Lahana modunda dolaşıyorum. Yeniyıl dileklerimde de yazdığım gibi hayatımın geri kalanını her mevsim yaz yaşanan bir yerde geçirmek istiyorum. İncecik giysilerle, soğanın üzerindeki zar gibi, ya da yumurtanın; lahananın kalın kabukları gibi değil. Komik bir benzetme oldu ama yumurtalı, soğan kokulu; zar deyince külotlu çoraplarım geldi aklıma yeni aldığım. Kışın çok üşüyen bir insanım ben. Daha doğrusu sanırım ben biraz da mutantım. İnsanları görüyorum da kışın bile ipince giyiniyorlar öyle. Vitrinler de çok da kalın olmayan tiril kollu penyeler. Ben onları giysem donarım herhalde. Ama şimdilerde eskisinden daha az üşüyorum diyebilirim. Yine de tedbir amaçlı üşüyorum diye küçük bir dükkandan külotlu çorap aldım. Bugün de giyeyim dedim ayy tanrım ne eziyet ne eziyet. Çorap likrasız çıktı. Meğer ben likralı çorapların rahatlığına nasıl da alışmışım öylee. Yukarı çekeceğim çorabı diye telef oldum. Kazık gibi estetik yoksunu bir çorap çıktı çıka çıka. Ben ne bileyim böyle olduğunu. Türkiye de şimdiye kadar hiç böyle birşey gelmemişti başıma. Öyle kozmetik ürünleri satan, küçük bir dükkandan almıştım oysa. Gülmekten öldüm. Bazı şeylerin kıymeti gerçekten kaybedilince anlaşılıyor demek ki. İşte bir dandik çorap bana bunu iyice belletti.
Türkiye'den konuştuğum herkes, okuduğum çoğu blog, izlediğim bütün haberler kar dan ve soğuktan bahsediyor. Burada ise soğuk var ama kar yok. Geçen sene kar görmüştük. Ama hangi aydı hatırlamıyorum. Hemencecik kendini gösterdi gitti görücüye çıkar gibi. Şöyle lapa lapa yağsın istiyorum ben. Hem de yılbaşı akşamı. Yeni yıla karsız girilir mi hiç yahu..Gecenin geç saatlerinde çıkıp kardan adam yapılır benim bildiğim. Yağğ yaağğğ kaaarrrrrr:) Kıskandırma beniiiiii bak herkes kar topu oynuyor.Bir de çam ağacı tabi olmalı ışıl ışıl. En tepesinde de benim ağacımın güzel bir melek olmalı. Evimin başköşesinde durmalı ve içimi aydınlatmalı. Çok istiyorum bir yılbaşı ağacı altında bir sürü hediye. Ama yok işte..Üç sene evvel Ankaradaydım yılbaşında teyzemlerde. Kocaman bir ağaç vardı süslemişlerdi ooohh süperdi. Şimdi yine süslerle kocaman ağaçlarını. Teyzem yine döktürür valla favalar, dolmalar, zeytinyağlılar, iç pilavlar.
Büyük bir istekle bekliyorum yılbaşını ve kar yağmasını. Evimizin bahçesinde birikir belki biraz. Bir de bir sürü dilek diliyorum her gün içimden. Dilek ağacım olsaydı şimdiye dalları aşağıya inmişti herhalde. Dilek ağacımın altında, pencerenin dibinde, hediyelerin hemen yanıbaşında elimde şarabım; sevdiğim yanımda ve tabi ailem ve dostlarımla girmek istiyorum yeni yıla. Bu tablo gerçekleşmese de benim hep aklımda, düşümde. Fotoğrafları bekleyeceğim artık heyecanla. Ben de şekersiz çay içme çabalarıma devam edeceğim. Kendimi arada kandırıp sanki görmüyormuş gibi yapıp çocukça, çekine çekine bir tane içine atarak bir çırpıda. Sonrada hiçbir şey yokmuş gibi havaya bakıp masum bir tavır yakınıp yazmaya devam ederek.
Not: Pinocum benden de sana bir armağan şarkı olsun istedim. Ankara'nın karlı günlerine ithafen. Ben yağmasını çok istiyorum ama Ankara'da çok yağıyormuş duyduğuma göre. Yağmasın artık işte orda kıskanıyorum ben bananee:):) Sevgiler sana..
Evet biraz komik bir başlık oldu belki ama ben onlara zuzularım demeyi çok seviyorum. Onlar benim mini mini güzellerim. Derin ailemizin en büyüğü. O artık kocccaaman oldu. Hatta onun da bir blogu bile var. Hentbol takımında kalecilik yapıyor. Son derece aklı başında bir çocuk oldukça da yakışıklıdır. Yerim ben onu. Böyle dedim diye şimdi bana kesin kızmıştır. Ne de olsa artık büyüdü tabi haklı çocuk. Yine de eski halleri hiç gözümün önünden gitmiyor. Ben deprem senesi Ankara'ya gittiğimde teyzemlerin yanına derinciğim daha bebecikti o zamanlar. Kucağıma alır dansederdim onunla. Hiç unutmam mama sandalyesinde yemek yerken çok uykusu gelmişti ve kafası kabak dolmalarının olduğu tabağının içine düşüvermişti. Çok maceraları vardır onun. Her seferinde de bu maceraları ona tekrar etmemden bıktı artık. Tabi artık ben de yaşlandım Akbank gibi herşeyi tekrar ediyorum:) Bir defasında da sessiz sedasız mutfakta otururken bulmuştuk onu evde bir anda fırt diye ortadan kayboluveriyordu çünkü bir de ne görelim öylece yerde oturmuş pufidik ayaklarıyla ağzında bişey çiğnemeye uğraşıyor daha çıkmayan dişleriyle. Elinde de çiğnemeye çalıştığı şeyin yarısı. Ne dersiniz bu şey? Tabiki ikiye bölünmüş ölü bir arı. Tanrım nasıl da korkmuştuk anlatamam. Allahtan arı ölüymüş de dilini falan sokmamış bizim küçük canavarın. Bir defasında da annesinin hemencecik yanıbaşındayken kaybolup iki arada bir derede banyodaki dalin şişesini dikmişti ağzına. Bu anlattıklarım hep 1-2 dklık olaylar zannetmeyin çocuk yalnız kalıyor da yapıyor. Onu gördüğümde konuşmaya çalışırken ağzından baloncuklar çıkıyordu. Hiç unutamıyorum. Kısaca böcübi de diyebiliriz ona aslında. Çünkü küçükken gördüğü böceklere böcübi diyordu. O bizim ilk göz ağrımız. Babannem de benim için hep böyle derdi.. İlk göz ağrısı olmak başka bişey tabi. Ben bu güzelliği hep hissettim. Derinciğim de öyle. İsmi gibi güzel olsun yaşamı da. Onun hayatta güzel şeyler başaracağına dair inancım sonsuz. 
Burada da Misbah ablamı ısrarla Defne' ye yemek yedirmeye uğraşırken görüyorsunuz. O şimdi bu fotoyu koydum diye kızar heehe güzel çıkmamış diye ama napıym defneyle başka foto çekmemişim sizi bu sefer. Bir dahaki sefere artık. İkinizi hep ayrı ayrı almışım.



Neyse zaman geçti tüm ağırlıklarıma rağmen beni uçağa aldılar:) Aslında çok da ağır değilmişim boşuna çıkartmışım bazı eşyalarımı bavulumdan.Yine de bir ohh çektim yerime oturduğumda. İlk defa uçağa binince rahatladım sanırım. Bu sefer o kadar çok türbülans oldu ki uçakla mı geldim trenle mi anlamadım inanın. Yorgunluk ve uykusuzluk baskın çıktığından korkum çook gerilerde kaldı. Yemekler yine süperdi. Hele o ağızdan dağılan tadına doyum olmayan mini mini tatlılar yok mu" daha çok istiyorum bunlardaaann" diye haykırmak geldi içimden. Ama uçakta yemek yemek tam bir eziyet. Tanrı bizi sınıyor diyorum her seferinde bunu da becerebiliyor muyuz acaba diye?


