28 Şubat 2014 Cuma

Kedi severler için


Bu takvimi pek sevdim. Benim gibi kediciler için güzel olacağını düşündüm. Umarım benim kadar seversiniz. 

Mutlu hafta sonları...

27 Şubat 2014 Perşembe

Anılar geçidi

Bugün yine güneşli bir gün Cezayir'de. Zaman zaman kara bulutlar giriyor araya, birkaç damla atıştırıyor ama sonrasında güneş yeniden bizi selamlıyor sıcacık. 

Stupid little things blogunun sahibesi sevgili arkadaşım ile birkaç seferdir hep anılara yolculuk edip duruyorduk. Aslında bu yeni postanın ismini de o buldu. Türkiye'de iken çektiğim anı fotoğraflarıyla da dolmuş oldu içi başlığın. Hoşuma da gitti yazmak. Her gidişimde odamda bir şeyleri karıştırıp dururum devamlı. Eski okul notlarım, defterlerim, öğretmenlik yıllarımdan kalma öğrencilerimin ödevlerine kadar okurum. Eski günleri yad eder mutlu olurum. Umarım okurken siz de keyif alırsınız.


Birkaç hatıra defterimi hala saklıyorum. İçindeki komik manilere gülüyor, duygusal notlarla hüzünleniyorum. Yukarıdaki fotoğraftaki anneannemin yazdığı not beni hep ağlatır ama iyi ki yazmış. Bana 'benim sarı papatyam' deyişi dün gibi kulaklarımda çınlayıp duruyor. Yazdığı zamanı bile hatırlıyorum. El yazısının da bende olmasını seviyorum. Fotoğrafı büyüterek yazdıklarını okuyabilirsiniz:)


Bu da arkadaşım Fulya'nın benim için yazdığı bir hatıra. Mani pek güzel:)


Bunu da Leziz teyzem yazmış 1993 senesinde. Devamlı bir hatıra defteri yazma faaliyeti içinde olduğumu da belirtmiş güzel olmuş. Gerçekten de hala severim sevdiklerime notlar yazdırmayı. Düğünde bir defter almıştım gelen konuklardan notlar yazdırmak için ama telaştan unutmuştuk. Hala üzülürüm. Eğer 10. yıl dönümümüzde falan bir kutlama yapabilirsek o zaman yazdırmak var aklımda. Hala bu huyumdan vazgeçmiş değilim. 


Bu da lisedeki bir karnem. İlk okul karnelerim de duruyor ama bu sefer nereye koyduğumu bulamadım. Genelde teşekkür taktir alan bir öğrenciydim ama ilk kez o sene zayıf getirmiştim. Hem de hakkıyla 3 adet :) Fen bilimlerine kafamın basmadığı çok da belli imiş zaten o zamanlardan. Fizik kimyadan hala nefret ederim. Fizikte vektörleri bile yapamazdım :) Tüm sözelcilere vektörler kolay gelmiştir oysa ki. Bu karneye ilk hayal kırıklığı diyebilirim. O zamanlar devamlı Nirvana ve Kurt Cobain düşündüğümden olsa gerek. Ahhh ergenlik sen nelere kadirsin:)


Burada üniversitenin ilk yıllarındaki halimi görüyorsunuz. Arkadaşım Pınar ile lisedeyken tanıştık. Annesiyle annem de okul arkadaşı. Hala görüşüyoruz. O zaman bir ödev projesi için Ankara'ya gelmişti. İyiki de gelmiş. Odam her zamanki gibi çığrından çıkmış. Hep kendime has bir tarzım olduğunu söyler. Sanırım doğru söylüyor. Bu huyumdan da asla vazgeçmedim. Şimdi çalıştığım ofisim bile böyle:) Ayrıca yatak örtümü de çok severek almıştım hala durur. O sıra burnumu da deldirmiştim fotoğrafta belli olmuyor sanırım. Çılgın günlerdi desem yeridir! Şimdi delicesine yemek yapan bir kadın haline geldiğime bazen ben bile inanamıyorum.


Bu fotoğraf da çok güldürüyor beni. Babaannem ve halamla Antalya'da gittiğimiz otellerin birinde yarışma düzenlemişlerdi. Zorla beni de dahil etmişlerdi. O zamanlar zayıf ve güzeldim:) Üçüncü olmuştum:) İkinci olan kız sempati güzeli seçilmişti. Ben sanırım heyecandan hiç gülümseyememiştim. Oysa en iyi yaptığım şeydir gülümsemek:) Kafama çiçekli bir taç yapıştırdım tanımanız için beni.


Bu kitapçı dükkanını çok seviyorum. Hep bir kitapçı dükkanım olsun diye hayal ederken ilkokul arkadaşım Harun bunu bana hediye getirmişti bir doğum gününde. Biraz tadilata ihtiyacı var. O zamanlar böyle şeyler yoktu. Hayretler içerisinde kalmıştım görünce ve sevinçten deliye dönmüştüm. Benim için yeri ayrıdır bu hediyenin. Epey bir emek vermişti yapan hanım. Tam çekememişim ama tuğladan çatısı bile var. 


Bu defterimi de çok severek ve para biriktirerek almıştım. İçinde çeşitli tabloları var ünlü ressamların. Fridayı çok sevdiğim için onu seçtim. Tabloların olduğu kısımların baskıları da farklı. Oradan kesip çerçeve yapmak bile düşünülebilir. Zira hiç bir zaman kıyamadım o deftere yazmaya. 


Ve bebeklerim. Onlar da hala duruyorlar evcilik takımlarım, oyuncak trenim ve legolarım ile birlikte. İlerde evimde hepsini sergileyebileceğim bir duvar rafı yapmak istiyorum. Tabi biraz ayırmam gerekecek. Bu bebekleri giydirmeyi ne çok severdim. Sarı saçlı olan modern versiyondu. Kahve saçlının saçları öyle koyun gibiydi ki hiç şekle girmezdi. Doğum günümde almıştı annem bu bebekleri. Bacakları kıvrılıp oturabiliyor diye müthiş sevinmiştim. Sarışın olanın saçlarını hala severim.


Çok net olmamakla birlikte en iyi fotoğrafı da bu çalışma masamın. Anne babam üniversite bitirme hediyesi olarak almışlardı bu çalışma masasını bana Tepe Home'dan. Sandalyesini de babaannem almıştı. Sandalye epey orjinal kollarında deyi kayışları var. Masamı da hala çok severim. Oturup bir şeyler yazmaya hiç vakit bulamıyorum gittiğimde telaştan. Ama evimde yerini aldığında mektuplarımı buradan yazmayı planlıyorum. Belki rengini de değiştiririm veyahut orjinal haliyle de kalabilir. Benim için en değerli hediyelerden biridir. 

Bana ait olan her şeyi özlüyorum. Bebeklerim, masam, yatağım, kitaplarım, biblolarım, tablolarım. Sessizce beni bekliyorlar orada. Özlediğim zamanlarda fotoğraflara bakıp anılarımı düşünüyorum. Tabi taşınırken her şeyi nasıl paketleyeceğimi, nasıl fazlaları ayıklayacağımı bile düşünüyorum. Üniversite notlarım bile duruyor. Onları bilgisayara geçirmek gibi bir hayalle bir kutuya kaldırmıştım, hiç bir zaman yapamadım. Güzel bir organizasyonla hepsi yerini bulacaktır, tüm kıymet verdiklerim. Eski plaklar, eski mektuplar, kitaplar, fotoğraflar, kıyafetler, tablolar, gitarlar, koleksiyonlarım, oyuncaklar hepsi benden bir parça. Umarım benden sonra da bunların hepsine benim kadar değer veren biri çıkar! 

Bir sonraki yazımda peçete koleksiyonumu göstereceğim size:)
O zamana dek mutlu kalın!

26 Şubat 2014 Çarşamba

Siyah beyaz Cezayir

Bazen durup düşününce blog sayfamı bir kategoriye sokamadığımı görüyorum. Ne sadece bir Cezayir anlatıcısıyım, ne sadece hayatın getirdiklerini yazıyorum, ne de beni oyalayan hobilerimi, sevdiğim şeyleri. Belki sadece biri olsaydım daha mı iyi olurdu diye geçiriyorum içimden. Hani her şeyi aynı anda yapmak isteyen aslında hiç birini yapamaz derler ya, biraz öyle olmasından korkuyorum sanırım. 

Cezayir'i anlatmak elbette ki en sevdiğim şeylerden biri. Dile kolay 6 yıldan fazlasını kapsıyor hayatımın. Hele ki bir gün bırakıp gidecek olmak düşüncesi içimi burkuyor. Anılardan vazgeçip çekip gitmek gibi olacak sanki buradan ayrılmak. Neyse ki zaman var daha. 

Bugün kırık bir yüzüğü yapıştırırken elime bulaşan japon yapıştırıcısından kurtulmaya çalışırkenki korkum kadar net buradan başka bir hayata geçiş yapmak benim için. Öylesine bir korku duyuyorum kimi zaman. Buranın havası içimizde bir yerlere sıkıca tutunmuş belli ki, bırakmak istemiyor. 

Neyse ki fotoğraflar iyi geliyor!


Fotoğrafı tumblr'den buldum. Yine kim olduğunu yazmamışım bir kenara. Olsun niyetim pek masum neticede.  Bu güzellikleri paylaşmak derdim ne de olsa, anlatmaya çalışmak içimden gelen tüm kelimelerle, tüm saflığımla. Anlayacaklardır!


Hala bu fotoğraflardaki gibi Cezayir. Siyah beyazlığına birkaç parça renk ekleyin ve öyle hayal edin kafi!

Örneğin bu fotoğraf gibi aynı. Bu fotoğrafı da tumblr'da buldum. 



Notre Dama d'Afrique kilisesini bir kez de görmüş olsam sevdim. Hem içine de şöyle bir bakabilmiştim. Aslında yakında havaların güzelleştiği bir bahar gününde buraya gitmek istiyorum. Bir de iki tane müze var aklımda. Keşke her güne bir masal gibi her güne bir tarihi yer de görebilsek.


Burası neresi tam bilemiyorum. Hangi bölgenin kıyısı? Bu fotoğrafı arkadaşım Sarah çekmişti ve bana vermişti bir zamanlar. Seviyorum dalgalara bakmayı. İçlerine dalmak geliyor aklıma hep. Hem, deniz zaten her bölgede her coğrafya da güzel! 


Burayı da hatırlıyorum, kemerli kısmından ana caddeden ve köprünün altı kısmından, ama şu asansör denen yerin neresi olduğunu bilemedim. Ya şu anda yok veya nadiren geçtiğimizden hatırlayamadım. Ama bir yere not ediyorum bakacağım tam da o noktada şu anda ne var diye. 


Bu arabalar gibi eski modelleri ilk geldiğimiz yıllarda hep görüyorduk trafikte. Şimdi artık çok nadiren görüyoruz. Oysa o halleri pek ilgi çekiciydi. Gerçekten de zamanda yolculuk yapmak gibi oluyordu her yol maceramız. Keşke biraz bakım yapılabilse de trafikten çekilmeseler veya çürümeye bırakılmasalar, parçalanmasalar.


Bu Cami'de dışarıdan bakıldığında oldukça heybetli güzel bembeyaz bir cami. İçine hiç girmedim. Ama böyle bir yapı olduğunu düşününce girmek için can atıyorum diyebilirim. Belki bir gün o da olur. 



Ve bir gündelik hayat manzarası, bir pazar yeri. Bu fotoğraf ne kadar eski bilemiyorum tarihi yoktu üzerinde. Bir bit pazarı bulabilsem gidip pek çok eski fotoğraf alacağım ama henüz bulamadım. Eskiden gittiğimiz bir marketin üst katında fotoğraflar satılıyordu, almıştım birkaç tane. Kapanacağını bilsem elbette daha çok alırdım. Pazar şu ana kadar 4-5 tane görmüşümdür. Aynı böyle zaten. O 5 adetin içinde bir de kıyafet pazarı görmüştüm ama kalabalıktan bunalıp hemen çıkmak istemiştim. Zaten daha ilk yıllarımızdı, korku vardı biraz da. Pazarları bizim kadar çeşitli değil. Manavda ne buluyorsak orada da onları buluyoruz hatta çoğu zaman daha bile azını. Yine de başkentte durum daha farklı olabilir tabi. Yeşil erik ve vişne bulunabildiğine dair duyumlar almıştım geçen sene. 


Çoğu zaman bu fotoğrafları gördüğümde keşke hayat hep böyle kalabilseydi diyorum. Siyan beyaz olmasına aldırmaksızın!

Yeni bir Cezayir yazısında görüşmek dileğiyle...

24 Şubat 2014 Pazartesi

Cezayir tanıtım videosu

Cezayir ile ilgili pek fazla belgesel olmuyor ne yazık ki televizyonda. Bazen denk geldikçe haber veriyorlar izleyelim diye. Nasıl anlatıyorlar merak ediyordum doğrusu. Ben de ilk kez izliyorum. Merak edenler için ilgi çekici olacağını düşünüyorum. Umarım seversiniz. Yeni bölümü varsa onu da paylaşacağım yakında. 
İyi seyirler!

19 Şubat 2014 Çarşamba

Annegülüm

Benim güzel anneciğimin bugün doğum günü. O yüzden büyük bir istekle yazıyorum. Kelimeler ne şekilde yazarsam yazayım duygularıma karşılık gelmeyecek biliyorum. Yine de yazmak istiyorum. 

Annegül diyorum ona bazen tıpkı minik bir kız çocuğu olduğum günlerdeki gibi. Herkes anne dememi beklerken ben annegül demişim ona ne güzel:) Çünkü benim anneme gülmek yakışıyor hem de her zaman. Hem annem hep mis gibi kokuyor güller gibi:)

Kilometreler insanları daha çok yaklaştırıyor aslında birbirine. Ne kadar uzakta olursak olalım bir o kadar yakınız aslında. Annem arkadaşım, dostum, canım, bir taneciğim. 


En sevdiğim fotoğraflarımızdan biri işte bu. Hep böyle sürsün mutluluğumuz inşallah.


Benim kuzum, canım nasıl da masum masum oturmuş öyle. Çok duygusaldır benim annem, narindir. Ama aynı zamanda da güçlüdür. Ben de onun gibiyim, aynısıyım. Her geçen gün ona daha çok benziyorum ve bunu bilmek hoşuma gidiyor. Kendime baktığımda, ellerime baktığımda onu görmeyi seviyorum. Ben nasıl onun bir parçasıysam o da benim parçam.


Biz hep güleriz böyle yan yanayken. Ailemizde herkes çok güler çok güzel gülümser. En çok da bu halimizi severim kocaman gülümserken. Mutluluk birlikteyken anlamlı bir şeye dönüşüyor. Aile hayattaki en önemli şey. İnsan her geçen gün daha iyi anlıyor bunu. 


Hani hep diyorum ya bir kitap yazıyorum diye. Çok ilerlediğim söylenemez ama bir gün annemi de yazmak istiyorum sonra babamı da. Anlatmak istiyorum onlarla ilgili her hissimi, her anımı. Ondan hep daha fazlasını duymak ve onu her geçen gün daha çok tanımak, anlamak istiyorum. Sesini seviyorum. Konuşması bana o kadar yakın ki. Yalnızken durup sesini anımsamayı seviyorum. Yumuşacık tenine dokunmayı, birlikte çılgınlıklar yapmayı, dans etmeyi, şarkı söylemeyi, yemek yapmayı, gezmeyi, okumayı seviyorum. O sabaha kadar oturup konuşabileceğim nadir insanlardan biri. Ne mutlu bana. 


Epey eski bir fotoğraf bu. Sabah mahmurluğu var üzerimizde. Ama bu halimizi de çok seviyorum. Sabahları gelip yanımda oturmasını, sırtımı kaşımasını, bana harika kahvaltılar hazırlamasını seviyorum. Onun yemeklerinin tadı hep bir başka, ben ne yapsam onunkiler gibi olmuyor. 


Komiğizdir biz birazcık:) Delisin diyorlar, kim gibi deliyim acaba diyorum:) Kendimize özel kelimelerimiz, esprilerimiz var. Bazen söyleyip söyleyip gülüyoruz. O anlatsın ben dinleyeyim masal gibi geliyor. Çocukken de hep geceleri yanıma çağırırdım anneeeee diye, korkardım. Gelip koynuma girince ohhhh içimi huzur kaplardı. Şimdi kazık kadar oldum ama aynı şeyleri hissediyorum. Onun çocuksu halleri, enerjisi, ruhu bana da geçmiş. Seviyorum bu durumu:)


Güzel gülüşlüm, güzel dişlim:) Pamuğum, şekerim, artistim benim. Bu fotoğrafını çektiğim gün ne kadar çok gülmüştük. Baktıkça hatırlarım. Hatırladıkça gülerim mutlu mutlu. Anlamsızca gülmelerimizi bile seviyorum ki ben!


Bu da sevdiğim fotoğraflarımızdan biri. O kadar çoklar ki birbirinden ayıramıyorum bazen. Hangisini koysam diğerinde aklım kalıyor. İyi ki bu kadar çok fotoğrafımız var. 


Bu da benim için en özellerden biri. İki prenses adını verdim bu fotoğrafa. Beyazlar içinde sevgiyle ve heyecanla yan yanayız.

Annem diye söylemiyorum elbette herkesin annesi özeldir ama etrafımdaki insanlarla kıyasladığımda ve şimdiye kadar tanıdıklarımla, bildiğim karşılaştığım insanların içinde en hesapsız, sevgi dolu, iyi niyetli insanlardan biri. Annem olmasının ötesinde içindeki bu iyilik ve masumluk beni çok etkiliyor. Bunu başkalarından da sık sık duyuyorum ve mutlu oluyorum. İşte onlar annemi çok iyi tanıyanlar. Şu yaşıma kadar bir kere bile bencilliğine, kıskançlığına, fesatlığına şahit olmadım. Çok şanslı bir insanım ben böyle bir anneye sahip olduğum için. O ve elbetteki babam hayattaki yegane armağanlarım, kıymetlilerim. 

Daha nice mutlu yıllarımız olsun inşallah birlikte sağlıkla huzurla mutlulukla. Sağlık huzur olsun da biz zaten birlikte oldukça mutluluğumuzu yaratıyoruz her zaman. Çünkü birbirimizin kıymetini biliyoruz. 

Hayat akıp geçiyor. Küçük bir çocuktum annem en güzel, en bilge, en tatlı, en akıllı anneydi, şimdi büyüdüm annem hala benim için öyle. 

İyi ki benim annemsin gülüm. İyi ki doğmuşsun da beni de doğurmuşsun. Ben senin içindeki iyilikle, güzellikle doğmuşum. 

Mis kokulum benim. 
Seni çok seviyorum. 

Doğum günün kutlu olsun.

Bugün

Bugün hava yine kasvetli, iç sıkıcı, boğucu, yağmurlu ve serin bir gün Cezayir'de. Ama bahar gelecek yakında. Hiç üzülmüyorum. Hem bugün özel bir gün hayatımda. Anneciğimin doğum günü. O yüzden mutluyum. O olmasaydı ben de olmazdım ki!

 akkadi-rachid

O yüzden böyle sevinçle dolu içim. Hoplayıp zıplayıp sokaklarda coşacak gibi kıpır kıpırım. 

 akkadi-rachid

Ben onun minik kuzusuyum ve hep öyle kalacağım. Böyle kırlarda bayırlarda koşup duran. Bu yüzden mutluyum.


Bazen bu yaşlı amca kadar yorgun oluyorum mesela. Onun gibi umarsızca yerlere uzanmak ve kendimi güneşin sıcaklığına teslim etmek istiyorum. Hep yaz olsa ya diyorum!

Bu sadece bir güne başlayış yazısı. Öylesine!
Anneciğime yazacağım bugün. Her kelimem ona olacak!

Sadece bu amcayı siz de görün istedim. Fas'ta çekilmiş bu fotoğraflar. Ama Cezayir'dekilerden farksız. Hayat bu coğrafya da hep aynı aslında...

Not:Fotoğraflar severek izlediğim ve büyük keyif aldığım skyrock kullanıcısı akkadi-rachid'e aittir.

16 Şubat 2014 Pazar

Pazar notları

Pazarları yazmak çoğu zaman iç gıcıklayıcı oluyor, bazende sayfalarca yazmak istiyorum durmadan. Güzel havalarda pazarları daha çok seviyorum. Yine de burada diğer günlerden bir farkı olmaması ona haksızlık oluyormuş hissi uyandırıyor bende. Ne de olsa pazar günlerinin de kendine has ayrı bir güzelliği olmalı!

Rutin hayata adım attık atalı yine bir uyku peydah oldu üzerime. Sanki günlerce uyuyabilirmişim gibi hasret çekiyorum kendisine. Hava güzel ya da kasvetli, pek de mühim değil, uyku her daim benimle. Türkiye'de ise hep tam tersini yaşadım. Geç yatıp erken kalkmak favorimdi. Ne kadar zamandan tasarruf edersem o kadar kazanırım hesabı.


Güneşli sabahlarda ofise inerken beni kocaman bulutlar, yemyeşil bir tepe ve karşıdaki iki kardeş ağaç selamlıyor. Günaydın diyorlar ilk onlar. Ohh çekiyorum içimden o yemyeşil otlara uzanmak ne harika olurdu şimdi.


Sonra ofise varınca hemen kocaman bir çay söylüyorum. Tabi şöyle buram buram bergamot kokmuyor ama olsun. Bazen dayanamayıp kruvasan da yiyorum evet. Henüz minik kutularda kahvaltı getirme moduna giremedim. Bir iki güne ufak peynirler, tombuk zeytinler, biberler doğramaya başlarım.


Öğleye yakın Türkiye'den geleli çok da olmadığından anılarla vakit geçiriyorum biraz. Anılar öğle açlığında hep yemeklerden ibaret gibi geliyor sanki. Birine elimi uzatıp alabilsem keşke diyorum. Bazen ağzım bile sulanıyor fotoğraflara bakarken. 


Sonra öğle arasına 5 dk kala dışarı atıyorum kendimi hava bugünkü gibi güzelse. Birkaç fotoğraf çekiyorum, biraz etraftaki çiçeklerle konuşuyorum. Havayı kokluyor, bulutları yokluyorum acaba nerede ne yapıyorlar diye. 


Yemekten sonra eve genelde uğruyorum. Hem biraz kediciği seviyorum, böylelikle tüm gün yalnız kalmamış da oluyor. Fırsattan istifade de bahçede sevimli fotoğraflar çekiyorum kendimce. Ufak mutluluklar yakalayabilmek adına elbette. Kaçamak bir sigara da yakıyorum bazen çimenlere ayaklarımı basıp.


Akşam üstleri mesai bitiminde eve giderken yemekhaneye uğrayıp akşam menüsünü kontrol etmeyi ihmal etmiyorum. Güzel bir şey yoksa eve varana kadar ne pişirsem diye planlar yapıyorum. Ne zaman yemekhaneye uğrasam ekmekçi ekmek getirmiş oluyor. Off o pufur pufur ekmekler nasıl da cezbediyorlar insanı. Tavada bile ısıtsan tadına doyulmuyor bu ekmeklerin. Üzerinde irmik tarzında bir katman olduğundan eşim pek sevmiyor ama mangal yapılınca falan içine et tavuk köfteyle muhteşem ikili olduklarını inkar da etmiyor. Ben içine peynir ve sucuk koymayı da seviyorum. 


Bazen iş çıkışı market alışverişine falan gidersek ihtiyaca göre manavımıza da uğruyoruz. Artık çilek de var, o yüzden manava gitme ihtiyacı daha çok oluyor:) Tam da karşısında minik bir ev var. Evin bu çiçekli seramiklerini seviyorum. Bir dahakine uzaktan görüntüsünü de çekeceğim. Bu sefer fotoğraf çekerken evin sahibesi olduğunu düşündüğüm genç bayan parmaklıkların ardından baktı bize. Selam verdik gülümseyerek. Bir an tepki verecek diye korkmadım da değil hani. Neyse ki bir şey demedi. Zaten amaç sadece çiçeklerle yakın olmaktı hepsi o!


Market dönüşlerinde yerleştirme telaşı insanı yoruyor. E bir de o kadar yol geliyoruz biraz dağılıyoruz haliyle. Sonrasında çayımı veya kahvemi alıp kitap okumak istiyorum ama durum daha çok aşağıdaki gibi oluyor. Yine de severek aldığım kitaplarımın hepsini bir dahaki tatil zamanına kadar okuyup bitirmeliyim!


Uyuklamak son zamanlarda sıkça yapar olduğum bir şey. Hele geçenlerde ofiste gözümü bir kapatmışım ki kapı açılınca dehşetle yerimden fırladım. İçim geçmiş. Oysa mis gibi güneş nasıl da gözlerime vuruyor da sıcacık. O an çimenlerde uzandığımı hayal etmiştim. Kendimi o güzel havada ofiste bulmak pek de iç açıcı değildi doğrusu. 

Bu bahar tadında sıcak ve bol çiçekli zamanların hemen geçmemesini diliyorum gönülden. Bahar'a bu kadar yaklaşmışken yeniden kışa teslim olmak fikri bile içimi üşütüyor. 

Mutlu bir hafta olsun hepimiz için!

9 Şubat 2014 Pazar

Zamanın ellerinde

Nihayet yazabiliyorum artık. Herkese Merhaba. Koşturmalı bir tatilden sonra ancak toparlanabildim. Malum bavul boşaltmalar, evi derleyip toplamalar epey zaman alıyor. Neyse ki bizi bahar havası karşıladı da döndüğümüz için moralimiz bozulmadı. Onca güzel şeyi, aileyi, dostları, evi bırakmak zor geldi elbette. Ama burada olmanın da güzel yanları hep vardı, hala daha var. 

Bundan sonra sık sık yazacağım. Anlatacak çok şey var, her zaman olduğu gibi. 

Gitmeye yakın toparlanma telaşım çoktu. Malum kesin dönüşe doğru ilerliyoruz ve fazlalıkları ayırıp ayıklamanın tam da sırası. Her gidişte artık gerekli olmayan veya kullanılmayanları götürüyoruz yanımızda Türkiye'ye. Henüz onları yerleştirecek bir ev olmadığından, evimizde hala tadilat olduğundan anne babaların evlerinde açtıkları yerlere koyup duruyoruz. 

Toparlanma halleri, bavulların ortaya çıkması ve eşyaların etrafa saçılması kedilerin en keyif aldıkları şey herhalde. Türkiye'ye giderken kedimiz eşyaların arasında kendine yer bulmayı ihmal etmedi. Bir ara bavula koyup götürsem pisiciğimi diye bile düşündüm:)Bavulda kalmaya son derece istekli gibiydi.




Öyle hınca hınç doluydu ki bavullar ona yer de yoktu aslında. Tek bir şehre gidiyor olsak götürmeyi çok isterdim tabi ama devamlı bir telaş halinde olacak olmamız ve şehir değiştirmemiz nedeniyle kedim perişan olacağından onu bir arkadaşımız nezaretinde evde bıraktık. Hem onun için de mekan değişikliği olmadığından rahat oldu. Tabi ilk ayrılış olduğundan ve bize çok alıştığından biraz aramış bizi prenses böcek. Döndüğümüzde mutluluktan çıldırdı:)


Hava alanında bir takım yenilikler vardı yine. Gece uçağı ile gideceğimiz için ortalık çok sakindi. Bu da oldukça işimize geldi. Rahatça bavullarımızı verip kahvelerimizi yudumladık. Ben de biraz stres atmış oldum. 



Sanırım döndüğümde buranın kahvelerini epey özleyeceğim. Ama istediğim zaman ve yerde Türk kahvesi içmenin keyfi kısa zamanda unutturacaktır bu özledi diye ümit ediyorum. 


İzmir'in meşhur kedileri yine karşınızda. Eşimin ailesinin oturduğu yerin otoparkı burası. Karşıyaka'da. Kedicikleri besledik oynadık bol bol. Onların canına minnet zaten. İzmir'in insanları sıcak ve sevgi dolu olduklarından hayvanlarla ilgileniyorlar, buna sık sık şahit oluyoruz. İzmir'in en sevdiğim taraflarından biri de bu. Mağazalarda, dükkanlarda bile kediler var, tam sevdiğim gibi. Öyle iş yerinde mağazada kedi mi olur diye düşünen zihniyette değiller. Umarım bu düşünce biçimi hiç kaybolmaz. 


Bu fotoğrafı Alsancak'ta çekti arkadaşım Gediz. En sevdiğim fotoğraflarımızdan biri. İzmir'de havalar hep güzel gitti şansımıza. O gece de güzel bir gece oldu. Ne zamandır aklıma taktığım dilek fenerlerinden bir tane alıp dilek dileyebildim nihayet. Meğer ne kocamanlarmış onlar. Gözden kaybolana kadar izledim çocukça bir mutlulukla. Yanımda gelirken de birkaç tane getirsem diyordum ama her zamanki gibi unuttum.


Burada ne kadar sevinçli olduğumu görebilirsiniz. Hatta orada olmanın da getirdiği mutlulukla ağladım bile dayanamayıp. Nitekim şimdi fotoğraflara bakınca da zaman zaman gözlerim doluyor. Ama hep güzel şeyler düşünmeye çalışıyorum, ilerde İzmir'de inşallah güzel bir yaşantımız olacak diye hayaller kurup seviniyorum kendimce. Yoksa bunca km uzakta ve bunca olanaksızlıkta nasıl dayanır ki insan öyle değil mi? Bulunduğumuz yeri ve etrafımızdakileri güzelleştirmek her zaman bizim elimizde. Yapmak isteyelim yeter ki. 


Ahh güzel İzmir. Güneşli bir pazar gününde Karşıyaka'daki Taypark'da çektim bu fotoğrafı. Herkes çoluk çocuk parkta dolaşıyordu. Şezlonglarını almış çimenlere serilmişlerdi çiftler. O anı yaşamak çok güzeldi. En çok yaz aylarında özlüyorum sanırım memleketimi çünkü ruhumuz daha özgür kalabiliyor. Bu gidişle elimizden alına alına pek özgürlüğümüz de kalmayacak yakında ama neyse. Ben umutlarımı içimde hep diri tutuyorum. 

Yeni yazılarda görüşmek dileğiyle.
Mutlu kalın:)