Sanmayın ki bugün hava bu kadar güzel. Öğlen olmasına rağmen sanki akşam saatleri gibi, kasvetli, karanlık ve de yağışlı. Dört gündür bitmeyen yağmurla yaşıyoruz. Tabi tam kış mevsimi olmadığı için henüz, arada kesildiği oluyor yağışın ama yine de kasvet daimi. Öğlenleri çoğunlukla güneş açıyor ama bugün açmadı ne yazık ki, bu fotoğraf iki gün öncesinin. Yemekhaneden çıkıp eve doğru yol alırken çektim. Bulutların gölgeleri toprağa vurup geçiyordu, dışarıdan araba sesleri geliyordu ama evler son derece sessizdi, çocuklar bağırmıyor, kadınlar çamaşır asmıyordu. Bulutlara bakınca arkasını görmek istiyor insan böyle günlerde. Dağın arkasında bulutla birleştiği bir yer var sanki. Ama ben oraya bakmayı en çok bahar aylarında seviyorum, tarlalarda insan oluyor çünkü toprağını süren, işleyen.
Vampir tombuk kedimizle evde de herşey yolunda şükür ki. O kenarlardan görünen dişleri ayrıca sevimlilik katıyor ve böyle pozlar verdiği zaman onu sandviç gibi yemek istiyorum. Bu poz tam oyun anında çekildi, bakmayın yatış halinde gibi göründüğüne, gözleri de top gibi çünkü içinde bitmek bilmeyen bir oyun tutkusu var. İyi ki var benim tospalağım, onu seviyorum ve hayatımda olmasını da seviyorum. O küçük patileriyle üzerimde gezinmesi terapi gibi oluyor. Uzaklaşırsa ben koşuyorum yamacına, kıvrılıveriyorum hemen, anlıyor; totoyu kaldırıp salona geliyor hop koltuğa kıvrılıyor tamam geldim dercesine. Ben de bir nevi elmayra sayılırım.
Bu iki yavru kedicik ve annesi yemekhanenin önündeki çimlerde dolanıyorlardı, birkaç gündür yoklar. Ufaklardan biri keyifsizdi, yemek falan veriyoruz ama sanırım sıcak bir yerlere ihtiyaçları var. Sağ olsun yemekhanedeki Cezayirli personel ilgileniyor, zaten bişey yapsalar benden fırçayı de yiyeceklerini biliyorlar herhalde. Umarım iyilerdir bebişler. Keşke bütün kedileri alıp bakabileceğim bir yerim olsaydı o zaman daha mutlu bir insan olurdum.
Bu yusufçuk rengiyle gerçekten göz alıcı. Yanındaki ölü sinekten anlayacağınız üzere ölmesine ramak kala fotoğraflandı. Sonrasında alıp eve getirdim ama şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Buradan hatıra olsun diye saklamayı çok istiyorum ama gerekli techizata sahip değilim. Şimdilik bir kavanozda duruyor. Eğer yazımı okuyanlar arasında nasıl saklayabileceğime dair bilgisi olan varsa yazabilir, mutlu olurum. Bir süre sonra dağılmaya başlayacak çünkü kelebeklerde olduğu gibi.
Kuşburnu pestili bu. Hafif ekşi ama hoş. Misafirliğe gittiğimiz arkadaşlarımız ikram ettiler. Birkaç tane daha alacaktım dönerken yanıma ama unuttum. Böyle lezzetleri seviyorum ve her zaman bulabildiğimiz bir şey değil ne yazık ki!
İşte uyuyan güzel! Aslında burada uyumuyordu belki de. Sadece durmuş dinleniyordu kanımca. Onları çok seviyorum ama dikkatsiz insanların bu kocaman yaratıklara cart diye basmalarına tahammül edemiyorum. Hadi ufak olanları görmüyoruz seçemiyoruz bazen ama bu kocamanları nasıl ezer ki bir ayak anlayamıyorum? Sabahları bazen durup konuşuyorum onlarla. Ne kadar zor onlar için bir yerden başka bir yere gitmek, ne uzun bir yolculuk. Acaba evleri var mı? Nereye gidiyorlar? Neden gidiyorlar? Gitmek dışında yaptıkları neler var? Biraz sessiz benim narin arkadaşım, pek anlatmıyor ama ben yine de konuşuyorum.
İnstagram veya başka paylaşım sitelerinde devamlı karşıma çıkan bu meşe palamutlarından bu sene bulamadım diye çok üzülürken temizlikçi teyzemiz bir sepetle geldi geçen sabah. Ahh o kadar sevimliler ki. Bu sene sanırım henüz olgunlaşmamışlardı, tatları acımtraktı, geçen sene yediklerim fındık gibi çok güzeldi. Kaynatıp suyunu içiyorlarmış, henüz tam nasıl bir yapılış aşaması olduğunu bilemiyorum ama mideye falan iyi geliyor diyorlar. Belki denerim. Kıyamayadabilirim tabi, huyum kurusun. Şu anda onları sergileyebileceğim bir cam kavanoz veya vazom yok ama arıyorum, şimdilik sepette duruyorlar. Umarım güzelce kalabilirler uzun süre, büzülüp eskiyip koflaşmalarını hiç istemiyorum. Bakalım deneyip göreceğim.
Yağmur birkaç gün önce o denli yoğun yağıyordu ki doğa coştu, her yer yemyeşil olmaya başladı sanki bahara döner gibi. Ofisin bahçesindeki harika renkli güllerimiz açtılar, pembesi, nar çiçeği, bordosu ve cart bir kırmızısı var. Bazen hepsini kopartıp yanımda yakınımda, her dakika görebileceğim bir yer tutmak isteğine kapılıyorum ama sonra dışarı çıkıp koklayıp içimdeki canavarı durduruyorum. Onlar şu anki halleriyle yerlerinde mutlular. Dışarıdan toplanmış çiçekleri satın almayı seviyorum ama böyle kendim kopartmak hoşuma gitmiyor. Onları hala çocuk gibi kopartılmamış olarak hayal ediyorum belki de ondan. Yoksa evde canlı çiçek her daim sevmişimdir, Eve tazelik, ruh katıyor çiçekler. Çiçek olmayan ev bir yönüyle hep eksik geliyor bana, aynı kitap olmayan evler gibi.
Dolma kalemlere her zaman ilgi duymuşumdur ama senelerdir yazmıyorum. Hele ki böyle doldurma mürekkepli olanlarla. Tüplü olan modeller bana pek o mürekkebin hazzını vermiyor. Kesik uçlu dolma kalemlerle de daha rahat yazabiliyorum ama ne yazık ki bendekiler hep sivri uçlu. Standart, genel modellerden biri işte. Bu epey eski bir kalem, ancak bunu bulabildim. İki adet de mürekkebim var şimdilik. Bir süre içimdeki hisleri giderebilir, ama sadece bir süre. Yoksa benim aklım hep morlu, pembeli, turunculu ve çikolata renkli mürekkeplerde ve daha iyi kesik uçlu kalemlerde. Şimdilik yakınlarda bulabildiğimin en iyisi bunlar. Mavi renkli olan mürekkep sanırım uzun yıllardır kırtasiyenin bir köşesinde duruyordu çünkü kapağı paslı gibiydi. Eminim satıcı da şaşırmıştır. Burada genelde el yazısı kullanılmasına rağmen sanırım dolma kalem pek tercih etmiyorlar. 7 senedir buradayım bir kişi görmedim dolma kalem ile yazan. Tamam belki bir tane görmüşümdür ama hepsi o. Dolmakalemin ruhu var, kağıttaki sesi bambaşka ve kelimeleri adeta sihirle kaplıyor gibi hissediyorum yazarken. Sanki onunla yazdığımda ortaya çıkan kelimeler daha anlamlı oluyor gibi geliyor. İlk doldurma denemem başarıyla sonuçlandı, eşimin de yardımlarıyla. Bir kırmızı mürekkebim olmasını çok istemiştim ama ne yazık ki kırmızı mürekkep ıstampa mürekkebi çıktı. Şimdi güzel mürekkepler ve güzel kalemler almak üzere Türkiye'ye gitmeyi heyecanla bekliyorum. Aslında daha çok bir hikayesi olan dolma kalemleri seviyorum, birilerine ait olanları. Sanırım babamdan bir tane vardı evimdeki masamda, bir de öğretmenlik yaptığım yıllarda öğrencimin aldığı bir kalemim vardı. Bu büyülü yolculuğa onlarla devam etmek niyetindeyim bir süre.
Yolda olan yeni yazılar var. Öncelikle köşe yazılarımı tamamlayacağım, sonrasında yeniden buradayım. Biraz Cezayir dokusu lazım yazılarımda...
Mutlu kalın!
Ama fotoğraflar tam da havanın çok güzel olduğunu söylüyor sanki! :)
YanıtlaSilMerhaba;
SilGerçekten de öyle görünüyor ama değil ne yazık ki! Fotoğrafların hepsi aynı günde çekilmediği içindir nedeni. Yahut ışık iyi gelmiş herhalde:) Bayağı kasvetli bir gündeyiz, özellikle bugün.
Sevgiler
Yazılarınızın satır aralarından ne çok şey okuyorum bir bilseniz. Ama şu an en çok dolma kaleme takıldım. 12. doğum günümde babacığım rahmetlinin bana hediye ettiği bordo renkli scrikss dolma kalemim geldi aklıma uzun zamandır elime almamışım varlığını bile unutmuşum... Ne kötü. Yazınızı okumasam daha da hatırlayacağım yokmuş utandım...Özel olduğu için kullanmaya kıyamadığım bu dolma kalemim kutusunda bekliyor... Kullanacak alanım olmadığı için belki de bilmiyorum. En iyisi kızıma hediye edeyim. Duygulandım şimdi... Selam ve sevgilerimle.
YanıtlaSilAhh keşke bir araya gelebilsek şöyle bir güzel köpüklü kahve eşliğinde o satır aralarındaki güzelliklerden konuşabilsek, ne iyi olurdu. Dolma kaleminizi hatırlatmış olmama çok sevindim, güzel bir şeye vesile oldu yazım demek. Kızınıza hediye etmek harika bir fikir, eminim onun için de kıymeti büyük olacaktır.
SilBenden de kocaman sevgiler ve selamlar