4 Kasım 2015 Çarşamba

Günübirlik özgürlük


Çok değil daha onbeş gün önce tattım özgürlüğün huzurunu. Hem naif hem de alabildiğine delişmendi. O gün şimdi ismi lazım olmayan bir sır gibi hafızamın derinlerinde dinleniyor. 

Sokaklar insan kaynıyordu. Çoğu pürtelaş işinde gücünde, kimisinin kafası dumanlı, az bir parçasıda hülyalıydı insanların. Binalar yaşlı bir baykuş gibi derin, dans eden sığırcıklar gibi de iç içeydi. Etraftaki bütün insanları toplasanız da binalar ve suretleri mahşer yeri yaratabilirdi kendi kendilerine. 

Çıktım ve o cümbüşe varmak için epey yol aldım. Öyle uzun geldi ki yol iki sigara bile yaktım. Ne çekilmez şey şu araba dolu yollar, o tıkışık alanlar. 


Onlarca kilometreden sonra sadece planladığım iki yere varabildim gönlümce. Oysa gönlüm birkaç saatte tüm Cezayiri görebilecek kadar büyük ve hevesliydi. Beklemediğim şeyse bir süredir internette karşıma çıkan bu zümrüt yeşili kubbesi olan camiyle karşılaşacağımdı. Hoş, yakın temas sağlayamasak da var olduğuna şahit olabildim. Bir başka gün buluşmak üzere dedim arabanın camından sessizce. En çok da bu hallerini seviyorum da dedim kendime Cezayir'in. Öyle karşınıza neyi çıkartacağı belli olmuyor. Bir anda bir diyardan başka bir diyara sürüklenirken buluverirsiniz kendinizi.


En sevdiğim yerlerden biri de bu Ketchoua camisi ve onun yer aldığı Casbah sokaklarıdır. Ketchoua buraya ayak bastığımız günden beri restorasyonda. Bir ara ziyarete açıldığı olmuş diyorlar ama bilmiyorum. O kadar heybetli ve cezbedici ki. Uzaktan bile kendini hissettiriyor. Bakalım buradan ayrılmadan kucak açacak mı bize. Önceleri kilise olarak hizmet veren bu yer sonradan cami olarak kullanılmaya başlanmış. İçinin ne kadar güzel olduğunu düşünmeden edemiyorum.


Bu sıcacık özgürlük gününde denize de yakınlaşabildim. Mis gibi kokusunu içime çektim durdum dakikalarca. İnsanlar havanın güzelliğini fırsat bilip sahile atmışlar kendilerini. Bunu beklemiyordum, görünce sevinçle dolu şaşkınlık yaşadım. Ne güzel şeydir denizi sevmek ve ona yakın olmak dedim. Bu ufak deniz fenerinin olduğu sahil şeridi ziyaret ettiğimiz Palais des Rais'in arka kısmından bir görüntü. İçi harika, dopdolu, etkileyici ve tarih kokuyor. Orada bulunmak öylesine iyi geliyor ki insana, kalabilmeyi bile hayal ediyorum.


Paylaştığım yerlerin hepsi aynı güzergahta değil ama olsun. Burası son durağımız olan Sidi Yahya taraflarında bulunan eski bir bina. Belki yaşanmış ama terk edilmiş bir yer. Burayı alıp restore etmek ne kadar harika olurdu diye hala düşünüyorum. İçinde kimsecikler yok ama bir zamanlar yaşadıklarına eminim. Ürpertici gibi görünse de insanı kendine çeken bir tarafı var. Kemerli verandasındaysa acı bir kahve içmek için kurulmuş masa ile sandalye de bir zamanlar yaşanılan bir yer olduğu izlenimini veriyor. 


Casbah'a çıkan sahil yolunun paralelindeki bu cadde de oldukça güzel. Köşeyi dönen bir gölge var ve az sonra ana caddeye ulaşacak. Tüm o kocaman bulutların yanında güneşi getireceği hissine kapıldım bir an. Köşeyi güneşle beraber dönecek gibi sanki, öyle hareket ediyor adeta. Balkondaki kadınsa kim bilir ne düşüncelerle içeri adımı atıyor. Elinden bir naneli çaya veya tavuklu nohutlu kuskusa hayır demezdim sanırım o an.


Burası da gidiş yolumuzdaki bir ufak köyün içi. Bakkalın önüne açılmış ufak bir manav tezgahı. Kabaklar çıtır çıtır ve fasulyeler henüz toplanmış gibi. Teyze elinde bastonuyla plastik sepetlere vura vura siparişini veriyor, indirim konusunda da ısrarcı. 


Bu kocaman han kapısı gibi kapıların ardında kim bilir ne hayatlar yaşanıyor. Teyze kapıdan geri geri çıkıyordu. Trafikten ötürü bir süre izledim. Göründüğü gibi içeri girmiyor, kapıda eşik olduğundan belki de adımını dikkatle atıyor. Anneanem de böyle yapardı bazen, eskiden. Belki bir apartman değil de devlet dairesidir, olabilir. Çünkü sahil boyunca uzanan bu binalar genelde iş hanı olarak kullanılıyor anladığım kadarıyla. 4 numarayı bir dahaki sefer için hafızama kazıyorum özenle.


Şimdi yine döndük köhne binaların yuvasına. Burası başkente çok uzak sayılmayan, bize 20 dakika mesafedeki Tizi Ouzou şehrindeki bir bina. Burada binalar başkentteki gibi çekici değil, daha yıpranmış ve haşin. Estetik belki de sadece içeride kullandıkları bardaklardadır kim bilir!

Özgür olmak günübirlik olsa da güzel, telaşla olsa da güzel, stresli olsa da güzel. Hoş, günlerce veya aylarca hatta yıllarca dört duvarda tıkılı kalmıyoruz ama ona benzer hissiyatlarımız var içimizde barındırıp büyüttüğümüz. Yürümek, havayı solumak, insanların yüzlerini ve telaşlarını görmek güzel. Elbette bir de alabildiğine yaşamak, her koşulda, yaşamak güzel!

27 Ekim 2015 Salı

Ekim de gidiyor


Ekim ayı da bitmek üzere. Yine internet olmadığından ötürü yazamadım bir türlü. Epey bir süre daha gelmez diyorduk ama bu sefer sorun kısa zamanda çözüldü sayılır. 5-6 günlük bir yokluk bile sinir olmaya yetiyor ama buna da razıyız. Sahile yanaşan bir gemi, denizin altından geçen fiber optik kabloları çapa atarak zedelemiş diye duyduk. Sonucunda düzeltmek epey sürer diye düşünüyorduk ama tahmin ettiğimiz kadar zor bir süreç olmadı. Yine kötü elbette bağlantımız ama idare ediyoruz. 

Geçen hafta bir defa Alger merkeze gitme şansım oldu. Trafik yoğunluğundan çok yer göremesem de istediğim bir iki yeri görme şansım oldu. Onunla ilgili de bir yazı hazırlayacağım yakında. Daha görmek istediğim birkaç yer daha var. Umarım dönmeden yeni fırsatlar yaratabilirim. Cezayir'de aslında türlü türlü güzel yerler var ama mesafeler çok uzak ve trafik insanı çileden çıkartıyor. 


Burada hayat olağan bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. İnsanlar türlü nedenlerde sokaklardalar, koşturup duruyorlar aynı bizler gibi. Bunca senede hayatın burada yavaş ilerlediğine tanık olduk, çok doğruydu bu gözlemimiz. Ne olursa olsun hayat bizim oralardan yavaş ilerliyor. İnsanların yapılarının da bunda etkisi bence büyük. Doğalarında yavaşlık olduğundan, sanki zamanı kontrol edebiliyor gibiler. Bizim gibi dışarıdan hayatlarına adapte olmak isteyenler için aslında bir nimet. Ama içinde bilhassa yaşayanlar için eminim her şey son derece normal ilerliyor. 



Hala kış havasında değil ortam. Bazı günler yağmur delicesine yağsa da günün ortalarında yerini güneşe teslim ediyor. Akşamları serin olmaya başladı ve bazen de sabahları. Ama sabah serinliğe uyanmak hoşuma giden bir şey. Yazlıkları hala kaldırmış değilim. Üzerimize bir hırka alıp çıkabiliyoruz. Hele hele başkentin havası bizim bulunduğumuz yerden daha ılık. Böyle havalarda da dışarıda olabilmek çok güzel. Başkente gittiğimin ertesi günü kendimi yeniden aynı yerde oturuyorken bulmak garip oldu. Hayata katılmayı çok özlemişim meğer. Gün içerisinde bir yarım saat da olsa dışarının havasını içime çekmek çok iyi geliyor ama ne yazık ki her zaman elde edilecek bir fırsat değil bu. Her ne kadar alıştık da desek hala uzun süre aynı yerde bulunma hali sıkıntı veriyor. 

Tüm bunların dışında okumaya ve yazmaya devam ediyorum. Evde bir şeyler pişiriyor, bazen de bahçede oturup kuşları dinliyorum. Kuşlar öyle güzel ötüyorlar ki hiç susmasınlar diyorum. Ahh bir de denizi görebileceğim kadar yakın olabilseydim ne harika olurdu. 

Şimdi yeni bir yazı hazırlıyorum yazarı olduğum bir web gazetesi için. Onu gönderip blog için gezip gördüğüm yeni yerleri yazacağım. 

Kısa bir süre sonra görüşmek dileğiyle. 

14 Ekim 2015 Çarşamba

Gerçeğin mayası

 Fotoğraf: Algeriens-weheartit.com

Gerçeğin mayası zamandır. İçinden geçip gittiğimiz, gidip dönemediğimiz, varmak isteyip varamadığımız. İnsanın mayası da hayattır. Bir bir işler insanı, yoğurur, döver, dinlendirir veye harekete geçirir. İnsanın mayası iyiliktir. En saf haliyle doğar, büyür, gelişir ve değişir. 

Türlü türlü insanız yeryüzünde. Evrendeki bir pamuk ipliğinde yaşamaya çalışıyoruz hepimiz. Hepimiz özde aynı ve biriz. Gülümseyişlerimiz, hayallerimiz, hayatlarımız, umutlarımız aynı. Hiç bitmeyecekmiş gibi yaşıyoruz ömrümüzü ve büyük kavgalar ediyoruz birbirimizle. Dünyaya, doğaya, zamana hakim olmaya çabalıyoruz. 

Şu günlerde vatanımda olanlar içimi bir ok gibi deliyor. Deliyor ve çıkıp gitmiyor, oydukça oyuyor. Üzülmekten gayri yaptığımız belirli bir şey yok. Sabah kalkıp üzülüyor akşam yatarken üzülüyoruz, rüyalarımız bile üzgün. Bunca insanız, bunca zaman farkına varamadık. Kin, nefret, şiddet, haset, yalnızlık dolu dört bir yanımız. Bir arada kalmak, bir arada yaşamak neden bu kadar zor. 


Fotoğraf: Calvin Smith by flickr

Her coğrafya savaşlar gördü. Her insan yenildi, toparlandı, çalıştı. Herkes yaşamak telaşında. Herkes sevebilmek, devam edebilmek telaşında. Her insan özünde iyi. O iyilik nasıl oluyor da gün geçtikçe karanlığa kapılıp dönüşüyor. Karşımızda bizim aynımız olan birine nasıl bunca kötülük yapabiliyor. Nasıl başkalaştırıyor bir diğerini. Nasıl ölsün, beter olsun, daha çok ölsün diyebiliyor aklım almıyor. 

İnsanoğlu çok acayip. İnsanoğlu çok iyi. İnsanoğlu çok kötü. Çocuklarımıza nasıl anlatacağız tüm bu yaşananları. Herkese kötü mü diyeceğiz yoksa iyi mi? Kork saklan kaç mı diyeceğiz; geliş, büyü çalış ilerle mi? Bizim gibi koca koca insanların aklı kalbi almazken tüm yaşananları, o küçücük bedenlere nasıl anlatacağız?

Fotoğraf: tamesguida1965 by flickr

Dünya zaten bir ipin ucunda, yarına çıkacağımız belli değil. O karanlık ve derin evrendeki ufacık küre üzerimize kapanabilir bir gün sonra. Huzurla, hayallerle gülümseyerek yaşamak neyimize yetmiyor. İnsanlar böyle böyle mi akıllarını kaybediyorlar, düşünerek! 

Olan biten, onca ölen, onca ağlayan yalvaran insan. İnsanlığımız ne için bu halde! 

İçimizde büyük bir eksiklik var. Yiyor içiyoruz utanıyoruz, ufak şeyleri dert ediniyor pişman oluyoruz, uyudukça uyandığımıza hayıflanıyoruz. Kalbinde hala iyilik olanlar kötülere karşı bir savaş veriyor, insan insana karşı. Dünya bu kadar mı kötü, yaşamak bu kadar mı acı? 

İşte hepimiz özde aynıyız, biriz. Sen, ben ve diğerleri değil, birlikteyiz, biziz. Bunu kabul etmek, gerçeği anlamak bu kadar mı zor...İnsan nasıl bu hale geliyor? Neden bu hale geliyor? 

Adeta hayat memleketimde ikiye ayrılmış. Biz ve diğerleri. Öyle insanlar var ki daha çok ölsünler diye dua ediyor. Okudukça insanlığımdan utanıyorum. Türlü hakaretler, küfürler. Karşısındakinin de bir can, bir anne, baba, kardeş olduğunu anlayamıyor. Nasıl düzelecek ve nasıl huzura erecek bu memleket bilmiyorum. Bu fikirlerle dolu insanlar nasıl kurtulacaklar içlerindeki kinden, nefretten, şiddetten? Çok zor bir sınavdan geçiyoruz. İnsanlık sınanıyor! Eğer böyle devam edecekse hayat, dursun toptan, dönmesin istiyorum.  Duymaya, görmeye kalbim dayanmıyor. Hep birlikte ölelim ve yeniden başlayalım, huzurla, barışla! Hiç bir insan bunca kötülüğü, bunca ölmeyi hak etmiyor...

6 Ekim 2015 Salı

Cezayir'de deniz ürünleri ve balıklar

Fotoğraf: Algerie on Pinterest

Bu yazıyı uzun süredir planlıyordum. Kafamda onlarca yazmak istediğim konudan bir türlü sıra gelmemişti. Hazır da balık sezonundayken dedim ki otur ve yaz!

Türkiye'ye ne zaman gelsek, eş dost arkadaş burada ne yiyip içtiğimizi soruyor hala. Bir de tabi orada restorana falan gittiğimizde daima bir kıyaslama oluyor. Malum Türkiye'de hayat pahalı, peki burada nasıl? 


Fotoğraf: Flickr by P. Fabian

Şener Şen'in Ziya karakteri misali şu yukarıda görmüş olduğunuz deniz ürünlerinin hepsi Cezayir'de mevcut. Kalkan, laos, zargana, cipura, palamut, torik, somon, barbun, orfoz, levrek, istavrit, mezgit, sardalya. Hamsi ne yazık ki yok. Ayrıca karides, kalamar, midye (dolma olarak değil ızgara veya soslu seçenekleriyle) istiridye, pavurya, yengeç, ahtapot, salyangoz. Şimdilik aklıma gelenler bunlar ama tabi hatırlayamadıklarım da olabilir. Lou diye bir balık da yemiştim mesela. Somonu da her zaman taze olarak bulduğumuzu söyleyemeyeceğim ama bu olmadığını göstermez. 

 Fotoğraf: skyscrappercity

Bu balıkları temin etmek için sabahın erken saatlerinde yola düşmek, deniz kenarı bir yere, liman yakınına, balık pazarına falan gitmek gerekiyor. Denize yakın bir yerde oturmuyorsanız bu oldukça zor. Marketlerde, ki genelde büyük olanları harici pek olmaz, dondurulmuş olarak da bazı çeşitler var. Jumbo veya bebek karides her daim bulunuyor, ayrıca pestolu terayağlı salyangoz, dondurulmuş kalamar ve somon da sıkça bulduklarımızdan.  Yabancı marka olanlar elbette dışarıdan almaktan daha pahalıya geliyor hazır paketlenmiş olunca. Türkiye'de somonun bir dilimi ne kadar bilmiyorum ama burada bir pakette iki ince uzun dilim olarak aldığımız dondurulmuş somon pahalı bir ürün, paketi 1650 dinar yani 36 tl gibi bir rakam oluyor. Tabi o kadar ufak ki insanın dişinin kavuğuna gitmiyor diyebilirim. 

 www.sfari.com

Böyle tezgahları birkaç kez gördüm. Hatta çok acayip tanımadığım türler de gördüm. Balıktan çok anlamasam da herkesin bildiği türleri tanırım. Yılan balığı, mürekkep balığı hatta köpek balığı da bulunuyor. 

 Fotoğraf: skyscrappercity

Liman bize uzak olduğu için ben bizzat gidip limanda hiç göremedim balıkları. Ama biliyorum ki balıkların hiç biri çiftlik ürünü değil. Akdeniz olduğu için her şey çıkıyor. Zaten lezzetinden de anlaşılıyor. İstiridye hala çok anlam veremediğim bir deniz ürünü de olsa tüketiliyor. Bence ucuz olmalarının da etkisi var. Mesela Türkiye'de her şeyiyle bir restoranda yemek yeseniz, içkili olsa bir de, içinde balığı, salatası, bir iki mezesi, karidesi, kalamarı da olsa epey uçuk rakamlar da ödeyebilirsiniz. Ama burada böyle kallavi bir sofradan kalabalık bir grup olarak gidip (rakı yok şarap ve bira içkiye dahil) 10 kişiden hesaplasak 500 tl ye falan kalkabiliyorsunuz. Kişi başı 40 liraya krallar gibi deniz ürünü yiyebilirsiniz. Tabi bir de şöyle bir şey var balığı dışarıdan almak daha ucuz. Restoranlarda ister istemez fiyatlar artıyor. Bir de burada çalışan yabancıların kazançları yerel halka göre daha iyi olduğundan, o restorana girip deniz ürünü yemek kimseye koymuyor. 


Bu sahiplerinin isimlerini altına not edemediğim fotoğrafları Google'dan Djazair yazıp yabancı forum sitelerinden buldum. Lütfen sahipleri kızmasın, amacım forumlara falan ulaşmayı bilmeyenlere burası hakkında bilgi vermek. Sanırım şu fotoğraftaki solda duran kocaman şey bir köpek balığı. 


Şu şekilde dizilenler sardalya. Çok sık tüketiliyor burada. Kılçığı çok olduğu için ben pek sevmiyorum ama epey tercih ediliyor. 


 Fotoğraf: Blida fish market

Fotoğraf: Flickr by Gbeytout

Böyle güneşin alnında buzsuz falan satış yapanları da gördüm. Hatta alırken epey tereddüt etmiştim ama zehirlenmedik:) Sahil kesimine yakın yerlerde bu şekilde satış oluyor. Hemen de kapılıp alınmıyor öylece saatlerce güneşte bekliyor balıklar. Türkiye'de olsa bence kimse almaz. 

Fotoğraf: Flickr by Zedam Nabil

Bu fotoğrafın sahibinin adresine mutlaka göz atın. Çok güzel fotoğraflar çekiyor. Burası başkent liman. Tipaza, Sidi Fredj, Boumerdes, Tigzirt limanları da böyle. La Madrak denilen Zeralda yakınlarındaki liman şehrinde de çok güzel restoranlar oluyor. Gelenlerin denemelerini tavsiye ederim. 

Yeni Cezayir yazılarında görüşmek dileğiyle. 

4 Ekim 2015 Pazar

Pazar notları; Olsun varsın

 Fotoğraf: instagram/algerievuedenbas

Yarısı özenle aşağı indirilmiş eski ve yıpranmış bir panjurdan içeri doğru süzülüyor rüzgar, narin bir kuş misali. Hava yine türlü oyunlar peşinde; bir gün delicesine yakarken, ertesi gün üşütüyor. Neye elimi atacağımı şaşırdım şu son günlerde. Kalın ayakkabılar, giyecekler terletiyor, inceler üşütüyor. Hasta olmamak için büyük çaba sarf ediyoruz. Annemle babam denize girdiler bugün. Deniz çarşaf gibi. Maviye doğru attılar adımlarını ve bol bol gülümsediler. Ben de sayelerinde huzur buldum yolladıkları fotoğrafların her birinde. 

Olağan bir pazar günü işte bizim için yine. Yazmaya oturdum. Zamanı sayıyorum bir yandan. Dün çamaşırlarım rüzgarda uçmamış, sıcaktan da istifade edip hemen yenilerini yıkayıp astım. Mis gibi kokunca ev, daha bir eve benziyor. Akşam tatlı krizim tutunca da en kolayından bir mozaik pasta yapayım dedim ne kakao ne yumurta kalmış evde, bisküvi paketi elimde kalakaldım. Bakkal olsaydı hoop iniverseydim dedim içimden. Pijamalarla bakkala koştuğum zamanlar geldi aklıma. Bakkalları hep daha çok sevdim devasa marketlerden.

Fotoğraf: Alimentasyon Generale, Algerie-Wikipedia

Listeler yapıyordu ya herkes hani, bugün ben de Cezayir'den dönmeden önce yapmak istediğim şeyleri oturdum yazdım güzelce. Baktım o kadar da korkulacak gibi değilmiş, biraz gözümde büyütmüşüm. En fazla dolu dolu 3 günümü alır dedim. O da gitmek gelmekle birlikte elbette, trafik, yol vs. 

Türkiye'de yapılacakları sayacak olsam oooo sayfalarca şey yazmam gerekir. Ama şu an için sadece buraya odaklandım. Bir şekilde nasılsa su akıyor yolunu buluyor. Her şey olacağına varacak, yerleşecek, düzene gireceğiz. Asıl o telaşlar bittikten sonrası önemli, o durulma dinlenme anı bakalım nasıl olacak. Bir şehirle daha önceden hiç tanışmamış gibi yeniden tanışmak gerekecek. Bana kollarını, yollarını açacak, güzellikler sunacak mı acaba? Yoksa çetin bir savaşçı gibi savaşmam mı gerekecek onunla bilemiyorum. Aklımı kurcalayan her şeyi şu anlık erteledim, ne de olsa ertelemekte ustayız her birimiz. 

Türkiye'de başka ülkeleri tanıtmak amaçlı hazırlanan ama bir türlü Cezayir'i bulamadığımız fotoğraflı gezi kitaplarından aldım geçenlerde. Bir iki gündür onu kurcalıyorum. Daha çok fotoğraf içerenlerden de almalıyım bir tane. Bu da iyi, önerebilirim ilgilenenlere. Hem tarihi, hem bugünü anlatıyor, hem de gidip görülecek yerler hakkında bilgi veriyor, edinmek gerçekten elzem. Ben kendiminkini yazmadan önce Türkiye'de çıkmasın da diyorum bir yandan çocukça bir kıskançlıkla:)Ama kaynak olması bakımından da harika olur. Çünkü yabancı siteler haricinde kaynak bulmak epey zor, buraya gelecekler için. Cezayir herkesin aklına bir muamma, gizemli ve öngörülemez. Aslında öyle bir halinin pek olmadığını yaşadıkça anlayacaklardır. Her şehir kadar gizemi, keşfedilmeyi bekleyen pek çok detayı var, arayıp bulmak isteyene. Ama kendini kolay teslim eden bir yapısı da yok, azıcık zorlar adamı. Olsun, o hali de güzel!

Bugün de böyle geçiyor işte. Renkli kalemlerim, altı çizilecek satırlarım beni bekler. Bir de yeni yazımı bitirmeliyim. Artık yazargah.com adlı sitede de yazıyorum, hazırlığımı tamamlamanın tam sırası. İlgilenenleri, bu yeni yazı yolculuğuma da beklerim. 

Haftanızın güzel geçmesi dileğiyle.

3 Ekim 2015 Cumartesi

Ekim; acı ve hüznün bir aradalığı


Ekim ayına da vardık sonunda. Sıcak günler yerini sertçe esen rüzgarlara bıraktı. Kendimizi hayallerimize bağladığımız zamanlar diyordum bu sonbahar zamanlarına eskiden. Şimdi hayal kurmayı düşünmek bile çoğu zaman, dünyadaki kötülüğün yanında, vicdan azabı çektiriyor ben ve benim gibilere.

Dünyaya hayal etmek için gelir kimileri. Geceleri hayallerle uyur, gün içinde türlü hülyalara dalarlar, sonbahar çocukları daha ziyade. Hüzne aralanan geniş kapıları vardır düşüncelerinin. Şairin her dizesi eski yemek kitaplarındaki altın tarifler gibidir böyleleri için. Mutfağında karnabahar kızartan kadınlar ve onların olmasını arzu ettikleri tüm hayalleri esen rüzgarla gelir de beni bulur. Aklım sonbahar da hep anılara, çocukluğuma, mis gibi yemek kokan evlere, o eski adamların terzide özenle dikilmiş elbiselerine, odaların güneş girmeyen taraflarına kayar. 

Kutsal cumamızı geride bıraktık bir kez daha. Kutsal çünkü harala gürele geçen iş yaşamından sıyrılıp, kendimizi bulduğumuz en özel an'ları içeriyor. Bir zamanlar tanıdığım kutsal isimli çocuktan daha ötesi değil yani bendeki anlamı. Sobalı evimizdeki, o karıştırmayı çok sevdiğim kolilerin durduğu soğuk odadan, köydeki süt kokan çakır teyzenin pazen eteğinden daha kutsal değil. 

Bahçeye serdiğim çamaşırlarım uçuşuyor şu anda eminim, mandallamadıklarımı düşünüyorum. Kedilere örtü oldular belki de. Onların da işi zor, sokakta olan tüm diğer hayvanların olduğu gibi. Kendimi onların yerine koyunca, bir parça yemek için avaz avaz dilenmenin acısını içimde hissediyorum. Ya evde yemek pişiren bir kedi ailesi olsaydı ve ben onların kapısının önünde bağıran bir minik insan olsaydım? Öyle anlarda dünyanın tüm aç hayvanlarını çevreme toplayıp ziyafet çekmek istiyorum 7/24. Tabi bir de dünyanın tüm aç çocuklarını, adamlarını ve kadınlarını. Kedi ağlar ben ağlarım... Böyle böyle geçiyor günlerim! Elimden geldiğince hem kendimi hem onları beslemeye çalışıyorum da işte yetmiyor ne ruhuma ne sokaktakilerin hepsine. 

Herkes sonbaharda yapılacaklar listesi hazırlıyor. Ben sadece şunları yazabildim listeme, 
-şu sıralar okuyabildiğin her şeyi oku;
-gitmeden önce görmek istediğin yerlere git, amaçsızca da olsa Cezayir'in tozlu sokaklarında yürü, etrafın manzarasını beynine kazı, gerekirse hatırlamak için not al;
-eşyalarını derleyip topla ve içindeki tüm tereddütlerden arın!
-Bir de yazmak istediklerini erteleyip durma demeliyim sanırım son madde olarak...

Şimdi balık zamanı, Cezayir'in balıkçılarını yazayım en iyisi. Sonra da gidip çamaşırları toplarım.

28 Eylül 2015 Pazartesi

Pazar notları: Burada zaman yok


Zamansız bir yer burası, hele sonbaharla birleşince adamı sarhoş ediyor. Asılı kalıyorsunuz anıların serpintisinde. Türkiye'de hızla akan zaman burada o denli anlamsızlaşıyor. Kimi zaman günlerin haftaların farkına bile varmıyorsunuz. Zamanda bir yeri yok bu şehrin. Hem çok yeni hem de tozlu ve paslı, sığmıyor hiç bir kılıfa. Ahşap panjular ardına kadar kapalı da olsa içeride yaşanan hayatlara aşina oluyorsunuz. Pek çok şey birbiriyle o kadar benzer ki. İnsanların ifadeleri, yüzleri, giyimleri, istekleri, beklentileri, yaşamları...

Pazar geldi geçti yazamadım bile. Pazartesiye dair de bir şey yok elimde. Bugün de güneşli bir sabaha uyandık ve gün geçti. Zamanın olmadığı bu yerde, zamanla işi olmayan insanlar olarak bir oraya bir buraya savruluyoruz. Rutini özünden çekip aldık artık. Öyle bir tanış olduk ki kırk yıllık dost gibi adeta. Amaaaan canım buna da yaşamak deniyor sonuçta, nefes alıyoruz ya, gerisi de çoğunlukla teferruat. 

Kasım 15'ten sonra kış başlar buralarda. Onun da pek bir zamanı yok. Aralıkta kavunlar hala yenebildiğinden ve hatta tarlalarda kavunlar henüz miniminnacık olduğundan kışı da pek kavrayamıyor insan. Olsun varsın. Bakalım o zaman burada olacak mıyız?

Cezayir'i seviyorum. Pek çoğu tersini de söylese, bana dokunan bir tarafı var. Çünkü özde tam da sevdiğim gibi hüzünlü, eski yüzlü ve naftalin kokulu. Tıpkı babannemin sandığından çıkan örtüler gibi. İşte hep o anların içinde yaşatıyor insanı. Çoğu zaman bakımsız, pis, kalabalık ve anlaşılamaz ama iyi. İnsanoğlu nelere alışmıyor ki! Alıştık da vazgeçmesi kaldı şimdi. Şu 9 senelik kısa zamanda ailemden başka en çok kitaplarımı özledim. Her bir ruh halimde elimi attığım kitaplarımı. Bana ait olan bir şey yok aslında hepsi ben gittikten sonra sahip çıkacakların. Yine de çocuğun oyuncağına bağlı olduğu gibi bağlıyım onlara. 

Pazar günlerini hala sevmiyorum. Pek anlamasak da adı var, e bir de sosyal medya. Türkiye'ye dönünce belki değişir bu durum ama orada zaman var ya, sayarız tarih tarih her birini pazarların. Bahçeyi, sessizliği, bu minicik dünyada iki kişiyle kocaman olabilmeyi özleyeceğim. Özgürlüğü özlediğim gibi hem de. 

Ben, geride kalan her şeyi hep özledim. Geleceği de hep heyecanla bekledim. Yarın olsun da bakarız diyemedim. Diyemeyeceğim de. Şiir de yazamadım ne zamandır, şiirlerimi yazdığım laciver deri kaplı defterimi özledim. Beni özlemeyenleri de özledim. Sonbahar ya artık yazı bile şimdiden özledim. 


Ve gerçek şu ki kaktüsler bana her daim Cezayir'i hatırlatacaklar! 

26 Eylül 2015 Cumartesi

Cezayir'den bayram manzaraları


Cezayir'de bir bayramı daha yaşadık ve bitirdik. Her zaman olduğu gibi arife gününün yarım gün olmasıyla birlikte iki buçuk gün tatil yaptık. Mutluluk telaş yorgunluk hepsi bir aradaydı. Şirketin diğer şantiyesinden arkadaşlar geldiler. İlk kez tanıştık iki çiftle ama pek sevdik, epeyce sohbet ettik. Bizim için güzeldi ve değişiklik çok iyi geldi. Bayramlarda biliyorsunuz genelde pek gelen giden olmuyor, Türkiye'ye göre sönük geçiyor ama bu sefer öyle olmadı. Gelen arkadaşlarımızla evimiz şenlendi, böylelikle gurbette garip kalmadık. Havalar da iyi gitti şansımıza. Her bayram mutlaka yağan yağmur bu sefer torpil geçti diyebilirim. Arife günü biraz atıştırdı sadece. 


Arkadaşlarımızla birlikte bizim veranda da kahve sefası sonrası.


Şantiye bayramlaşması sonrasında toplu fotoğraf çekimi. 


Arife gününü değerlendirip misafirlerimizle gezdik. Alger başkenti görmemişlerdi, bayramın ilk günü de her yer kapalı olacağından arifeden gitmeye karar verdik. Çok da iyi etmişiz. Epeyce dolaştık yemek yedik kahve içtik. Güzel bir gün geçirdik birlikte. 



Misafirlerimizi yolcu ettikten sonra biraz dinlenip yine yola düştük. Eşimin kardeşi başkentte oturuyor artık. Bayram için onları hem ziyaret edelim hem de gitmişken kalalım dedik. Trafik de yoktu kolayca gittik. Tabi yol kenarlarında, sokak aralarında hep bilindik kurban manzaralarına denk geldik. Arabadan elimden geldiğince fotoğraf çekmeye çalıştım. Fotoğraf çekilmekten de pek hoşlanmadıkları için gizli kapaklı birkaç kare yakalamayı başardım. Aslında dönmeden büyük makinayla sokaklarda gezip güzel anlar yakalamak çok istiyorum. Başarabilir miyim bilemiyorum. 


Bir elektrik dileğine asılmış, derisi yüzülmüş, sanırım dinlenmeye bırakılan bir  kurbanlık.


Burada da yine bir apartman arasında, evin pencerelerine asılmış kurbanlıkları görüyoruz. Sokaklarda da deri yüklü arabalar sıkça karşımıza çıktı ama ne yazık ki kaliteli bir fotoğraf çekmeyi başaramadım. Genelde evlerinin bahçelerinde kesiyorlar Cezayirliler kurbanlarını. Hatta şehir efsanesi olmaktan çıkmış ve doğruluğu anlatan arkadaşlarca onaylanmış küvette kesme hikayeleri bile var. Ben hala ısrarla reddetsem de aslında normal bir durum olarak bakılıyormuş küvette kurban kesmeye. Zaten aslına bakarsanız bizim için acayip olan pek çok şey Cezayirliler için normal sayılıyor. 


Burada da kurban telaşını tamamlamış kapı önü sohbeti yapan Cezayirlileri görüyorsunuz. 

Önceki bayramlara göre etraf biraz daha sakindi diyebilirim. Arife günü bile alışveriş merkezi izdiham değildi. Kurbanda aslında başka bayramlar gibi telaş olmuyor sokaklarda. Çünkü herkes evinde et ayırmak peşinde oluyor veya misafir ağırlamak. Çoğu dükkan, mağaza kapalı olsa da akşam saatlerinde mahalle aralarındaki bakkal ve manavlar açıktı. Hayat olabildiğince devam ediyordu. Bir bayramı daha geride bıraktık güzel anılarla. 

Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle. Herkese iyi bayramlar dilerim!

19 Eylül 2015 Cumartesi

Zaman kısalır, su olur

Döndüğümü daha yeni yeni idrak etmeye başladım. İlk günler her zaman üzerimizdeki yorgunluğu atmak için evde bir o yana bir bu yana kıvrılmakla geçiyor. Sonrasındaysa toparlanma, çamaşır yıkama ve evi toplama halleri...

Türkiye'deki sıcaklar bizi mahvetti. İzmirdeki kendi evimizde de henüz ne ısıtıcı ne soğutucu bir şey olduğu için perişan olduk. Orada olmanın heyecanı ile tabi dayandık ama geceleri sırılsıklam terleyerek uyumaya çalışmak oldukça zordu. Ama işte yine ve yeniden insanın kendi evi gibisi yok dedik!


Tatil yine pek tatil gibi değildi, aslında tatilden ne umduğumu da bilmiyorum artık. Burada çok durgun bir yaşam sürdüğümüzden Türkiye'ye gidince oraya buraya koşturmak güzel geliyor. Ama sonra pert olunca dinlenelim diyoruz içimizden. Ee düşününce burada 6 ay boyunca bir fiil dinlendiğimizden, orada yatış durumuna geçmeyi kendimize yediremiyoruz da. Yani işte senelerdir git gellerimiz hep telaşlı. Burada durgunluk orada daimi bir koşturmaca var, ortası ise orada yaşamakla olacak biliyorum. 


Eve gelince bir oh çektim ama daha ilk dakikada da özlem oturdu içime. Annemin özenle yıkadığı mis kokulu çamaşırlarımızı koklayıp duruyorum. Annemin yıkadığı çamaşır daha güzel oluyor sanki. Gece halen atletimden gelen çiçek kokusunu içime çekerek uyuyorum. Kokusu keşke gitmese ama ne çare. Onlar da çok yoruldular tabi, evde anne olunca çocuklara pek iş düşmüyor. Yine arkamızı topluyor yine telaşla yemekler yapıyor, devamlı bir kollama halinde. Babam da gizliden hep bakıp gülümsedi bana, orada yanlarında olduğuma şükretti durdu, anladım. Teyzemle de günler çok güzel geçti, gelene geçene, olana bitene takılıp dakikalarca konuştuk bir elimizde çay veya kahve ve sigarayla. Çok matah bir şey gibi hala içerken kendimi bir şey zannediyorum. Sigara içene özenmek geçmek bilmeyen bir durum bende. Bıraktığım günlerde filmlerdeki sigarayı içine delicesine çeken sarhoşlara bile özeniyordum, dumanı geliyordu sanki üzerime. Acayip bir his. İnsanın en yakını dediği bile programını erteleyip sana zaman ayıramazken, kuzenler toplaşıp neredeysek oraya geldiler. Çoluk çocuk dolu dolu geçirdik zamanımızı. Yine iyi ki varlar dedim hayatımda. Yıllar gibi yoğun gülümseyişlerim oldu dudaklarımda.

Anneannem bıraktığımdan biraz daha yorgun ve bitkindi. Yılların yorgunluğu, 90 senenin tüm birikimi bir anda üzerine çullanmış gibiydi. Tabletten dinlettiğimiz türk sanat müziğine ohh ohh deyip gülücükler atmasını hiç unutamıyorum. Artık hayattan zevk alamıyor kadıncağız, istediğini söyleyemiyor, dilediğini düşünüp dile getiremiyor. Oysa eskiden ne güzel konuşurduk. Gençlikte zormuş gibi gelen hayat yaşlanınca içinden çıkılmaz bir kısır döngüye dönüşüyor, uyumak ve yemekten ibaret olan, şanslı olanlar için. Ben ona her baktığımda bir kere daha yeniliyorum sanki, dizine oturup ağladığımda, yanaklarını okşayıp sevdiğimde, 'yerde oturma koltuğa geç' diye işaret edip beni düşündüğünü ifade ediyor. Nadir de olsa birkaç kelime ediyor. Hele annemle teyzem onu yatırdıktan sonra teşekkür ederim deyişi bugün gibi kulaklarımdan gitmiyor. Hala anılarımla olabildiğim için şükrediyorum. 


Bu hayat bittiğinde soran olursa ne öğrendin diye ilk diyeceğim şey şükretmeyi öğrendiğim. Önceleri manasız ve anlamsız gelen bu kelime şimdi artık içinde koskocaman bir hayatı barındırıyor. Nefes alabildiğim, her gün uyanabildiğim, sağlıklı olduğum, sevip sevilebildiğim, konuşabildiğim, gülebildiğim, yazabildiğim v.b daha niceleri için şükretmek! Çünkü kaybedilince anlaşılıyor her biri, elindeyken değerini bilemiyor insan. Gözünün önünde bir hayat günden güne azalırken kavranabiliyor ancak ve her kaybettiğini yeniden andığında. 


Güzel zamanlardı her biri. Her sevdiklerimle geçirdiğim gün özel ve anlamlıydı. Ben kolay biri sayılmam aslında. Bazen hırçınlaşıyorum, neden bilmiyorum, büyüdükçe ifadelerim zorlaşıyor. Ama biliyorum ki beni seven insanlar beni anlıyorlar, o anları nasıl da önemsediğimi biliyorlar. Böyle düşünerek teselli ediyorum kendimi uzaktayken. 


Şimdi içtiğim suyun, çayın tadı bambaşka, soluduğum hava kuru ve tozlu, yürüdüğüm yollar ayaklarıma çivi gibi batıyor. Ne kadar yıkasam da çamaşırlar anneminki gibi kokmuyor. Telefonum yine çalmıyor. Buradaki günler sayılı da olsa hem mutlu ediyor hem acıtıyor. İnsanın aklına da gitmek düştü mü döndüğü yer saray da olsa kar etmiyor!

Hava puslu iki gündür ve serin. Üç tane kitabım var elimde kalan ve dönmeden okumak istediğim. Bir battaniyem var ısrarla örmeye çalıştığım. İnternet yine berbat. Elektrikler sıklıkla kesiliyor, buzdolabı bozulacak diye aklım gidiyor. Üç sucuk iki peynir getirdik, bitmez inşallah dönmeden diye hesap yapıyorum kafamdan. Kışı özlediğimi fark ettim ilk kez bu sabah, saçlarımı da kestirdim. Elimi saçıma atınca o boşluk hissi hala biraz koyuyor ama alışırım nasılsa. Beyim kısa saç seviyor:)


Günler geçiyor...Özlemek yıllardır alışamadığım bir şey. Uçağın içinde olmak gibi, bir sınav. Yazıyorum ya, yenileniyorum. En çok o gerek bana bir de sarılınca içimi ısıtan, düşününce gönlümü dolduran insanlar. İyi ki varlar!


17 Eylül 2015 Perşembe

Hızla geçen bir tatilin ardından

Herkese Merhaba;
Tilkiler olarak döndük minik evimize. Daha gelir gelmez elektriklerin kesilmesi biraz afallatsa da artık Cezayirde olduğumuzu birkaç dakikada idrak ederek, kaldığımız yerden devam ettik. Aslında hiç bir şey kaldığı yerden devam etmiyor, akıp gidiyor su gibi ve geri gelmiyor. Yine de alışkanlıklar öyleymiş gibi yaptırıyor bize, kandırıyor. 

Çok yorulduk bu tatilde, thy'ye epey kızdık söylendik her zamanki gibi. Cezayir uçağını sağ olsunlar hep en sona koyuyorlar. Deli gibi yürüdük durduk. İzmir uçağında da aynı şey olunca bize gelenler geldi tabi ama ne çare. Yanımızda kedicik de vardı giderken, şimdi artık Türkiye'de. Yeni vatanı orası. Havası suyu nasıl geldi ilk denediğinde, en çok onu merak ediyorum. Çok eziyet çekti hayvancık yollarda. Biz elimizden geldiğince onu iyi etmeye çalışsak da oradan oraya taşınmak ona hiç iyi gelmedi, küstü bize. Sonra biraz gönlünü almayı başardık ama dönünce yine kızacak biliyorum. Şimdi kayınpederimle koyun koyuna yatıyormuş haberlerini alıyoruz. Ama eminim bizi arıyordur. Benim gece yatakta boş kalan sol kolum da onu ve yumoşluğunu arıyor elbette. 

Kısacık tatilde bir dolu şey yaşadık. Hepsini anlatmak istemiyorum. Yazmayı özlemişim bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Denizi koklamak bana en iyi gelen şey oldu, mavilik içime huzur akıttı durdu her seferinde. O gelmeden son haftaki yağmur da olmasaydı iyi olurdu ama o da kabulüm. Artık her şeye şükrediyorum. Hayat acayip bir şey. Hep daha kötüsünün olacağını bilmek ve ona göre hareket etmek gerek diyorum içimden. On yaş yaşlanmış olarak döndüm gibi geliyor, çok değişik.


Burası kerpe kayalıklar. Yazacağım ekstra şeyler var burayla ilgili. Elimden geldiğince fotoğraf çektim. Dalgaların kayalara vuran sesleri hala kulağımda. 


Bu ayçiçeği tarlası da İzmir'den. Daha güzel kareler de var elimde ama onları henüz ayıklayamadım. Henüz ikinci gün ne de olsa, daha ancak kendime geliyorum. Kefkendeki çiçekler artık geçmişti. Ev yolundaki bu güzellikler de içimi doldurdu güzellikleriyle. 



Mutluluktan ötesi var mı? Yanlarıydaykenki yüz ifadelerini hiç bir şeye değişmem. Biz mutlu onlar mutlu olsun, sağlık olsun. İyi ki anılar var diyorum yeniden ve yeniden. İyide de kötüde de yanyana olan güzel bir aileyiz biz. 

Yalnız feci şekilde sessizliğe, yalnızlığa, buranın taşına toprağına alışmışız biz. Döndüğümüzde tatilden memlekete gelmiş gibi hissettik. Orada bir ay kalsak biliyorum ki düzelecek, belki de aklımıza bile gelmeyecek buradaki zamanlar. Zaten dönmeye de az kaldı. İnsanın sevdikleri yanında olunca her yer güzel, gerisi de teferruat. 

Şimdi içtiğim kahvede geçmiş günler var, düşünüyorum bir bir. 20 günde 7 farklı yatakta yatmışız, buna gülüp duruyorum. İlk kez bu kadar koşturmaca oldu herhalde tatilimizde. Öncekilerde yine durgunmuşuz meğer. Buradan temelli döndüğümde bir süre uçak ile gidilecek yerlerden uzak duracağım buna kesinlikle eminim! Her geliş gidişte stresim artıyor azalacağı yerde. Gelirken gözümü bile kırpmadım. Uçak tam deli işi, gün geçtikçe daha da idrak ediyorum bunu. 

Türkiye'de durumlar epeyce kötü, yine de yaşamaya çalışıyor insanlar, ne yapsınlar. Herkes kafayı yemiş, topyekün delilik var, etraf öküz, cahil ve ayrıca da ne yapacağını bilmeyen mutsuz insanlarla dolu. Psikolojik bir savaç içinde herkes. Hem kendileri hem çevrelerindekilerle savaşıyorlar günbegün. Ayrıca her gün birbirlerini de öldürmekten geri durmuyorlar sudan sebeplerle; trafikte, evde, sokakta, restoranlarda. Dönmeyin diyorlar bize hal böyleyken ama boşuna, gurbeti yaşayan bilir ancak. Bu sınav ailelere de bize de yetti artık. Bakalım, hayırlısı olsun. Şimdi yazmalara doyamayacakmışım gibi geliyor, aklımda onlarca kelime birikti. Biraz toparlanayım, dinleneyim, en kısa zamanda buradayım!