28 Mart 2009 Cumartesi

Odam ve aramızdaki o tuhaf şey

Yazımın başlığından da anlıyorsunuz sanırım odamı çok özlüyorum ben. Bana ait olan onlarca eşyamı, kitaplarımı, tablolarımı, yatağımı, çalışma masamı, fotoğraflarımı, dergilerimi, oyuncaklarımı, pufidik tüylü halımı v.s. Orası bana ait bambaşka bir dünya sanki. Oraya girdiğimde herşey başkalaşıyor. O kadar çok şey yaşadık ki odamda hani derler ya duvarların dili olsa konuşsa işte aynı öyle. Bir buzdolabı ve tuvaletim olsa buradan hiç çıkmam diye düşünürdüm hep. Buradayken en çok odamın hasretini çekiyorum. Eşyalarımın. Keşke herşeyimi yanımda getirebilseydim.


Türkiye'ye gittiğimde her ama her seferinde mutlaka ortada fazlalık yapmasın diye kutuladığım kitaplarımı karıştırıyorum. Her seferinde o devasa ağırlıklıkları indirip yerlerinden teker teker göz atıyorum hepsine. Sonra üniversiteden beri biriktirdiğim notlarımı elime alıp bir bir bakıyorum. Biriktirdiğim gazetelerimi, bir koli olmuş radikal gazetesinin verdiği kitap eklerini, incik boncuklarımı, kıyafetlerimi seviyor, okşuyor, kokluyorum. Onlardan uzak kalmak koyuyor çok bana. Hani filmlerde bir küçük çanta ya da bohça yapıp evden kaçarlar ya hiç anlamıyorum onca şeyi nasıl ardında bırakıp gidebilir insan. Değer verdiği, anı kokan onca eşyayı. Ne olursa ama bir kalem bir defter bile olsa. Ben hayatta bir minicik çantayla gidemezdim herhalde. Annem hep der bana sen kaçacak olsan sanırım kapının önüne tır getirmen gerekir. İşte aynen öyle. Aramızda tuhaf bir şey var eşyalarımla. Herkeste böyle midir bilmiyorum. Benim çok fazla kitabım vardır mesela gerçekten çok fazla. Yine annem bunların hepsini okuduysan profesör olmalıydın der hala daha. Hatta bize gelen temizlikçimiz Halime abla odamda sadece pencereleri siler bir de yerleri diğer şeyleri hep annem yapar ya da ben yapardım. Korkuyorum derdi hep senin odan müze gibi vallahi Halime abla. Duvarlar dolu, yerler bilakis öyle, ne ararsan var. Ama ben hep böyleydim ve böyle mutluyum. İşte örnek size;

Bu fotoğraf bir Türkiye tatilimden. Hemde bavuldan falan da anlayacağınız gibi ya geldiğimin hemen ertesi ya da dönüşün bir gün evveli. Çünkü henüz açılıp yerleştirilmemiş. Öylece duruyor tıklım vaziyette:)Kolinin biri yandan sırıtıyor zaten. Sağdaki sarı ayak da Pooh'ya aittir. O da odamın vazgeçilmez parçası. Biliyorum ki uçak biletleri bu kadar pahalı olmasaydı ona da bir koltuk alır yanıma oturtturur getirirdim taa buralara. Ahh canım kitaplarım yaa. Zaten hala akıl sır erdirememişimdir odasında hiç kitap olmayanlara. Nasıl yaşıyor onlar acaba?

Bu çalışma masamın ben Türkiye'de bulunduğum zamandaki hali yani henüz evlenip Cezayir'e gelmemiştim. Hiç bir zaman bundan daha boş kalmadı sanırım.

Bu da ben Cezayir'de olduğum zamanlardaki fotosu. Ben tabi gider gitmez mutlaka bir şeylerde yer değişikliği yapıyor, masaya ucundan köşesinden yeni misafirler koyuyorum.


Bunlar da o bahsettiğim Kitap eklerinin bir kısmı. Bir fırsat bulduğumda hepsini ciltlettirmek istiyorum. O zaman daha güzel olacaklar. Hem de tozlanmayacaklar. Tabi küçük kağıt kurtçuklarını da unutmayalım..

İşte odamdaki en sevdiğim eşyalardan sadece biri. Bu benim kitapçı dükkanım. En büyük hayalim bir ktapçı dükkanı açmak olduğu için ilkokuldan arkadaşım Harun bana doğum günümde bu kitapçı dükkanını hediye etmişti. El yapımı bir dükkan bu. Bunu yapan bayan daha neler neler yapıyor görmelisiniz. Bu gidişimde fotoğraflarım sizin için. Melekleri sevdiğim için melek tablosu da koymuş, hatta telefonum da var kablosu lüle lüle hatta kredi kartı da geçiyor bilginiz olsun:):) Fotodan pek anlaşılmıyor ama %10 indirim de var kitaplarda:)

Odamdaki vazgeçilmezlerimden biri de bu albümüm. Çemberimde Gül Oya dizisini bilirsiniz. Onu çok severdim ben ve oradaki karakterleri de. Cd lerini de hala izlerim arada. İşte o cdleri izlerken ben dvd programının fotoğraf çekme fonksiyonunu kullanarak bu fotoğrafları çektim ve bastırdım. Onlardan kendime bir albüm yaptım. Son fotoğraf hariç hepsi siyah beyaz albümün tarihi dokusuna uyması amaçlı. Bir de altına sözler yazdım yapıştırdım. Şiirler ve fotoğrafa uygun bir çok dize. Tabi çok oldu bunu yapalı, o zaman kağıtları öyle direk yapıştırmışım beyaz beyaz, aynı pantalon altına giyilen beyaz çoraplar gibi sırıtmış. Şimdi onu elden geçirmek gerek. O zamanın acemiliği işte ya da bir an önce bitirebilme heyecanı mı desem. Albüm de oldukça eski sanırım annemindi bir zamanlar.

Vee bunlar da plaklarım ve plakçalarım. Uzun bir hikayesi var aslında. Annemin plakçalarıymış eskiden teyzem yazlık temizliği yaparken bir torba plak ile birlikte bulmuş tavanarasında. Ben de hemen talip oldum tabi. Gittim bir tamirci amca buldum plak tamiri yapan yalvar yakar yaptırdım. Fişe takıyorum vee eğlence başlasın. Plaklar da bir harika. Yabancısı, yerlisi en eskileri bile var. Zeki Müren'den Beyaz kelebekler'e, Neşe Karaböcekten, Erol Büyükburç'a ve aklıma gelmeyen daha onlarcası. Geldiğinde plakların üzerlerinde kağıt kapakları yoktu şimdi bir görevim daha var; onlara zarar görmemeleri için acele tarafından kağıt ya da karton kapak yapmak. Veyahut almak. Şimdilik bu kutuda muhafaza ediyorum. Kitaplarım ve sevdiğim eşyalarımla ilgili yeni fotoğraflarım olacak bu gidişimde. Bekleyin olur mu?

26 Mart 2009 Perşembe

Misafirlikteydim

Tipaza daki güzel gezimizden sonraki gün buradaki arkadaşım Sarah ile çıkmayı planladık. O gün sabah erkenden beni gelip evden aldılar. Biraz tur attık. Hafta içi olduğu için her yer açıktı ve şimdiye kadar görmediğim bir sürü dükkanı, mağazayı açık görme şansım oldu. Daha önce de bazı yazılarımda anlattığım gibi hiç tahmin edemeyeceğimiz küçücük dükkanlarda ne kadar güzel şeyler olduğunu bir kere daha görmüş oldum. Ablası Asma'ya gözlük almak için bir optiğe gittik, daha sonra yakınındaki bir ev aşyaları dükkanına gittik bizim züccaciyeler gibi. O kadar çok çeşit var ki ev için. Hem de son derece modern hepsi. Biraz etrafı turladıktan sonra arabayla eve gittik yemek için. Teyzeleri de beni görmek için gelmişler eve sağolsunlar. Onlar da çok tatlılar.

İşte burası da Sarahların mutfağı. Benim için Asma çok güzel şeyler hazırlamıştı. Artık Cezayir mutfağına da alıştım zaten. Sadece hala bizim maydanozumuza benzeyen sabun tadındaki o baharatı yadırgıyorum. Ama yine de bazen yiyorum. Solda Sarah'nın annesi, onun yanında Asma; ve teyzeleri.


Yemek yedikten sonra dışarı çıktık. Daha önce bildiğimiz ve gittiğimiz Sidi Yahya da bir dükkan vardı yine ev eşyaları satan. Ama tabi açık yakalayamıyorduk uzun zamandır. Ben oraya gitmeyi istedim. İlk başta bir güzel gezdik o dükkanı. Ev için bir kaç şey aldım. Bir tane de çok güzel kurabiye yapmak için motifli kalıp aldım. Sonra çok güzel ayakkabılar satan bir ayakkabıcıya gittik indirim varmış. Ama şansıma hiç numara kalmamıştı. Bir de görseniz neredeyse ayakkabıların çoğu tükenmişti. Ucuz olduğu için herkes almış. Umarım ben de bir dahakine alabilirim.

Daha sonra teyzesi bizi kahve içmeye çağırdı evine. Benim için cezayir in geleneksel tatlısından yapmıştı. İçinde irmik bal tarçın ve ceviz vardı. İrmiği helva yapar gibi tencerede kavurup sonra içine bal ekliyorlar sanırım. Biraz ağır ama lezzetli. Tatlı krizlerinde kolay çözüm yolu aslında. Evde hemen yapılıp yenilebilecek cinsten. Bir de başka değişik bir tatlı vardı ama adını hatırlayamıyorum. O da son derece lezzetliydi ve bundan daha hafifti.

İşte sözünü ettiğim tatlı da bu. İçinde gördüğünüz kahverengimsi şey hurma. Ve sanırım yine irmik ile yapılan bir tür tatlı. Tarifini öğrenince yazarım merak edip tatmak isteyenler için.

Ve son olarak da ben Asma ve Sarah..

23 Mart 2009 Pazartesi

Tipaza; Roma Harabeleri

Tipaza'da pikniğimizi yapıp temiz havayı gönlümüzde içimize çektikten sonra ve tabi biraz da yandıktan; harabeleri görmek için yollara düştük. Zaten ben daha harabeler lafını duyunca heyecanlanmıştım. Böyle tarihi mekanları görmeyi çok seviyorum. Yaşanılanları düşünmeyi, ordaki kalıntılara dokunmayı, zamanı hissetmeyi seviyorum.


Denizin kenarında harika bir yer burası. İyiki de gidip görmüşüz. O kadar büyük ki anlatamam. Kocaman bir alana yayılmış tüm kalıntılar. Ağaçlar rüzgarın şiddetinden yere kadar uzanmışlardı. Ve taa uzaklardaki o görüntüleri bile insanı cezbetmeye yetiyordu.

Sanırım bu fotoğraftan da görünüyor karşı kıyıdaki eserler. Ve tabiki ağaçlar.

Fotoğraf çekmekten ve ağzımız bir karış açık dolaşmaktan tarihine ilişkin notları okuyamadık. Sadece eşim 2 ile 6.yy arasına ait eserler olduğunu görmüş. Ben zaten fransızca olduğu için yazılanların çoğunu da anlayamadım. Dakikalarca gezdik ama daha göremediğimiz o kadar çok yeri var ki. Yalnız iyi korunmadığı için çok üzüldük. Çocuklar çıkan mozaiklerin üzerinde zıplıyor insanlar kalıntıların üzerine çıkıp tahrip ediyorlardı. Türkiye'de olsa çok daha iyi muamele görürdü sanırım. Çünkü Türkiye'de böyle yerleri gezerken genelde etrafta dolaşan görevliler görürüz, uyarılar alırız hatta fotoğraf bile çekemeyiz bazen. Ama tabi bazen de tam tersi olabiliyor buradaki gibi. Burada da fotoğraf çekmeyin diye uyarı vardı. Önce biz de çekmedik tabiki ama bir de baktık insanlar ellerinde makinalarla gayet güzel bir şekilde çekiyorlar biz de dayanamadık bu güzelliğe hemen asıldık makinalara:) Aslında süper iyi oldu. Çünkü gördüğüm yerleri zamanla unutmak en sevmediğim şey. En çok anıları kaybetmekten korkuyorum ben. Onlar olmadan hiç anlamlı olmuyor hayat, o güzellikleri zaman zaman tozlu raflarından çıkartıp gözler önüne sermeden.

İşte bunlar da mozaikler. Umarım kısa zaman içinde yok olup gitmezler. Herkesin görmesi gereken bir yer bence. Ve dhaa dünyada görmediğimiz böyle ne kadar çok yer var. Burası da ölmeden önce görülmesi gereken yerler listesine girmeli bence.

Bu ağaç oradaki bir sanatçı tarafından yapılmış yani eskiden kalma bir eser değil ama oldukça güzel. Kendisi de oradaydı zaten ve yarattığı eserlerin fotoğraflarını gösteriyordu insanlara. Onun da fotoğrafını çekmiştim ama bulamadım sanırım iyi çıkmadığı için silmişim. Ama arkadaşım Sarah iyi bir poz yakalamıştı ondan aldığımda fotoğrafları yayınlarım burada.




Bu fotoğraf ise yeni bir yaşama giden yol gibi adeta, gizli bir geçit gibi. Umarım sevmişsinizdir fotoğraflarımı. Hepsi el emeği göz nuru. Bunları çekerken düşme tehlikesi bile geçirdim ayağım takıldı. Ama yine de başardım. Ben zaten burada sürekli boynumda makinayla dolaşan turist ömer modundayım. En sevdiğim kısmı da bu zaten. Yeni maceralarımızda görüşmek dileğiyle...

22 Mart 2009 Pazar

Tipaza da piknik

Güneşli ama serin bir gün bugün yine. Aldanmamak gerekiyor. Ellerim buz kesti. Gözlerim de yine dakikalardır bilgisayara bakmaktan bir tuhaf oldular. İki gündür deli gibi yorulduk. Ama çok güzel zaman geçirdik. Cuma günü sabah erkenden uyandık ve pikniğe gitmek için yola çıktık; bir gece evvel yaptığım tarçınlı çaylı kekim, özenle gecenin köründe sardığım yaprak dolmalarım ve pastaneden aldığımız kurabiyelerle..Çünkü artık tuzlu bir şey yapmaya mecalim kalmamıştı. Dolmalar beni epey oyaladı. Yolculuğumuz bir saat kadar sürdü. Ve Tipaza'ya vardık. Tipaza'nın ismi hüzünlü bir hikayeden geliyor. Orada yaşayan bir kadının ismi Tipaza. Yıllar yıllar önce oğullarını savaşa göndermiş. Sonra geri dönüşlerini görebilmek için hep sahilde beklemiş. Orada hala bekliyor oğullarını ama dönmemişler tabiki. Heykelini dikmişler deniz kenarındaki limana. Epey üzüldüm dinlediğimde. Hava bolca güneşliydi yine. Tam da piknik havasıydı arada biraz estirse bile. Tabi açık hava bizi epeyce yordu. Önce biraz etrafı turladık sonra yere örtümüzü serip pek güzel dakikalar geçirdik mamalar yedik sohbet ettik. Arkadaşı ile saklambaç oynayan ufak bir kız çocuğunun sayı sayarken sayıları çabuk çabuk atlayarak geçivermesine güldük, acemice hep aynı yere saklanmasına ve sobelenmesine. Burda saklambaç oyununa "cache cache "diyorlarmış yani kaş kaş. Ona da epeyce güldük..

Fotoğraftaki yerler piknik için gittiğimiz yerin etrafındaki mekanlar. Deniz kokusunu içimize çekmek çok iyi geldi. Gerçekten deniz çocuğu olmak böyle bir şey, denizi olmayan şehirler çok zor bence aynı içinden tren geçmeyen şehirler gibi..Yapma çiçekler gibi..

Sanırım bu Cezayirli amca günün büyük kısmında burada kısmetini bekliyordu. Nasıl da düşünceler almış yürümüş hayatın ortasında duruveriyor..Umarım güzel balıklar yakalamayı başarmıştır.

Burası da bulunduğumuz yerin karşısındaki sahil. O kocaman beyaz bina ise restorantmış. Yazın hizmete başlıyor herhalde.

Bu beyaz evlerde yazın buraya geldiğinizde kalmanız için yapılmış evler. Kiralayıp istediğiniz kadar vakit geçirebilirsiniz. Şimdi bile oldukça kalabalıktı etraf hatta ev kiralamış mangal yapanlar bile vardı.

Deniz pırıl pırıl ve ılıktı. O an üzerimdekileri atmak ve kendimi sulara bırakmak geldi içimden. Yazın burada yüzmeyi isterim. Suyu da çok tuzlu değil. Tadına baktım da:)


Sahilin arka tarafındaki evlere giden sokaklar. Tarzı Casbah evlerine benzetilerek yaratılmış burasının. Gerçekten Casbah gibi.

Ve tataaamm işte piknik güzeli beeeenn..Hehee keyfime diyecek yok valla. Huzur doldu içim hava güzel mis gibi deniz kokusu çimenler...Yemekler de güzel. Ohh kahvemi de içtim. Fotoyu da eşim çekti.

Yemeklerden bir kesit. Dolmalarım nasıl ama?Diğer şeyleri çekmemişim yemeğe dalıp herhalde.

Sevdiğim de hayatından memnun görünüyor yemek tabağı elinde ağaç gölgesinde..Dolmaları götürdü zaten lüp lüp..

Ooo baktım da epey uzun yazdım yahu. O zaman gezdiğimiz Roma harabeleri ikinci part da sizinle olsun. Bekleyin beni anacım:)

19 Mart 2009 Perşembe

Ahh Cezayir Ahh

Neden böyle bir başlık yazdım bilemiyorum ama öyle geldi içimden işte bu sefer. Havalar yine maşallah iki gündür harika. Bir görseniz tam bahar havası. Ne sıcak ne soğuk yani. Yarın buradaki Cezayirli arkadaşım ve ailesiyle piknik yapmayı düşünüyoruz. Bugün bana mesaj yollamış yarın piknik yapalım mi ne dersiniz diye tabi biz de çok sevindik özellikle de gezme meraklısı olan ben. Tipaza diye bir yer var burada daha evvel görmemiştik. Eğer yarın hava durumu bize kıyak geçerse oraya piknik yapmaya gideceğiz. Bir güzel haber de cumartesi günü de ben Sarahlara gideceğim ve birlikte Cezayir gezisine çıkacağız. Hafta içi olduğu için dolaşmak güzel olacak. Çünkü biz hep bildiğiniz gibi hafta tatiline denk geliyoruz doğru dürüst tanıyıp öğrenemiyoruz. İnşallah cumartesi günü gün boyu güzel yerleri dolaşacağız. Hatta bir müze var bildiğim orayı da görmek çok istiyorum hatta belki bir de hayvanat bahçesi. Ben yine ailemizin fotoğrafçısı modunda makinem boynumda dolaşacağım. Yanıma fransızca konuşma klavuzumu da almayı ihmal etmiyorum tabiki. Az biraz pratik yaparım sanırım. Vizem dolduğu için de ve bana yanlışlıkla aile vizesi yerine çalışma vizesi alındığından dolayı vizem uzatılamadığı için yine Türkiye maceralarım başlıyor. Nisan 2 de çıkış yapmam gerekecek. Daha bilet almadık ama ya 1 nisan ya da 2 nisanda Türkiyede olacağım. Yine heyecan dorukta. Şimdiden gidiş stresi midir uçak stresi midir ayrılık stresi midir bilmem bir uçuk bile çıkarttım. Iyy böyle iğrenç iğrenç gitmesem bari hemencik geçse..
Uzun zamandır Cezayir ile ilgili yabancı siteleri araştırıyorum. Birkaç tane güzel site buldum tabi güzel fotoğraflar da buldum. Merak edenler ve görmek isteyenlar için işte sevdiğim Cezayir fotoları ; umarım siz de seversiniz..


Casbah dan bir kare.
Burası sanırım Casbah a giden yoldaki binalar.
Burası size daha önce de fotoğraflayarak gösterdiğim cami Kechioba. ( tam böyle mi yazılıyor bilemiyorum doğrusunu bulunca hemen düzelteceğim)


Cezayir merkezdeki binalardan genel bir görünüm.
Başkent sokakları..


Burası da El Aurasi oteli. Bizim havuz için geldiğimiz otel. Havuz pek bir küçük gibi ama aslında bayağı geniş ve güzel.

Burası da Notre Dame d'afrique kilisesi henüz göremediğimiz ve yerini bilemediğimiz. Ama son derece güzel görünüyor.
Yeni fotoğraflarla tekrar görüşmek dileğiyle..Mutlu kalın.

18 Mart 2009 Çarşamba

Benden de pazar filelerine tam destek

Oldum olası plastik poşetleri sevmiyorum. Daha çok kese kağıtlarını, bez torbaları ve en çok da renkli pazar filelerini seviyorum. Yurt dışında artık daha çok kullanılıyor bez torbalar. Nasıl da seviniyorum. Keşke hiç poşet kullanılmasa. Ankara'da öğrenciyken Sakarya caddesindeki bir manav kese kağıdı kullanıyor diye okulda yemek için kendime elma alırken hep orayı tercih ederdim, sonra Subway vardı o zamanlar harika kurabiyeler yapardı güzel kağıt torbalarda verirdi onları bayılırdım. Sevgili blog arkadaşımda gördüm Defdefin annesinde pazar filelerini çok sevdim bu fikri daha da yaygınlaşması için güzel bir hareket. İbeking de başlamış sanırım. Hemen girdim bloguna baktım. Bir sürü file var rengarenk postaya vermiş bile isteyenler için. Ben utandım isteyemedim:( belki kendim örebilirim deneyeceğim. Bir sürü rengarenk filem olsa süper olur alışverişler de daha zevkli hale gelirdi. Hatta bez torbalar da harika fikir bence desen desen. Kendimiz de rahatlıkla yapabiliriz..
Herkesin poşetleri bırakmasını ve bu süper fileleri kullanmaya başlamasını diliyorum bir an önce..Pazar filelerine dönüş için bir tık buraya lütfen...

15 Mart 2009 Pazar

Gün güneşli ya;


Son günlerde havalar epey güzelleşti burada. İnsanın hiç odada kapalı kalası gelmiyor. Sürekli bir gezme isteği sürekli bir gülümseme hali. Dün 30 dereceyi gördük. Artık ben de iyice yaz psikolojisine büründüm. Tişört bile giydim bugün ama yine de temkinliyim hırkamı almayı da ihmal etmedim. Aldanmamak gerek bu hallere tabi.


Hep böyle havalarda dışarda kalmak istiyorum. Kefkende olsam diye düşünüyorum şimdi. Hatta çocuk olsam oyuncaklarımı sersem bahçeye arkadaşlarımı da alsam yanıma onlarla güzel güzel oyunlar oynasam ya da daha büyük olsam birkaç sene evveli gibi çardaklarda içimizdeki bikinilerimizle kahve sefası yapsak ve denize gitme anını beklesek. Böyle olduğu zaman havalar güneş güzel güzel ısıtırken hep kocaman gülümsemek her şeyden güzel anlamlar çıkartmak geliyor insanın içinden. O zamanlarda burada olmak bile o kadar koymuyor adama. Memleket hasreti kışın daha çok çöküyor insanın üzerine. Hep bir taraf git diyor o bildiğin yüzlerin olduğu şehirlere.


Müziği açmak bile sabah uyandığımda daha bir keyifli oluyor. Kuş cıvıltılarıyla uyanıyorum sabahları. Sanki ayağımı yataktan aşağı bırakır bırakmaz çimenlere basacakmışım gibi bir his oluyor içimde. Hatta etraftaki yeşiliklere atıp kendimi kitabımla bir de karışık meyve suyumla gölgelik bir ağacın altında saatleri devirmek hissi. Ayy hemen gelsin şu yaz ve hiç gitmesin istiyorum. Uzadıkça uzasın mevsim. Her yer rengarenk çiçek olsun.


Gelincikleri seviyorum kırmıız kırmızı pek de narin. Odanın arka tarafındaki bahçe gelincik tarlası oluyor adeta. Seyrine doyum olmuyor. Sonra sulu sulu kavunlar karpuzlar olsa da artık yesek. Serin sularda rahatlasak. Kışın rehavetini atsak üzerimizden; kalınları da en arka raflara kaldırsak, ortada hep tiril tiril elbiseler, şıpıdık terlikler ve çiçek desenli bluzlar kalsa. Şemsiyelerin altında şezlonglarda hayallere dalıp gitsek.

10 Mart 2009 Salı

Diktiğim çantam ve fotoğraf hikayem

Dün nihayet dikiş makinamı kullandım. Önceden sadece deneme amaçlı kullanmıştım. Keçe çantayı da elimle diktim zaten. Buradaki arkadaşımın da fikirleri ve yardımlarıyla nihayet çantamı yaptım. Bana teğel yapmayı gösterdi ve önemini anladım. İlk başta teğel yapıp sonra dikmek daha iyi ve güzel oluyor. Çocukken hatırlıyorum babannem teğel yapmaktan bahsettiğinde onun aslında teğer olduğunu ve babannemin dili sürçtüğü için teğel dediğini sanardım. Sadece birkaç kez görmüşümdür dikiş diktiğini makinasında ama eskiden çok iyi bir terziymiş yanlış bilmiyorsam teyzem öyle söylemişti. Şimdi onun makinası bana hatıra. Kullanacağım günü sabırsızlıkla bekliyorum.
İşte bu da kumaş çantam. Netten baktım fakat yapım aşamalarını veren bir yer bulamadım. Öyle olsa eminim daha kolay olurdu. Tamamen fikir yürüterek yaptım. Belki de böyle olmuyor bilemiyorum. Aslında tabanını daha güzel yapmak istiyordum ama nasıl yapılacağını bilemedim. Belki bu konuda önceden çanta dikmiş olan arkadaşlarım yardım ederler. Tabanlı bir çanta yapmak istiyorum bir dahakine. Bu konuda yardımcı olursanız sevinirim gerçekten. Bir dahakine sapları da daha uzun tutacağım bunlar sanki biraz kısa oldu. Ama yine de mutluyum ilk defa bir şey dikiyorum. Yaşasın başardııımmmm!!!


Şimdi de sıra Sevgili Serpil'in yani Haydins'in miminde..Fotoğraflar ve hikayeleri konusunda mimlemiş beni. Çok sevindim. Fotoğraf çekmeyi, onlara bakmayı, biriktirmeyi, eski fotoğrafları çok seviyorum. Bu yüzden mim olarak konu çok hoşuma gitti. Aradım taradım bilgisayarımı. Sonra bu fotoyu buldum. Belki sizlere çok da ilginç gelmeyecek ama benim için güzel bir anısı var.



Fotoğraftaki kişiler annemin arkadaşları. Benim de uzun zamandır tanıdığım ve sevdiğim insanlar. Fotoğrafı çeken kişi de annem. O gün bir türkiye tatili günüydü, yalnız olduğum. Annemin arkadaşlarıyla buluşma günüydü. Ben de gittim tabi seve seve. Eskiden beri çok severim ben annemin yanında gitmeyi. İyiki de gitmişim nasıl da güzel olur o dakikalar, sohbetler, yemekler. Eskiden arkadaşlarımızla buluşma zamanlarımızdı bu günler aynı zamanda. Haberleşilirdi. Onlar gidiyorsa ben de giderdim. Türlü oyunlar oynardık. Annemin arkadaşlarının çoğunu severim. Acayip komiklerdir çok eğlenirim onların yanında. Özellikle Melek Teyze, Ümran teyze, Gülay teyze ve Güzin teyze başkadır. Onlarla eskiden beri ailecek de görüşürüz. Benim çocukluğumu bilirler. Annemin çalışma arkadaşlarıdır aynı zamanda. Melek teyze çok güldürür bizi örneğin. Onun olduğu yerde her zaman bolca kahkaha vardır. İşte bu fotonun çekildiği gün de öyle güzel bir gün. Anneme makinayı tarif ediyorum ben şuraya bas şurdan çek falan diye. Tam da herkes gitmek üzereyke telaşla bu işi yaptığımız için hepimiz gülmeye başlamıştık. Güldükçe arkası da geldi tabii. Bolca atılan kahkahalarla apartmanı inletmiştik. Annemin her zaman böyle neşeli arkadaşları oldu. Hala türkiye'ye gittiğimde ilk iş anneme kime ne zaman gidileceğini sormak oluyor. Tabi gittiğimizde yediğimiz yemekler de cabası. Türlü türlü börekler, salatalar, pastalar. Ayy nasıl da güzel oluyor. Anneler bilirler çocuklar için başka yerde yenen yemek her zaman farklı olur. Tok olsa bile yemek içmek ister çocuk. Ben de öyleydim. Bayılırdım yemeye içmeye. Hala daha da öyleyim. Hatta mevlütleri bile çok severim ben, mevlüt sonrası yenen etli pilavlara tavuklu pilavlara ayranlara bayılırım. Beni bilenler gitmediğimde annemle yollarlardı tabağımı tuğba sever diye:) Ne komiğim yaa. Bu hep böyle kaldı. Ben hala annemle gezmelere gitmeyi, etli pilavı ve kocaman kahkahalarla günü güzelleştirmeyi seviyorum. Ve eğer fotoğraftaki kişiler bu yazıyı olur da görürlerse hepsini de çok seviyorum. Melek teyzem, Güzin teyzem ve Gülay teyzem yok burda ama sol yanımdaki Ümran teyzem onları temsil etmiş olsun bari..

9 Mart 2009 Pazartesi

Keçelerim, kumaşlarım, yünlerim ve sevimli dikiş makinam

Yine iki gündür internetimiz yerlerde süründüğü için yazamadım. Meğer bu blog ne kadar da önemliymiş benim için. Deli oluyorum yazamadığım zaman. O kadar alışmışım ki.. Nete gelemediğim zamanlarda aklım hep burada. Acaba arkadaşlarım yeni neler yazdılar, nasıl fotoğraflar eklediler falan diye düşünüp duruyorum.

Bu zaman zarfı içerisinde ben de türkiye'den gelirken aldığım kumaşlarım, keçelerim, dikiş makinam ve yünlerimle vakit geçirdim. Dikiş makinası çok güzel bir şeymiş gerçekten. Zaten çok da kolay ipliği geçirdik mi bütün işi zaten kendisi yapıyor.

İşte benim miniş makinaam. Adının Scarlett olmasından pek hoşlanmıyorum çünkü bana koca dudaklı Scarlet Johanson'u hatırlatıyor kendisini de hiç sevmiyorum. O yüzden ben ona başka bir şey demek istiyorum fakat henüz ne diyeceğimi bulamadım. Bu konuda bana fikir verebilirsiniz:)Göründüğü kadar minik gerçekten de. İzmirden Tansaş'tan aldık. Ev için yiyecek birşeyler ararken görmüştüm sonra aklım kaldı dayanamadım aldım. Aslında daha iyi bir makina almayı düşünüyordum ama cesaret edemedim. Belki beceremem ya da sıkılırım diye. Bugün ilk defa aldığım çiçekli kumaşımdan da bir çanta diktim. Fena olmadı. Tabi ilk gün için güzel bence eminim zamanla daha iyi olacak. O zaman kendime daha güzel bir makina alabilirim.
Bunlar da kumaşlarım. Üstteki iki taneyi izmitten aldım. Onların altındaki koyu mor olanı kumaşçı amca hediye etti bana. Onun altındaki iki taneyi de annem sandıktan çıkarttı verdi bana bir müddettir duruyormuş birşey yapılmamış. En alttaki de evde vardı zaten. Bugünkü kumaş çantamı ise en üstteki çiçekli kumaştan yaptım. Onu da yakında göstereceğim bugün fotosunu çekemedim çünkü.

Bunlar da keçelerim. Turuncu, kırmızı, sarı ve siyah. Ne yapacağımı bilmediğim için gözüme güzel görünenleri aldım. Ve bu keçeler kalın olanlardan. İnceleri de vardı kağıt gibi ama ben bunları seçtim. Keşke diyorum şimdi birkaç tane de ince olanlardan alsaydım. Netten gördüğüm çoğu örnek hep ince olanlarla yapılmıştı. Ama ben yine de sarı olanı başarıyla kestim ve miniş bir para cüzdanı yaptım. En üstteki de örgüden bir deneme. Sanırım onu da cüzdan yapacağım yünlerim az olduğu için böyle çizgi çizgi yaptım. Pek hoşuma gitmedi sonradan ben de bıraktım. Bu bırakılmış hali. Maviye bakınca sıkıldığımı anlatsınız zaten o diğerlerinden daha kısa:)


Düğmem olmadığı için düğme dikemedim. Burada yakınlarda alacağım bir yer de yok. O yüzden evdeki takı boncuklarımdan üzeri örülmüş olanın örgülü kısmından keçeye diktim. Alt kısmada gördüğünüz gibi sarı yün geçirdim. Top boncuğu da yukarı koydum çünkü öyle daha şirin göründü gözüme. Siz isterseniz iple boncuğun yerini de değiştirebilirsiniz. Bunun örneğini de netten buldum. Hatta Nazo da buna benzer keçeden kılıflar yapmıştı. Onunkileri de çok beğeniyorum ben. Benimki henüz o kadar güzel olma aşamasına gelmedi..Umarım ben de güzelleştirebilirim.


Bir de keçeden toplar yapmayı öğrendim. Tabi eşimin yardımlarıyla. O aldığım dikdörtgen şeklindeki sarı keçeyi çanta için kesince biraz arttı tabi. O artanları elimle ufak ufak yoldum. Sonra onları elimle birleştirim çok bastırmadan. Sonra da burada kendi aletini bulamadığımız için eşimin ataştan yaptığı iğneyi batıra çıkarta sertleştirdik ve top haline getirdik. Normalde o top yapma aparatından olsaydı eminim daha kolay olurdu.

Ve işte sonuçta böyle bir top ortaya çıktı. Tabi bu biraz uzun sürüyor. Deli işi gibi sürekli batırıp çıkartmak zorundasınız. Kas bile yapabilirsiniz bu boncuklardan birkaç tane yapana kadar:) Ama başka bir yolu daha var. Onu daha denemedim ama deneyince deneyimimi aktarırım yeniden. Yolduğumuz keçeleri top halinde birleştirdikten sonra sabunlu suya koyup elinizle top şekli verebilirsiniz. Böylece kolay yoldan sıkı bir top yapmış olursunuz. Kolyelerde, küpelerde vs. kulllanılabilir. Bence çok da tatlı olur.


Bunlar da yünlerim. Yukarıda atkı olarak başlayıp ama sonra beğenmeyip cüzdana döndürme çabasında olduğum malzeme. İzmitteyken beğenip almıştım. Ama ne yapacağımı bilemediğim için böyle tek tek almıştım. İyiki de çok almamışım zaten düşünsenize uzun bir zamandır sadece o ufacık renkli şeyi yapmışım. Şimdiyse annemin öğrettiği tığ işi için kullanacağım bunları. Eminim öyle daha güzel olacak.Hem zaten örgü konusunda sadece haroşa ve lastik örgü biliyorum. Simdiye kadar sadece atkı, banyo lifi, boyun fuları ve minik bir kalemkutu yaptım.

Tabi her ne kadar az şey bildiğimi düşünsemde bazen dikiş nakış konusunda; beni burada oyalamaya yetiyor. Çok güzel şeyler yapmayı istiyorum tabi ama tek başıma başaramıyorum birinden görmem gerekiyor. Biraz da sıkılganım ben. Bazen hiç birşey yapmak istemiyor canım. Yada kolayca sıkılabiliyorum. Ama bu dikiş işi hoşuma gitti. Türkiye de olsam kesin dikiş kursuna falan giderdim şimdiye kadar gitmemiş olmam zaten büyük bir kayıp herhalde. Görüyorum da yapanları diyorum ben neden yapamayayım. Buradaki boş zamanlarım umarım en azından bu konuda kendimi geliştirmemi sağlar. Yeni şeyler yaptıkça sizlerle paylaşacağım. Belki bana fikir de verirsiniz yapabileceklerim konusunda.