormuş o da botla gezmeye gittiler limana demiş. Yani ben yakalandım.Sobeee. Ve üstelik botumuzun patlamasıyla edindiğimiz korku da cabası. Çok heyecanlı aynı zaman da çok eğlenceli de bir gün yaşamıştım. Bu olayı hep hatırlarım. Yaramaz bir çocuk değildim ama maceradan da geri kalmazdım korksam bile. Aklıma bir sürü anı geldi şimdi ama hepsini yazamam ki buraya. Neyse bari sonraki yazılarımda yazayım aklıma gelenleri.
Şimdi ben de birini mimlesem diyorum. Nasıl oluyor bilmiyorum ama. Bir kaç kişiyi mimleyebilir miyim acaba? Bir sınırı var mı bu işin heheehe:)
Ayy yapamadım sizin gibi renkli çıkmadı benim yazılar burdaaa..
Bana bir söyleyiverin noolur nasıl yapacağımı..Dedim ve flame bana yazdı ben de şimdi düzeltiyorum. Beni mimleyenleri mimleyemiyormuşum. Oyüzden ben de sadece arkadaşım margotto yu mimliyorum o zaman. Yaşasın öğrendim:) Teşekkürler Flameeee.....

8 Haziran 2008 Pazar

Evlilik Yıldönümü

Bugün annemle babamın evlilik yıldönümü. Bizimkine de az kaldı hani. "18 ağustos"..Hem artık ben de evli bir bayan olduğum için hem de bizim yaşadıklarımızı zamanında onların da yaşadığını bildiğim için onlar ve kendim adına çok mutluyum. Ne de olsa eğer annemle babam birbirlerini bulmuş olmasalardı belki biz de eşimle şu an birlikte olmayacaktık. Belki de biz ;biz olmayacaktık. Onlara sahip olduğum için öyle mutluyum ki. Eğer seçme şansım olsaydı yine onları seçerdim kendime ebeveyn olarak.



Hep böyle kocaman mutlu olsunlar istiyorum. Eşimle yaşadıklarımı düşündüğümde şimdi hep bir yandan onları da düşünüyorum. Bizim yaşadığımız heyecanların ortakları onlar. Birbirlerinin gözlerine sevgiyle bakan, birbirlerinin dilinden anlayan, yürekleri kocaman iki insan. İki ayrı kişiyken bir bütün olan iki insan. Ve bu bütünlükten yeni bir hayat yaratanlar. Bana bu güzel hayatı veren insanlar. Herkes kendisinin en şanslı olduğunu düşünür sanırım bu konuda:)




Eskiden sanki onlar başka bir dünyada yaşıyorlamış gibi düşünürdüm oysa şimdi ne kadar da çok ortak noktamız var diye düşünüyorum. İşte tüm bunlar hayat tecrübesi sanırım. Zamanla anlaşılabilecek şeyler. Belki de evliliğin getirdiği bir şey. Ve ben bunun için de mutluyum.




Kurabiyemi çayıma batırıp yerken şimdi bir yandan da çook eskileri düşünüyorum. Geçirdiğim güzel günleri. Ne mutlu bana ki her yere beraberimde götürebildiğim güzel anılarım var ve onlara eşlik eden fotoğraflarım. Ne de olsa fotoğraflar yaşanılanların aynaları...




Büyük mümülerin (bu bizim aramızda bir söz) evlilik yıldönümlerini kutluyorum. Onlar için bir sürü güzel dilek diliyorum içimden. Sizi çok ama çok seviyoruz annegülcüm ve babacım..

7 Haziran 2008 Cumartesi

Lost-For Benjamin Linus-

Benjamin için;
Belki de hayatının böyle akıllı biri tarafından planlanması veya kurgulanması güzeldir. Aptal jack gibi sadece bildiklerine inanan birinin olması ne sinir bozucu. Bilim adamı ne de olsa ama biraz da başka bir yanı olmalı insanın. Mucizelere açık bir yanı. Diğer fizikçi çocuğu pek seviyorum. Adı neydi unuttum. Hah Daniel..Pek de şeker kendisi.. Ona da ne oldu bu arada pek merak ediyorum. Jack ise şimdi nasıl da kendini yerden yere vuruyor değil mi adaya dönmek için..Zamanında anlasaydı neler olabileceğini. Biz bile anladık valla. Ben olsam hayatta dönmezdim ordan. Kocam mümüyle adanın güzelliklerini keşfederdim herhalde. İlk zamanlarda onun yani "Ben"in kötü olduğunu düşünüyordum şimdiyse gıptayla bakıyorum. Helal olsun adama valla yaa. Süpersin:) Ama tabi Sayid ve Sawyer ı da atlamamak gerek. Filmin olmazsa olmazları. Bakalım bizi daha ne sürprizler bekliyor. Adadakiler kurtulmayı, kurtulanlar geri dönmeyi bekliyor yani herkes beklemede benim gibi şu an. Bekleyelim bakalım hayat sürprizlerle dolu ne de olsa...Benjamincim yap bir kıyak sen bize yaw..Kurtar şunları bu azaptan:) Seni biraz da olsa anlamayanlara ne istersen yapabilirsin. Sayid i de aldın nasıl olsa yanına..

Hehee uçtum iyice galiba ama napayım..Biraz geyik yapmak istedim bugün..

sevgiler tüm lost hayranlarınaaaaa...

benjamin sana da sevgiler :):) her ne kadar gözlerin kocaman pörtlek olsa da...Seni beğeniyorum.


Bu arada söylemeden edemeyeceğim o siyah duman için kocam süper bir yorum yaptı..
Ne o öyle yazar kasa gibi geliyor dediii...Sesi aynı yazar kasa gibi ...
koptum gerçekten..

İçerden

Birkaç gündür bazı şeylere ara verdim. Aslında yazmak diyemem çünkü buraya yazmasam da odada bişeyler muhakkak yazıyorum engel olamıyorum kendime. Eğer elim kalem kağıda gitmiyorsa da boşluğa yazıyorum aklımdakileri yatağıma uzanıp.Tembel biri de sayılmam aslında gün boyu yatakta yatıp hiçbir şey yapmadan duran. Ama arada oluyor demek ki. Burada böyle zamanlarım oluyor. Bazen canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Sadece susmak istiyorum. Sessizce kendimi dinliyorum. Kafamdakileri havanın akışına bırakıyorum. Diyorum ki bazen kendi kendime içimdeki beni bulmalıyım. Bir şey olmalı ,biri beni kendime getirmeli. Sanki hiçbir şey yapmıyor gibi hissediyorum zaman zaman. Bir amacım yok sadece hayata yan yollardan girip çıkıyor gibiyim. Kendi kendime bir tatminsizlik duygusu geliştirdim sanırım. Burda mı oldu bu hayır zaten evvelden beri vardı. Biliyordum bu tarafımı ama şimdi bu beni fazlasıyla rahatsız ediyor.Burda hiç türk arkadaşım yok vakit geçirebildiğim. İşin kötüsü olsa bile mesafeler o kadar uzak ki gidip gelemiyorum. Mesleğimi çok seviyorum ve bir antropolog olarak çok şey yapmak istiyorum. Burayla ilgili de yapmak istediğim çok şey var. Ama çoğunu yapamıyorum çünkü ufak bir araştırma için bile bir şeyler görmem, birileriyle konuşmam, bilgi almam, bağlantı kurmam gerekiyor.Dilimi henüz ilerletemedim. Burdaysa çoğu insan ingilizce bilmiyor.Yine de bunca şeye rağmen içimdeki isteği kaybetmedim. Günlerdir bunun üzerine düşünüyorum. Ve bugün elçiliğe bir yazı yazmaya ve anlatmaya karar verdim. Bizim gibi insanları bir araya getirecek bişeyler olmalı. Bu şehirde benden başka araştırmacılar da olmalı hatta antropologlar olmalı. Bir şekilde ulaşılmalı,engeller kaldırılmalı. Sadece bir yabancı olarak, hayata yabancı kalarak devam edemez insan bişeylere dahil olmalı, çaba göstermeli değil mi? Belki çoğu insan anlamayacak bu sözlerimi. Ama eminim benim gibi uzaklarda yaşayanlar anlayacaklardır. Okuldan hocalarımla ve meslektaşlarımla diyalog içindeyim ama bir süredir yazamıyorum bile onlara çünkü elimde hiç bir şey yok. Kulaktan dolma bilgilerle veya sadece detaylandırılamayan gözlemlemelerle bir şey yapamıyorum. O yüzden bu yazıyı tamamladıktan sonra elçiliğe mailimi göndereceğim. Umarım ilgilenirler ve bir şekilde bağlantıya geçerler. Belki araştırmam da destek olurlar belki türklerle görüşebilmemizde ve ya benim gibi antropologlarla ya da araştırmacılarla görüşebilmemizde yardımcı olurlar. O zamana kadar kitap okumaya, çılgınca yün örmeye, boylu boyunca uzanıp izlediğim filmleri tekrar izlemeye ya da yenilerini izlemeye devam edeceğim. Hayatımın en uzun tatilindeyim. Çok da şikayetçi sayılmam ama keşke buralarda bir zen ustası bulsam o da benim ruhumu bulsa içimde bir yerlerde. Daha plates yapmaya bile başlayamadım. Kendime baktıkça oramdan buramdan sarkan yerleri görüyorum. Yazın plajda olacak olan fıstık gibi hatunları düşünüyorum. Sonra en azından ekmek yemeyi bıraktım diye kendimi avutuyorum ama ne çare. Artık 26 yaşındayım. Zaman geçiyor. Ne yapılacaksa bir an önce yapılmalı. Yarın öbürgün hayat bizi bir yerlerimizden yakalayıp sürüklemeye başlayacak çünkü biliyorum. Ne demişler:
hayatta üç şey vardır bir daha asla geri gelmeyecek
1-atılan ok
2-söylenen söz
3-kaçırılan fırsat
Bu yüzden zamanı güzel harcamak gerek.
Bu yazıyı kendime ithaf ediyorum. Aklım biraz başıma gelsin diye. Bişeyler yapabilme gücünü kendimde bulabileyim diye. Hadi harekete geç artık ben!!!

3 Haziran 2008 Salı

Haziran Yazısı

Haziran geldi ya artık yaz da geldi onunla birlikte. Birkaç gündür canım hiç internete girmek istemedi. Odamda kitap okudum ve buradaki yeni arkadaşımla sohbet ettim bana baya iyi geldi. Burada eşimle çalışan bir beyin eşi geldi kalmak için bir süre. İyi anlaştık Sevda Hanımla. Birlikte iki gündür kahve içiyor sohbet ediyoruz. Burada türünden biriyle konuşabiliyor olmak gerçekten çok ama çok güzel. Geyik yapmak bile güzel, havadan sudan konuşmak da, ciddi şeylerden bahsetmek de. Kısacası birkaç gündür nete gelmememin sebebi yeni arkaşımla birlikte güzel vekit geçirmiş olmamız. En azından konuşabileceğim birinin olduğunu biliyor olmanın verdiği hissi yeniden hissedebilmek güzel.
Onun dışında yazmadığım birkaç gündür hayatımda pek birşey değişmedi. Yine kitaplarım ve ben birlikteydik. Olasılıksız ı okumaya devam ediyorum sanırım son 10 sayfasındayım. Güzel ve sürükleyici bir hikayesi var macera sevenler için.
Onun haricinde eşimle deliler gibi "lost" izliyoruz. Bilmeyenlere veya hala türlü bahanelerle izlemeyenlere burda yüksek sesle duyuruyorum MUTLAKAAA İZLEYİİİNNN...Dördüncü sezonun en son 12.ci bölümünü izledik şimdi eve gitmeyi ve netten yeni bölümler çıkmış ise indirmeyi heyecanla bekliyorum. Yok böyle bir dizi gerçekten. Televizyon tarihinin sayılılarından olacaktır bence. İlerde çocuklarım için saklamayı düşünüyorum. O zaman ne düşünürler bilemiyorum ama bu dizi hakkında. Demode olmuş olur sanırım o zamana kadar. Ama olsun belki bana yaşattıklarının aynısını onlara da yaşatabilir bu dizi olasılıklar dahilinde..
Bunların dışında iyiyim. Çayımı yudumluyorum ve eşimin sigarasından bir fırt çektim öyle yazıyorum. Yazmayı özlemişim. Gerçi buraya yazmadığım zamanlarda odamda takvim yapraklarına dosya kağıtlarına ve bilimum şeylere yazıyorum ama yine de burası gibi olmuyor.Yazmak çok özel bir duygu. Kişiye aitlik hissi verebilen.
Şimdi bekliyorum yeni yazım için gelecek kelimelerimi. Adı ve içeriği belli ama henüz bitiremedim. Umarım benim gibi sabırsızlanan okuyucularım vardır...