29 Ağustos 2012 Çarşamba

Sıcak bir öğleden sonra

Cezayir yine kuru sıcağı ile beni epeyce yordu bugün. Serin bir ağaç gölgesinde az da olsa nefeslenip, ılık rüzgarla hafif bir uykuya dalıp, sonrasında nazikçe çevirdiğim kitabın sayfalarını duyacağım kadar yalnız bir ortamda olmayı hayal ettim bütün öğleden sonra. Böyle bir havada en çok soğuk şeyler içmeyi seviyorum ve tatlı meyveler yemeyi. Öğlen pek de tahammül edemediğim türlü tarzında bir yemek çıktığı için yemekhanemizde; evde atıştırmalık bir şeyler yapmayı düşündüm. Bir süredir de canım peynirli yumurta isteyip duruyordu. Eve kadar öyle zor geldim ki anlatamam. İki dakikalık yolda eriyip suya karışacağımı sandım. Kedim Charlotte ne kadar da haklıymış meğer yorulmakta, o yokuşu çıkarken. 

Kendime özenle peynirli yumurta yaptım, tereyağlı. Bir de hevesle her bir hazırladığım yiyeceğin fotoğrafını çektim. Uzun zamandır pek kare çekemediğim için üzülüyordum. Bolca yemek fotoğrafı incelediğim için hep ilk başta yemek fotoğrafı çekmek geliyor aklıma. İyi de oluyor. Kendime ufak bir stüdyo yapsam artık fena olmaz. 


Bu sıra acıyı pek seviyorum. Normalde yemeyeceğim şeylerin yanında bile acı olsun istiyorum. Bu yüzden peynirli yumurtaya kuruttuğumuz acı biberlerden serpip üzerine yine çok sevdiğim acı turşu biberden koydum. 


Bu börek artık favorilerimden biri. Elde açma reyhanlı, patatesli börek. Lezzeti çok güzel ve yapımı da kolay. Türkan abla sağ olsun bu lezzet ile tanıştırdı beni. Bundan sonra canım börek istedikçe ve reyhan oldukça yaparım sanırım. 



Bu da Antep usulü bir lezzet. Daha çok Antep'in yaşlıları bilirlermiş, adı Tenekatması. Kısıra benziyor ama bu köftelik değil pilavlık bulgurdan yapılıyor. Biraz diri kalıyor ve ev yapımı salça ile harika oluyor. İçine sonrasında bol yeşillik ve baharat koyuyorsunuz. Bir ara tarifini de yazacağım tatmak isteyenler için. Ben artık kısır'dan daha çok seviyorum bunu, bence mükemmel bir lezzet! Üzerine bolca limon sıkılıp, haşlanmış asma yaprağına da sararak yenince daha güzel oluyor. 


Yemeğimi afiyetle yedikten sonra yeni aldığım yemek dergilerine göz attım ve yapabileceklerimi kestirdim. Artık yavaş yavaş yeni tarifler deneyebileceğim için mutluyum. İlk başta şeftalilerim bozulmadan şu reçelimi bir yapabilsem harika olacak!


Bu güzel illustrasyonları olan fransızca hikaye kitaplarına bayılıyorum. Her bir cümlesini anlamasam da okuyabiliyor olmak harika bir duygu. Elimden geldiğince okuyorum anlamasam bile yine de okuyorum. Sözlük de çok yardımcı oluyor. Aslında resimlere bakmak bile öyle zevkli ki. Önceden aldığım iki taneyi okudum. Bu biterse başka bir tane daha var sırada bekleyen. 

Yavaş yavaş alışmaya başladım buraya. Tatil dönüşlerini atlatmak biraz zor oluyor. Ama buranın da güzel tarafları var elbet, bunları ortaya çıkarttıkça daha kolaylaşıyor her şey. Bir de şu yaz bitmeden yine suyla kavuşabilsek süper olacak!

Mutlu kalın:)

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Mantar ve Denizanası

Uzun süredir böyle bir konu silsilesi oluşturmuştum kafamda. Görüntü veya formlarını sevdiğim ama gerçekte pek hoşlanmadığım iki benzer şey seçiyorum, ne olursa. Zamanı geldiğini düşünerek dün yazmak için kolları sıvadım fakat bitiremedim. İş sonrası evde devam ederim desem de her seferinde yapmam gereken diğer işlere yenik düşüyor kelimelerim. Akşamları daha çok yazardım eskiden sabahlara kadar uğraşırdım sayfalardaki düşüncelerimle, ama şimdi sabahları erken mecburen uyandığım için kelimelerim gece yanıma pek uğramıyorlar. 

Mantar formu en sevdiklerimden. Duruşu, sevimliliği, gözenekleri, dokusu, renkleri, dokunulduğundaki pürüzlü veya pürüzsüz yüzeyleri, keserkenki kolaylığı, şahane türleri ile insanda tutku yaratabiliyor. Kokusuna da bir yere kadar katlanabiliyorum aslında ama iş tatmaya gelince hiç sevmiyorum, hem de her seferinde. Bana her seferinde ''gerçekten bayılacaksın, harika, bu sefer güzel pişmiş, bak hiç anlamayacaksın mantar gibi değil'' denmesiyle yanılgıya düşüp denesem bile bir kere sevdiğim olmamıştır. Çünkü ben bu sevimli türden bana daha farklı bir tat vermesini bekliyorum, sanırım kafamda oluşturduğumla tadı tutmadığı için hayal kırıklığı yaşıyorum. Bana ağzımda plastik çeviriyormuşum hissi veriyor, bir nevi sakız gibi. İçine ne tür baharat, peynir, sos girerse girsin mantarı mutlaka ayırt ediyorum. Geçenlerde gittiğimiz Pekin Restoranında siyah mantar yedim çünkü neredeyse seçtiğimiz tüm yemeklerde kullanılmıştı, yine de zevk aldığımı söyleyemem. Mantarın kendine özel bir tadı olduğunu bana kimse kabul ettiremedi, çünkü kendine özel bir kokusu, dokusu var ama tadı yok gibi geliyor bana. Oysa şunların güzelliğine bir bakın, böyle bir tat nasıl bu güzellikten çıkıyor anlamıyorum!


Bu mantardan şu yazıyı yazdığım an itibari ile nasıl bir tat bekliyorum bilmiyorum ama kesinlikle gerçek tadından farklı olduğuna eminim.


Önyargılı biri olmayı hiç sevmem, yerine göre inat ederim. Mantarlar hususunda son derece açık görüşlüyüm, genelde hep teklif edilen yeni mantar türlerini denerim ama sanırım daha güzellerini de denemem gerekiyor kesin bir yargıya varmak için. Yine de fikrimin ucunu açık bırakacağım, söz konusu mantarlar olunca onlara kıyamıyorum bir türlü.   



En çok merak ettiğim mantar türlerinden biri Portobello mantarı. Home Tv'de sürekli kullanıyorlar ve muhteşem görünüyor. 
Mantar alıp güzelce dilimleyip yemeğe katmak fikri harika. Doğranırken çıkarttığı sesi de çok seviyorum. Ben sanırım mantarı hep başkalarına yedirmek için yapacağım:(


Bu mantarlara bakarken kendimi masal dünyasında gibi hissediyorum. Fotoğrafları bulduğum yerde dev mantarlar da gördüm, inanamadım. Günün birinde onlarla da tanışmayı arzu ediyorum. Şirinlerden sonra kim mantarları daha yakından tanımak istemez ki? Hele dev mantarların olması fikri bence muhteşem!

  Gerçek mantar fotoğrafları google'dan alıntılanmıştır. 

 club-crochet.com

 marie claire

Bir de bu güzellikleri hayatımızın içinde çoğaltmak gibisi yok. Mantar şeklinde yapılan her şeyi seviyorum. Hele el örgüleri bir harika. Neyse ki bulunabiliyor artık böyle objeler veya yapmak için örnek bulabiliyorsunuz ya da ihtiyacınız olan materyali. Takılar, kırtasiye, mutfak, dekorasyon ve keyif verici diğer hobiler adına kendimize mantardan bir dünya yaratabiliyoruz. Belki uslu olursak hala şirinleri görebilme şansımız vardır kimbilir?


Diğer bir konu da denizanaları. İngilizce ismine de bayılıyorum jellyfish. Bende hep jelibon veya jöle kaplıymış hissi uyandırıyor. Tiplerini, renklerini ve dokularını çok seviyorum. Kendilerine has hareketleri de inanılmaz etkileyici. Büyük denizanaları görünce onlara daha çok hayretle yaklaşıyorsunuz. Hem dokunmak istiyorsunuz hem de korkuyorsunuz. Yine de bana verdiği tüm korkuya rağmen ona dokunmak isteğinden kendimi alamıyorum. 


Bunları yakından görebilmeyi ne çok isterdim. Ama yüzerken değil, sadece yakından izleyebileceğim bir akvaryumdan!





Sanki evrenin tüm sırlarını içinde barındırıyormuş gibi bir havası var. Hem havalı hem de masum:)Belki ilerideki hayatlarımdan birinde denizanası olmak isteyebilirim:)


 Denizanası fotoğrafları mymodernmet.com, vi.sualize.us ve littleowlgirl.tumblr.com adreslerinden alıntılanmıştır.

Bu bölüm devam edecektir zevkle ve özenle. Umarım siz de seversiniz!

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Yansımalar



Bazen bir anda gelip oturuyor insanın içine sıkıntı, öylesine ve fark ettirmeden kendini. Git desen sanki gidecek ama söylemeye dermanın yok ki. Böyle zamanlarda bir kahve gibisi yoktur derim ve hemen kahve yapmaya koyulurum ama hakkını vererek. Ağır bir ateş üzerinde, bakır, minik bir cezveyle, güzel düşüncelerle. En sevdiğim fincanımı çıkartıp, minik örtüleri üzerine koyup, EL işlemesi tepsimle cam önü keyfi yaşamak isterim. O güzelim dantellerden yoktur tabi bulamam, tepsiler de hiç öyle Türk kahvesinin ruhuna uygun değildir aslında ama ben her şeyin yolunda olduğunu varsayarım. Böyle ritüeller derinden mutlu eder beni, bilmem neden? 

Türk kahvesi kanımca virüs gibi bir şey. İnsana bedenine konuşlanıyor resmen. Şimdilerde onsuz yapamaz bir haldeyim. En çok da deniz sonrası kahve içmeyi seviyorum. O serinleme hissi ile kahvenin yakıcı tadı buluştuğunda içimdeki tüm güzel anıların bir yerde buluştuklarını hissediyorum. Hani çok uzaklardayken tanıdık kokular veya tatlar keşfetmek gibi. 


Kefken'i ne kadar anlatsam yetmez bana. Çünkü orayı anlatmak kendimi anlatmak gibidir, öyle rahatlatıcı ve bir o kadar da zor. Kayalara gün batımında eşlik ettiğimde, denizin içinde gördüğüm manzara buydu işte. Sadece bir parçasıydı o muhteşem yeşilliğin. Bana derin bir kavuşma arzusu yaşattı. Şimdi baktığımdaysa elimi uzatıp dokunmak istediğim tanıdık bir ten gibi hissettiriyor. 


Siyah beyaz fotoğraf anlatabilirdi o anı sadece. Hem güzel bir anı parçası olduğundan hem de geçip gitmiş olduğundan. Minik, ojeli parmaklarımla denizin uyumunu nedense hep çok sevmişimdir. Aynı turşu yiyeceğim zamanlarda kırmızı oje sürmeyi sevdiğim gibi. 



Ufak bir balık tutma macerasına atıldı eşim. Ben bir yandan o nefis ekmeği kemirdim, bir yandan sigaramdan rüzgarla nefesler çekmeye çabaladım, bir yandan da yeni fotoğraf kareleri ekledim anılarımıza. Balıklar o gün ekmek yemek istemediler. Bir süre bekledikten sonra biz de acıkmaya başlayınca vazgeçtik. Zaten herhalde tutsak bile bırakırdık balıkları. Denizden kefal çıkmayacaktı ya!


Kefken limanını ziyaret ettik kısa adımlarla. Çünkü herkes çalışma halindeydi, yorgundu ve biraz da umursamazdı. Bu yüzden rahatsızlık vermeyelim dedik. Bu kulübe hemen dikkatimi çekti. En çok da içini merak ettim aslında ama görmeye yeltenmedim bile. Sanırım bunu yapsaydım çıldırmış olduğumu düşünürlerdi. Yalnız o minik masayı kendime sehpa yaparak ve yüzümü denize dönerek soluklanmayı çok isterdim. 


Bu bir mercan. Arabistan'dan seneler evvel getirilmiş eşimin babası tarafından. O kadar güzel ki, insanı kendine hayran bırakıyor. Özenle birleştirilmiş gibi parçalar birbirine. Her baktığımda hareket edecek bir deniz canlısı olduğu hissine kapılıyorum. Oysa sert, donuk ve ölü. Yine de bunca kötü özelliği üzerinde barındıran muhteşem bir şey. Günün birinde bu kötü üçlüyü bir araya getirecek örnek vermem icap ederse mercan diyebilirim. 

Detaylar hayatın ufacık parçaları. Onları biriktirdiğimde ve gözümün önüne getirdiğimde birleşip yeni bir dünya yaratıyorlar. O dünya daha kim bilir içinde ne büyük güzellikler ve sırlar taşıyor. Günün birinde bu fotoğraflara yeniden baktığımda hissedeceğim duyguyu şimdi yaşayabilmeyi çok isterdim aslında. Ama yine zaman canı istediğinde bize kendini gösterecek, biz de bekleyelim ve görelim o zaman!

İyi ki bu kadar çok fotoğraf çekmişim. Bütün duygularımın yansıması oluyor her biri. Bitmek bilmiyorlar...

14 Ağustos 2012 Salı

Güzel bir rüyadan geriye kalanlar

Bugün 9. günümüz burada. Her şey eski seyrinde ilerliyor, sanki kısa süreliğine de olsa bırakıp gitmemişiz gibi. Yavru kedilerim  büyüdüğü için, onlara baktıkça idrak ediyorum burada olmadığımızı. En güzeli de onları böyle büyümüş bulmak oldu. Özellikle kedi yavruları insana neşe getiriyor, karşı koyamıyorsunuz. 

Havalar böylesine sıcakken çalışıyor olmak zor. Durup düşününce bazen, keşke kışları çalışsak yazları dinlensek ve tatil yapsak diyorum:) Aklım hep denizde, maviliklerde, rahat koltuklarda, mis kokan kitap ve dergi sayfalarında, rengarenk, tiril tiril elbiselerde. 

Ofisten ramazan dolayısıyla çıkış saatlerimiz erkene alınınca kendime ayıracak bir saat daha fazla zamanım oluyor. Bu yüzden eve gidince ilk işim, çantamı okul çocukları gibi kapıdan içeri bırakıp, üzerime ıslanmaya müsait bir şeyler giyip hortuma doğru ilerlemek oluyor. Terliklerimi ayağıma geçiriyorum, çeşmeyi açıyorum, oyalana oyalana ve tabi kendimi ıslatarak verandayı yıkayıp ortalığı serinletiyorum. Kedilerim zaten sıcaktan fenalık geçirdikleri için taşların serinlemesi onlara harika geliyor. Anne kediyi de serinletmek amaçlı su bardağına doldurduğum suyla yüzünü ıslatmadan yavaş hareketlerle ıslatıyorum, pek rahatlıyor yavrucak. Minikler de henüz kelimenin tam anlamıyla çok minik olduklarından ıslatamadığım için serin taşın üzerinde dolaşarak ve uzanarak rahatlıyorlar. Bir nebze de olsa hem ben hem de onlar sıcağa karşı durmuş oluyoruz.



Bu şemsiyeleri çok ama çok seviyorum. Bir de havlu asma demirli olanlar var ki onlar tabi daha ağır, düzgün ve kullanışlı. Bu şemsiyenin altında gölgede uzanmak, bir şeyler okumak, sohbet etmek veya sadece denizi izleyerek durmak öyle güzel bir duygu ki. Şimdi fotoğraflara baktıkça gözlerimi kapatıp o anları yeniden yaşamaya çalışıyorum. 


Yaza en çok yakıştırdığım çiçeklerdendir zakkumlar, kokuları olmasa bile. Renkleri ve dokularıyla beni benden alıyor ve çocukluk günlerime götürüyorlar. 


Dondurma delisi olup çıkacağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu. Normalde bir külah dondurmayı bile yarım saatte yeyip çoğu zaman hepsini bitiremeyen ben bir seneden fazladır dondurma ile yatıp kalkan biri haline geldim. Çeşme'nin karadutlu ve sakızlı dondurmasından her gün olsa yerim. Karadut gerçekten bir aşk. Burada carte d'or bile bulmak zordu ama şimdi devamlı alışveriş yaptığımız markete gelmiş hem de karadutlu varmış. Benim için harika bir haber. Bu sefer herhalde en çok dondurma yediğim tatillerden birini geçirdim. Burada da yemeğe devam etmek istiyorum. Olmadı taze meyvelerden dondurma tadında sorbe yaparım yine!


Ahh bu biberler de yok mu! Her sabah kahvaltıda yedim. Dalından tazecik kopartıp yemek büyük bir keyif. Hem domates hem biber hem de böğürtleni dalından yemeğe bayılıyorum. Biber için acı çıkması gibi bir risk olmasına rağmen bunu büyük bir iştahla göze alıp ortasına kadar ısırıyordum çocukça bir muziplikle. 


Biraz hüzün karışsa da o anlık mutluluğuma yine de sevdim bu fotoğrafımı. Arkamda kayalara çarpan dalga sesleri, gün batımının renkleri ve ılık bir esinti ile orada olmak muhteşemdi. Kefken her zaman başkaydı, yine o başkalığını koruyor. Oradaki en ufak detay beni mutlu ediyor. Akşam yürüyüşleri, sokaklardaki köpekler, balıkçıları izlemek, fırından gelen taze ekmek kokusu, pazarda bağrışan insanlar, denize bir mayo, ayaklarında terlik, omuzlarında bir havlu, bir de yüzlerindeki kocaman gülümsemeleriyle gidenler ve tabi büyük bir gürültüyle yüzen çocuklar kefken demek. 


İskeleler her şeye tanıklık ediyorlar. İnsanların ve hayatın bütün değişimlerine. Orada, denizin ortasında, bir balığın şıp diye suya atlayışını dinlemek, keyifle bulutların şekillerini bir şeylere benzetmeye çalışmak, renk silsilesinde anılara yolculuk etmek büyük bir huzur veriyor insana. Sonra annemin hadi yemek hazır diye sesini duyup mis kokular eşliğinde eve ilerlemek de en güzel hediye. En çok kalabalık sofraları seviyorum ben; tüm sevdiklerimin bir arada olduğu o şen sofraları. En çok da o zamanları arıyorum. 

Daha yüzlerde fotoğrafım var dosyamda. Her biri için ayrı ayrı satırlar yazabilirim, yazacağım da. Biraz düzenlemek, biraz boyutlarını ayarlamak gerek hepsi o. Bundan sonra her güne bir yazı yazmak niyetindeyim ama umarım başarabilirim. İnternet böyle hayallere pek imkan vermiyor çoğu zaman. Ama olsun anılarla mutlu olmaya ve hayal etmeye devam!

8 Ağustos 2012 Çarşamba

Rüzgar gibi geçti


Daha güzel bir başlık düşünemedim içinde bulunduğumuz duruma uygun olan. Genelde kullandığım bu benzetmeyi kullanmayı tercih ettim çünkü gerçekten aynı yaz aylarında kısa süreliğine bizi serinletmeye gelen bir rüzgar gibi geçti tatilimiz ve güzel zamanlarımız. 

Şimdi yine hiç gitmemiş gibi hissediyorum. Bir rüya gibi aynı. Bugün yine önceden durduğum yerde özlemlerim ve hayallerimle duruyorum sadece tenimin rengi biraz değişmiş ve giysilerim yenilenmiş olarak. Teknolojinin nimetleri için her gün şükrediyorum, bir yandan kendime gülüyorum bir yandan iyi ki var diyorum şu bilgisayarlar, yoksa nasıl çekilir olurdu bu uzaklık bu gurbet. 

Buralar yine çok sıcak ama Türkiye kadar rahatsız edici değil çünkü nem yok. Kediciklerim büyümüşler bile 20 günde. 5 tane yavrumuz var pıt pıt dolaşıyorlar. Hele bir tane tüy yumağı var ki evlere şenlik, yemeden duramaz insan. Etrafta kediler olunca daha çok mutlu oluyorum bir kere daha anladım. İzmir'de ve Ereğli'deki yazlıkta da çok kedi vardı onlarla da hep oynadık hasret giderdik, iyi geldi. 

Denizi hep mi özler bir insan. Balık gibi yüzmek, yüzmek ve suyun tadını almak istiyorum her gün. Sabah denizin seriniyle güne başlamak sonra güzel bir kahvaltı yapmak ve güne katılmak istiyorum. Bir ay bile kalsa insan doyamıyor ki hiç bir şeye. En çok da bir zaman sonra gitmemişlik hissi daha da içini kapladığında zor oluyor. Şimdi yine oturmak zamanı, oysa memlekette hayat var, akıyor ve yaşanıyor. Burada devamlı bir kendini tekrardasın, hareketsizlikten kemikleri ağrıyor insanın ve biriktirdiklerin ağır bir yük oluyor. 

Bir de dönüşlerde unutulanlar sinir bozuyor. Bir çubuk kraker paketi için bile üzülüyorum veya az getirdiğim taze fındık için; keşke daha çok alsaydım diyorum. İşte bu deyişler bitmiyor da bitmiyor. En güzeli fotoğraflara bakmak sıkıldıkça ve güzel zamanlar ve sevdiklerimiz için şükretmek ve bundan sonra da böyle güzel zamanlar yaşayabilmek için de dileklerde bulunmak. 

Fotoğraflar bilgisayara yüklendi bile artık yavaş yavaş paylaşmanın zamanı geliyor:)Daha çok yazmalı ve anlatmalı. Uzaklığa ve özleme en çok iyi gelen yazmak, dillendirmek duyguları..

Hoş geldim!

10 Temmuz 2012 Salı

Güzel bir rüyadan uyanmak



Güzel bir güne mutlu rüyalar ile başlamak her zaman çok sevdiğim bir şey olmuştur. Fakat bu rüyaları bir kenara bırakıp da gerçeğe adapte olmak bazen öyle güç oluyor ki. Hele uzun zamandır görmeyi arzuladığınız bir rüya ise bu tadı bambaşka!

İnsan büyüdükçe özlemleri de büyüyor ve artıyor. Çocuk olduğum zamanları çok özlüyorum, o zamanki hayatı, etrafımdaki arkadaşlıklarımı, değer verdiğim insanları yanımda bulabilmeyi ve o kahkaha dolu kalabalık sofraları, ama en çok da doğduğum evi özlüyorum. Taşınmamızın ardından çok gidip geldim o eve ziyaret amaçlı ve sadece bir kere daha görebilme ihtimali ile türlü bahaneler uydurarak. Hep merak ettim bizden sonra o ev nasıl bir hal aldı diye. Çok zaman sokaktan eve dönüşlerde o apartmana girdim ve hatta o kapıyı çaldım. Pek yadırgamıştım, ayaklarım beni hep eskiye götürüyordu. Hala öyle biriyim ben, eskiye tutkuyla bağlı.

Eşyaları hayal ederim çoğu zaman ve rüyalarımda hep o evimize girip odaları karıştırırım. Sanki her rüyamda hatırlamadığım bir yerini keşfederim yeniden. Mutfağı ve annemlerin yatak odası pek aklımda yer etmemiş nedense. Kendi odamı, salonumuzu, holü ve arkadaki soğuk odayı hatırlıyorum. Soğuk oda dediysem kaloriferi yanmayan ardiye olarak kullanılan odamızı kastediyorum. Soğuk bile olsa oraya girip kutulardan veya torbalardan bir şeyler bulmayı çok seviyordum. Ufak banyomuzu da hatırlıyorum aslında ama çok hayal meyal. Bir de salondaki sonbahar manzaralı duvar kağıdı hep aklımdadır.

Bu blog yazısını yazmaya niyet ettiğim sabah böyle güzel bir rüyadan uyandım. Hiç uyanmak istemeyerek doğruldum ve bir süre düşündüm. Yeniden gidip görebilmeyi istedim. Eskiden hep ileride bu evi alacağım diye düşünürdüm. Keşke çocukluğumuzu yaşadığımız o mekânları olduğu gibi bırakabilsek, anılarımızdaki gibi. Koltukların kılıfları, seramiklerin desenleri öylece kalsa ve tabi annemizin nefis yemek kokuları ile mis gibi temiz çarşaf kokuları da yanında bonus olsa.

Rüyamda evde dolaşıyordum. Ama ev hayalini kurduğumdan kat be kat büyük ve bahçeliydi. Hatta kış bahçesi bile vardı. Mutfağı gördüm çok net olarak ama sanırım sadece hayali bir varsayımdı, yoksa mutfağımızın zihnimde yarattığım gibi olmadığını kesinlikle hatırlıyorum. Farklı bir mutfak tasarımı çıktı karşıma ama rüyamın ve çocukluğumun ruhuna çok uygun olarak. Teyzemi gördüm. Bu sıra teyzem hep aklımda, eniştemi(dede diyordum ben) yakın zamanda kaybettiğimiz için hep onu düşünüyorum. Ne yapıyor, nasıl devam ediyor, neler yaşıyor içinde diye anlamaya çalışıyorum. Onun dedemle fotoğraflarını gördüm siyah beyaz ve kocaman kocaman basılmış. Kendisi de tıpkı genç kızlık fotoğraflarındaki gibiydi. Büyük kirpikleri, kalın göz kalemi, dudaklarında kırmızı ruhu ve o yüzündeki beni ile tıpkı Belgin Doruk gibi. O halini görmeyi isterdim tabi daha pek çok önem verdiğim kişiyi de eski halleri ile görebilmeyi dilerdim; annem, babam, babaannem, anneannem, kendim v.b

Böyle zamanlarda rüyaların içinde kalabilmeyi istiyorum. Orada dinlenebilmeyi, huzur bulmayı ve geçmişi yeniden keşfetmeyi arzuluyorum. Keşke rüyalarımızdan odalarımız olsa ve odalarımızda kaybettiklerimizle buluşsak, çocukluğumuza dönsek, anılara dokunabilsek.

Şimdi ellerime bakıyorum da minik kahverengi lekelere ev sahipliği yapmaya başlamışlar bile, gözlerim yorgun, bedenim sanki hayatla birlikte debelenmekten bitkin bir halde. Oysa daha kim bilir ne çok şey var yaşayacağımız.

Sabahları yorgun uyanan ben, sanırım en çok böyle rüyalar gördüğümde günün anlamlandığını, neşe dolduğumu, hayatımdaki sayılı dakikaların kıymetini bildiğimi hissediyorum. Bir yerlerde ben hala o günleri yaşıyorum sanki. Belki de paralel evrendeki ben, şimdiki ben ile iletişime geçmeye çalışıyordur olamaz mı???

NOT: 5 Temmuz Cezayir'in bağımsızlık günüydü. Unuttum sanmayın. Sadece yazısını yazmakta geciktim çünkü hem birkaç günlük tatil hem de işler araya girdi. Kısa zamanda bitirip sizinle paylaşacağım. Mutlu kalın!


2 Temmuz 2012 Pazartesi

Mutluluk ne midir?

Bu ara vermeler sıklaşıyor ya hiç hoşlanmıyorum aslında. Ne zaman yazmaya niyet etsem bir türlü başlayamıyorum. Akşam üzerine doğru hep eve gittiğimde bilgisayarımı alır bahçede bir güzel yazarım bugünkü yazımı diyorum yine olmuyor. Eve gittiğimde mutlaka aklıma yapacak ekstra bir şeyler geliyor. Annem evin işleri hiç bitmez derdi bense pek anlam veremezdim. Şimdi bazen bakıyorum da kendi kendime iş yaratıyorum. 

Havaların sıcak olması insanı olumsuz yönde etkiliyor. 50 derece sıcakta hep kedilerim gibi, gölge ve serin bir yer bulup uzanmak isteği duyuyorum. Kendimi harekete geçirebildiğim zamanlarda ise hep yeni tarifler deneyip lezzetli yaz yemekleri yapmak için harcıyorum zamanımı. Günden güne tariflerim çoğalıyor ve çocuk gibi mutlu oluyorum. Mutluluk demişken; uzun zaman evvel bana bir mim yollandı ama ben cevap yazamadım. Bu vesile ile şimdi ona da yanıt vermiş olacağım. Bizi mutlu eden şeyler neler? Mim'in konusu işte buydu. Mutluluk en çok yaza yakışıyor herhalde. Çünkü yaz mevsiminin üzerimizde böyle bir etkisi var. Baharın da aynı ölçüde olmasa da payını göz ardı etmemek gerekiyor. Mutlulukları yaratabilmek aslında çok kolay. Yoksa öyle çarşıda pazardan mutluluk adlı etiketlerle satılan bir şey değil ne yazık ki! Günümüzde bu kadar kolaycı olmuşken içimizden kimileri onun da satılmasını istiyordur eminim. Armut piş ağzıma düş mantığı ile günlerini geçiren öyle çok insan var ki. Onlar hayatın kendilerine her gün mutluluklar hediye etmesini bekliyorlar, bekliyorlar ve bekliyorlar. Harekete geçmek gerek bir an evvel, başlangıcı nerede, nasıl ve ne zaman olursa olsun.


-Mutluluk bence ilk başta seni seven ve düşünen insanların olduğunu bilmekten doğar. Sonra sevdiklerini değebileceğin kadar yakınında tutmakla büyümeye başlar. Kendine ufak mutluluklar edindiğinde ise gelişir. Sonu var mıdır? Bana kalırsa yoktur çünkü insanın istemsizce olsa bile yarattığı kendine has bir gülümsemesi her zaman olacaktır. 


-Sevdiğim adam beni mutlu ediyor. Hiç bir şey yapmasa bile onun yanı başımda olmasını seviyorum. Onun varlığını hissetmeyi seviyorum. Hayatın bizi karşılaştırmış olması büyük bir mutluluk kaynağı, daha ne olsun! İki tane ayrı şehirde, iki ayrı insan, birleştiklerinde mutlu bir hayat yaratabiliyorlar ya bence bundan daha mucizevi ne olabilir. Şöyle bir söz vardır çok beğendiğim ve sıkça yazdığım;

'Bir gün gelir, dünyanın bir yerinde yıllarca 
senin 
haberin olmadan yaşamış birine,
bütün hayatını anlatmak istersin.' 

(İşte bu cümleyi her düşündüğümde sevdiğim kişinin
ne kadar özel olduğunu bir kere daha anlıyorum ve 
bu beni mutlu etmeye yetiyor da artıyor bile!)



-Kızım Charlotte ve diğer kedilerim beni hep çok mutlu ederler. Onların şaşkın bakışları, yumuşaklıkları, gır gııırr sevgi gösterilerinde bulunmaları, patilerinin renkleri, dokusu ve pufidikliği benim için mutluluk kaynağıdır. Bir de beni gördüklerinde çook uzaktan bile olsa  koşarak karşılamaları her buluşmamızda içimi mutlulukla doldurur. Sevildiğimi biliyorum.


-Yazma eylemi beni mutlu eden şeylerin içinde önemli bir yere sahip. Yazmanın yanında araştırmak, okumak, defterlerin sayfalarında kalemlerin renkleri ve kelimelerin büyüsü ile buluşup bütünleşmek de cabası. İnsan onları hayatına bir kereliğine bile olsa aldığında vazgeçmesi mümkün olmuyor.



-Yemek yapmak önceden bu kadar elzem değildi benim için. Bir ihtiyaç olarak görüyordum. Ama o zamanlar toydum. Şimdi onu içimdeki ruhla bütünleştiriyorum. Yemek fotoğraflarına bakmaktan sürekli yemek düşünür bir hale geldim. Zaten yaptıklarımı tatmayı da ayrıca seviyorum. Büyük bir mutfakta kendimi yemek yaparken hayal etmek mutluluk veriyor. Dekorasyon hakkında fikir veren cezbedici sayfalar da hayal gücüm için büyük yardımcı. 



-Doğa ile yakınlaşmak beni mutlu ediyor. Kuşları dinlemek, toprağı koklamak, taşlara dokunmak, pek çok şekilde ona yakın olduğumu hissetmek mutluluk veriyor. Otların rüzgarda dans etmeleri izlemeyi çok severim örneğin ve çimenlere yayılıp gökyüzünü izlemeyi, denizin dalgalarına dalmayı ve suyun yüzeyinde elimi izlemeyi. 


-Güzel kokular beni mutlu ediyor. Çamaşır makinesinden yeni çıkmış çamaşırların evi saran o muhteşem kokusu, soğanın kavrulurkenki kokusu ve sonra sarımsakla buluştuğundaki o an, tereyağlı pilavın evin her yerine hücum etmesi, fırındaki ekmek kokusu, pazara gittiğimizde karşılaştığımız sebze ve meyvelerin taze kokuları, kitapların yapraklarının kokuları, kedimin temiz olduğu zamanki kurabiye kokusu, tanıdık yerlerin örneğin evimin, annemin, babamın, aşina olduğum insanların kokuları, banyo sonrası saçların kokuları, otların yakılma anındaki kokuları, kalemlerin ve silgilerin kokuları v.b daha öyle çok var ki yazamadığım.


-Yolculuklar beni hep mutlu etmiştir. Erkenden hazırlanılan bavullar, sabahın ilk ışıklarında çıkılan yollar, arabada giderken pencereden rüzgarın içeri girmesi, ara ara verilen molalar ve keşfedilen yeni yerler. Bilmediğim başka yaşamlara tanık olmak ve yeni bir kültürü tanımak, anlamak ne muhteşemdir. İnsan da bu yeni yerleri gördükçe yenilenir, gelişir ve değişir. 


-Yaşlı insanlar beni mutlu ederler. Onların bulundukları ortamda hep bir huzur vardır gibi hissederim. Ailede bir büyüğün olması fikri beni hep mutlu eder. O zaman gerçek bir aile olduğumuzu düşünürüm hep. Yaşlıların buruşmuş tenleri, kokuları, koyunlarında sakladıkları gizli hazineleri benimle paylaşmaları, eskiye dair hikayelerini anlatmaları büyük mutluluk verir.


-Eskiye dair her şeyi çok severim ve ne zaman eskiyi düşünsem elimin altında o zamanlara ait dokunabileceğim ve gerçekliğini hissedebileceğim bir şey olsun isterim. O yüzden çok önem veririm benim olanlara, kitaplarıma, eşyalarıma; çünkü hepsinin bir anısı vardır bende. Annemden kalan bir eşyayı üzerimde taşımak, babamın annem için yazdığı aşk dolu şiirlerini yakınımda tutmak isterim. Tanıdıklarımdan yadigar eşyalarında ayrı bir yeri vardır bende; babaannemin dikiş makinesi, annemin teyzesinin daktilosu ve teyzemin taş plakları gibi. Onların fotoğraflarını gittiğim her yere götürürüm. Ailemin diğer üyeleri için de geçerli olmuştur bu. İlerde evimde eski aile fotoğraflarından oluşan bir alan yaratmak hayalim var, bu da mutlu ediyor beni, çünkü aileme olan bağlılığımı paylaşmayı ve bunu tüm kalbimle içimde hissetmeyi seviyorum. 


-Fotoğraf çekmek beni çok mutlu ediyor. Zaman hırsızı oluyorum çünkü o filmlerde görüp de hep olmayı hayal ettiğim ajanlar veya dedektifler gibi. Keşke gözümün gördüğü her kareyi çekebilsem tam da o anda. Günün birinde böyle bir teknoloji yaratılırsa emin olun deneyenlerden biri de ben olurum. 


-Müziği seviyorum, hafif müziği ve bir hikayesi olduğunu hissettiğim müziği. Böğüren bağıran adamları bir zamanlar nasıl dinliyormuşum anlayamıyorum. Gençlik gerçekten insana her şeyi yaptırıyor. Şimdi de o günlerdeki gibi çılgın olabilmek adına türlü şeyler yapmak istiyorum ama biliyorum ki o günler geri gelmeyecek. Olsun yine de doyasıya yaşadığımı bilmek bile beni mutlu etmeye yetiyor.


-Ben çabuk mutlu olabilen biriyim. Japon pazarlarında satılan renkli plastik kaplar bile beni mutlu eder:) Görünce o renkleri içim hareketlenir ve enerji dolarım. Sokaklarda yürümek öyle suskun ve etrafı seyrederek, bir kitabın sayfalarına dalıp gitmek, yalnız olmak sevdiğim diğer şeylerdir. Yeri gelir kalabalıkları da severim ama daha çok ailesel kalabalıklar, toplanmalar hoşuma gider. Yine de bir yanım yalnız kalmaya dair övgüler yağdırır durur içimde. O yüzden ilk yıllar burada yaşamak o kadar da zor gelmemiş olmalı, bir nevi kişisel bir inziva gibiydi. O zamanlar bana faydasını anlamamıştım tabi, o heyecanla idrak etmek zordu. Şimdilerde bana neler kazandırdığını görebiliyorum. 


-Denize yakın olmak, deniz havasını solumak da her zaman büyük bir mutluluk vermiştir bana. Çocukluğumun en güzel anıları Karadeniz'in serin sularının bağrında geçmiştir. O yüzden o anılara dönebildiğim zamanlar yani yazlığımızda geçirdiğim her gün benim için ayrı bir mutluluk kaynağıdır. Sanırım yaşlandığımda dahi oradan vazgeçemeyeceğim. 


-Renkler, desenler ve ilgi alanıma giren çoğu şey beni mutlu eder. Geniş bir alanı kastediyorum bunu söylerken, çünkü hayatın içindeki her ufak detayı gözleme, araştırmaya meraklıyım. Her şeyin içinde bulunmak, yaşantıların tadına bakmak isterim. Bu yüzden mesleğimi çok seviyorum. Antropoloji okumak bugüne kadarki seçimlerimden en iyisiydi, hiç bir zaman pişman olmadım. Bir pişmanlığım varsa o da eğitimimi desteklemek adına yurt dışında farklı işler yapmayışımdır. Onu da Cezayir'de kaldığım zamanlarla telafi etmeye çalışıyorum. Farklı insanları, kültürleri tanımak, öğrenmek, farklı hayatlara dahil olmak her zaman beni mutlu etmiştir.

Daha yazacağım öyle çok şey var ki. Mutluluk benim için burada yazdığım ve yazamadığım pek çok şeydir. Kimi zaman etten kemikten, kimi zamansa sadece düşünceden ibarettir, yeterlidir, değerlidir ve berraktır. Söylenen o ki artık insanlar bu tip okumalara fazla vakit ayırmıyorlarmış, inanmıyorum, yazdıklarımın elbet birilere hitap edeceğini biliyorum. Bu yüzden her zaman zevkle ve mutlulukla yazmaya devam edeceğim. Siz de mutlu mutlu gülümseyerek okuyun! 

Güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle.