-mis gibi kokan ve dolu dolu bir ekmek tombik ekmek. Bizim bakkal da satılıyor pardon artık market oldu orası tabi. Nasıl özledim bu ekmeği bilemezsiniz. Buradakiler hep baget ekmek genelde içleri de kof kofffff
28 Ocak 2009 Çarşamba
Yemek istiyorum,seviyorum,canım çekiyor,özlüyorum,burnuma kokuları geliyor,dayanamıyorum bazen ama kilo da alıyorum sinir oluyorum..
-mis gibi kokan ve dolu dolu bir ekmek tombik ekmek. Bizim bakkal da satılıyor pardon artık market oldu orası tabi. Nasıl özledim bu ekmeği bilemezsiniz. Buradakiler hep baget ekmek genelde içleri de kof kofffff
26 Ocak 2009 Pazartesi
Sakal Hikayesi
O gün de işte ayaklarım oraya gitti. Yalnızdım. Somurtuyordum. İçimden neler neler düşünüyordum. Sanırım çay ve çin böreği söyledim yanında verilen çıtır salatalıklarla önce. Not defterimi ve kalemimi çıkartıp yazmaya başladım olacaklardan habersiz. O zamanlar her tür insan gelirdi oraya ama öyle saçma tipler değil, kitap severler, kitap kokusu severler, aşıklar, gençler, yaşı ileri ama ruhu çocuk insanlar v.s. O gün çaprazımda orta yaşlı biri oturuyordu elinde gazetesiyle. Masaya oturduğumda görmüştüm göz ucuyla. Yazmaya başladım deli gibi aklıma ne geliyorsa. Bir yandan da düşünüyorum elbet. O çapraz masadaki bey bir şey söylemek için izin istedi bir ara. Şaşırdım. Ama öyle iyi görünüyordu ki söylemesine izin verdim. Babacan bir tavırla "öyle hüzünlü görünüyorsunuz ki kendimi tutamadım; nedir sizi böylesine yaralayan şey sorabilir miyim?" dedi. Ben yine şaşkın şaşkın "önemli değil sadece düşünüyordum günlük şeyler işte" deyiverdim. "Peki rahatsız ettiysem bağışlayın" dedi ve yerine gitti. Tabi bu olay ben oraya gittiğimden herhalde yarım saat sonra falan oldu. Pek takmadım açıkçası. (O zamanlar tv de bu kadar çok kötü haber yoktu zaten ve bilmediğim insanlara sapık muamelesi yapmıyordum.) Nasıl göründüğümü de bilmiyordum hiç. Sonra adam yemeğini bitirdi kalktı ve gitti. Görevli arkadaşlardan biri - ki o zaman hepsini tanırdım konuşurdum- elinde en sevdiğim çikolatalı kekle masama doğru geldi. "Ben sipariş vermedim ki" dedim. "Bu bizden" dedi. "Neden" dedim. "Siz buraya her geldiğinizde kocaman gülümsemeniz bizi de mutlu ediyordu ama bugün hüzün kaplısınız. Bu sevdiğiniz çikolatalı kekin iyi geleceğini düşündük arkadaşlarla dedi." Gülümsedim tabi. O da sevindi. Dedim ben de ne var ki böyle insanları apaçık gördüğü. Bazı zamanlarda olduğu gibi yine üzgün ve düşünceliydim hepsi bu. Yazımı bitirdim kekimi şapır şupur yedim hazırlandım çıkmak üzere. O gün oradaki herkesin gerçekten ne kadar iyi olduklarını yeniden anladım. Mutsuzum diye hesap almadılar benden o gün. Giderken de güzel peçetelere iki tane kek dilimi sarmışlar elime tutuşturdular. Mutsuzluğum bitsin diye. Teşekkür ettim. Merdivenlerden çıkmak için yöneldim. Duvarda asılı aynaya baktım bir an ; kendimi hiç öyle görmemiştim. Ben gitmiştim sanki o yüz başkasınındı. O zaman anladım o adamın bana neden öyle dediğini. Yüzüme hiç yakışmamıştı o hüzün çünkü. Pis bir tarafı vardı. Gözlerimin maviliği simsiyahtı öylece bakıyordu anlamını kaybetmiş. Sonra keke baktım. Peçeteyi kıvırdım kemirmeye başladım. Gülmeliyim dedim. Ne istiyordum ki ben daha? Yolda küçük bir kız gibi sıçraya sıçraya yürüdüm. O kek bana çok iyi geldi. Sakal'a gitmeye devam ettim tabi. Şimdi orayı özlediğimi hissettim. Acaba hala eskisi gibi güzelmidir yemekleri, mis gibi kitap kokuyor mudur?
Bakanlıklardaki otobüs durağına geldiğimde yanıma bir teyze oturdu. Daha gelmesine zaman vardı mavibüs'ün. En sevdiğim kısmıydı ankara'nın; otobüslerinde cinnah yokuşunu tırmanmak ve inmek..Bazen kendini alamayıp kuğulu da inmek kıtır da kokoreç bira ziyafeti vermek. Teyze bana "kızım ne güzelsin maşallah güleryüzlüsün sen kesin ankara'nın dışından gelmişsindir" dedi. Yine şaşırdım tabi. Bu kadar mı değiştirmişti beni iki dilim kek ve güzel sözler. "Teyzecim aynan var mı" dedim bu sefer şaşkınlığım ona geçti. Var kızım dur çıkartayım dedi. Aldım bol gümüş işlemeli aynasını baktım ki ben geri gelmişim. Hem de sanki çocukluğumdan fırlamışım. O pis hüzün nereye gitmişti hemencik. Teşekkür ettim. Otobüse bindik birlikte ve sonra birlikte indik yürüdük. Birlikte alışveriş yaptık gülümsedik birbirimize. Hüznüm uçtu gitti. Dünyada hala iyilik var mutluluk var dedim durdum kendime. Teyze de sevdi durdu sözleriyle beni torunlarını anlattı, hayatını anlattı. Hüznün bana sadece fotoğraflarda yakıştığını ilk o gün anladım işte. Şimdi sebepsiz yere gülüp duruyorum. Ve gülümsemem yüzünden sevdiğim adamla güzel bir hayatım var şimdi. Beni çocukça ve umarsızca güldüğüm için sevdi çünkü..Şimdi bu şehirde, bu saatte, bu kadar acıkmış olmama rağmen, hüzünlere istemeden bulaşsam da zaman zaman gülebilmemin tadını çıkartıyorum..Hayatımı seviyorum..
P.s: Fotoğraf google http://www.sirden.net/ den.
25 Ocak 2009 Pazar
4'lük Mim
En sevdiğim, çocukluğumu geçirdiğim Kefken de Deniz fenerinin önünde düşünceli ben. Aslında hikayenin ana fikri eşimle çocukluğumu geçirdiğim kefken'e anılarıma gidiş. Orada günlerimi sevdiğimle birlikte geçirmenin verdiği huzur. Ama o sırada da dalıp gitmişim işte. Kimbilir neler düşünüyorum. Oralarda o kadar çok anım var ki. Bilenler bilir ama yaşayan daha çok bilir. Hele çocukluğu orada geçmiş olanların beyinleri de farklı çalışır bence, istekleri daha bir tutku doludur, gözleri deniz gibi bakar, hayalleri çalkantılı ve farklıdır. Oradaki ekmek kokusunu, tırstığım için asla midye toplamaya gidemeyişimdeki üzüntülerimi, bahçeye evcilik oynamak için gelecek arkadaşlarım için oyuncaklarımı hazırlayışımı, salıncak kavgalarını, öğlen uykularını, sabah akşam veya gece farketmeyen tuuğğbaaa diye sokağa çağırılışlarımı, balkondan sallanarak yenilen sulu meyveleri, bahçe kapısının gıcırtısını, evin kapısının devasa anahtarını, hüsranla biten ev partimizin hala daha hatırlanmasını, toplanıp bir sürü arkadaş arabalara doluşup yanımıza aldığımız nevalelerle denize girmek için yolları aşmamız v.s anlat anlat bitmez ki bu fotoğrafın getirdiği hikayeler. Şimdilik bunları yazmak istedim. Saçlarımın bu rengini de yine özledim bakınca...
24 Ocak 2009 Cumartesi
Bu kadar olur = Lost
21 Ocak 2009 Çarşamba
Özlenen mekan değil zamanmış meğer
Bu aralar çok çabuk sinirleniyorum. İçimdeki bu sinirlilik halini iyi bilirim. Çok zaman ziyaret etmiştir beni ve zaten bildim bileli bu halim sabittir bir yerlerde. Asabiyimdir bazen olaylar, durumlar yada birşey olmadıysa da hayat karşısında asabiyimdir. Şimdilerde zaman geçtiği için asabiyim. Onu tutamadığım, kendime yerleştiremediğim için.
Yapmak istediklerimi sıralıyorum ardı ardına günlerdir içimden. Evime gidince eski fotoğraflara bakmak hatta en eskilerini poşetlerinden çıkartıp albümlere koymak istedim önceleri. Sonra o eski torbaya takıldı aklım. Dedim o torbada kalmalılar.Şimdi onları yepyeni albümlere koymak olmaz. Ama bolca bakmak istedim. Sonra en çok istanbul’u gezme isteği var içimde. Ama hep gezdiğim gibi ortaköyü, taksimi değil. Eminönünü, tahtakaleyi, kapalı çarşıyı..Sonra laptopumdaki fotoğraflarımı düşünüyorum. Şöyle onlara dokunup bakamamak üzüyor beni. Hepsini bir çırpıda gerçek dünyaya taşımak içinde bulundukları bu sanallıktan kurtarmak istiyorum. Annem de der hep “kızım böyle cdlerde bilgisayarda olmuyor bakmak. Gelen birilerine göstericem gösteremiyorum.Şunları bir çıkartıver de bakalım” diye. Şimdi ona çoook hak veriyorum. Zaman bolken basılacakları ayırayım diyorum. Çünkü yapmadığım şeyler sonraları çok yük oluyor omuzlarıma, canımı acıtıyor. Hani derler ya çok şey isteyen hiçbişey yapamaz diye çok doğruymuş bu. Ben hep biraz aç gözlü oldum hayata karşı. Bir sürü şeyi istedim ki hala istiyorum, onu da yapayım bunu da yapayım diye. Ama hep iyi niyetimden istedim, hep öyle hayaller kurardım çünkü şunu ve şunu ve şunu da aynı anda yapan ben diye hayaller. Gene öyleyim tabi. Ama ne az şey var elimde diyorum bazen. Zamanında nasıl da atlamışım bunları diyorum.
Hani Ankarayı özlüyorum ya durup durup. Bu gidişimde yine anladım asıl özlediğimin aslında Ankara olmadığını, oradaki zamanlarımı özlüyorum ben. Şimdi sokaklarda yalnız başına yürümek, etrafı izleyip eskiyi düşünmek kar etmiyor. Olmuyor, o tadı vermiyor. İşte biliyorum artık mekanlar değil zamanlar özleniyor. Mesela teyzemlerin oturduğu bulvar apartmanını özlüyorum oradaki zamanları, kırmızı yemek masasını, girişteki matador resmini, yatak odasının aynasındaki yapışkan alfi; sonra babannemin gri yumuşak koltuklarını, mutfaktaki kahverengi davlumbazı bana börek pişirdiği, onun kocaman şekerli kurabiyelerini, üzerine kabartmalı siyah vazoyu ve onlardaki balkona açılan soğuk ardiye odasını; eski evimizdeki soğuk odayı da özlüyorum nasıl heyecanla arardım birşeyler bulabilmek için üzeri örtülmüş eşyaları,sokağa bakmak da daha bir güzel olurdu o pencereden; duvardaki boydan boya kaplanmış sonbahar resminin içindeymiş gibi yediğimiz yemekleri; sobayı..sonra sokakta oynadığım zamanları özlüyorum,ip atlamayı, terlemeyi, arkadaki yıkıntı evden korkmayı, bir üst mahalleye gitmeye çekinmeyi özlüyorum. Tabi bir de susayınca bakkaldan su içmeyi: Faik amca su içebilir miiiyiiizz çok susadık?
İşte bu kitap yaşadığım her şeyi tekrar tekrar yaşatıyor bana, güldürüyor, düşündürüyor, ağlatıyor bir daha geri gidemeyeceğim için o zamanlara. Sanki hala oradayım gibi hissediyorum. Bedenim burada ama ruhum aklım hep orada. O yüzden bu çocukça hallerim belki de. Ben belki de bu zamana ait olamadım hiç. Bir çoğumuzun olduğu gibi hala. Yine de küçük mutluluklarımıza sahip çıkmaya çalışalım ve anılarımızı hep hatırlamaya devam edelim değil mi? Sıkıldığımız zamanlarda da şarkı söyleyelim bağıra bağıra:)
18 Ocak 2009 Pazar
Resimlendim, huzur doldum, devamını getireceğimi umuyorum...
Baştan başlarsak;
Benim Mamii vosvosum. Çizimlerin asıl sahiplerinin isimlerini dosyama kaydederken yazmamışım o yüzden bilemiyorum. Ben baka baka çizdim sonra da sulu boyalarımla boyadım. İçine binip gidesim geldi..tabi acemice boyadım uzun zamandır elime sulu boya almamıştım en son ortaokulda falandım herhalde. Fırçam da biraz kalın geldi ama idare ettim işte. İçimi rahatlattı çizmek de boyamak da..
İkinci çizdiğim resim. Şıkıdık ayakkabılar. Eşim en çok bunu sevdim. Sanırım ben de. Çizimin aslı Sarah Beetson a aittir. Bu arada vosvosun da çizerinin adını buldum Willie Ryan..
Şirin baykuş diğer resimlere başlama nedenim işte. Belki de bunu ilk göstermeliydim size ama biraz bekleyin istedim:):) Eşimin çizdiği karakalemin kuruboyalı versiyonu. Bunu sulu boya ile boyamak aklıma gelmedi. Sulu boya fikri sonradan aklıma girdi. Tombik olması da ayrıca beni çekti. Ama bu fotonun orjinali kime ait bilemiyorum. Ben google dan buldum sanırım bunu..
Sevimli kuşun adı ise Mavi kuş. Çizeri de bu ismi vermiş zaten ama ben yine onun ismini kaydetmemişim. Özür diliyorum. Bana çok masum göründü kendisi nedense. Kuşları pek sevmem ben. Daha çok karga,bülbül ve baykuş severim ilginçtir. Diğerleri kafamı şişiriyor cik cik. Hiç olmazsa karganın bir karakteri var bence. Ayy cik cik cik ötekiler sevimsiz geliyorlar. Ama muhabbet kuşum varken anlaşıyorduk onunla. Çok hızlı uçmadığı ve çok ses çıkartmadığı zamanlarda. Bülbülün de güzel hikayeleri olduğu için severim dilden dile dolaşan..
Bu kadın çiziminin de aslı Montana Forbes'e ait. Kendisini de çok severim. Böyle daha pek çok kadın çizmiştir. Biraz Pink'i andırdı eşime. Sonra düşününce bana da öyle geldi. Yine de duruşunu seviyorum. Açıkken düşündüğüm kocaman gözlerini de..
Herkese kocaman sevgiler. Mutlu günler diliyorum. İnsanın kendini iyi hissettiren şeyleri bulup çıkartması ve sonra onlara sıkıca sarılması iç gıcıklayıcı, güzel bir duygu. Bir süre beni idare eder herhalde. Sonra yeni uğraşlar aramaya başlarım yeniden..Belki yağlı boya yapmayı denerim kimbilir. Ona da pek hevesim var..
16 Ocak 2009 Cuma
Flame'den bana yeni bir mim: Makyaj malzemeleri
İşte benim meşhur çantam bu. İçi kocamaann. Assortie den almıştı eğer almak isteyen varsa diye söyleyeyim dedim belki vardır hala..
Bunlar da benim farlarım. En çok bir sürü renk olan çoklu farları seviyorum. Bu yüzden genelde onlardan almayı tercih ediyorum. Markası Estee Lauder . Yeşil olan simli farımı pek kullanmasam da seviyorum onun markası da Verita. Ama en çok sevdiğim yeşilin yanındaki şeftali far. O biraz parçalandığı için içini açmadım. Markası onun da Verita.Ruj en sevdiğim makyaj malzemesidir benim. Kokularına da bayılıyorum. En güzel kokan Flame'in de çok sevdiği Loreal'in Glam Shine olanı. Çoklu rujumun da renk seçeneklerini seviyorum onun da markası Estee Lauder. Yanında de aynı markanın şeffar parlatıcısı var. O da pek güzel kokuyor. Clinique 'İn bir tarafı parfum bir tarafı ruj olan ikilisini de çok seviyorum. Onun da rengi şeftali. Parfüm ine Happy. Yanında taşımak çok kolay; hem de çok kullanışlı..Fondöten kullanmayı çok sevmesem de yine de tercihim Max Factor 'un Age Renew'u. Rengi biraz pembe geliyor bana ama bu gidişimde belki değiştiririm. Önerisi olan arkadaşım varsa bu fondöten konusunda bana yazabilir. Tabi bir de pudra ya da fondöten olmayan ikisinin karışımı olan türler var sanırım. Onlardan kullanmadım. Nasıl sonuç verdiğini bilemiyorum. Aşağıdaki kalemlerin ise çoğu göz kalemi. Sadece siyahın sağındaki şeftali rengi olan kalem dudak kalemi. Çok da memnunum ondan markası Flor Mar. Diğerlerinin de aynı. Ama onlar normal kalem gibi değil de ucu çıkmalı olanlardan. Bence onlar daha etkili normal kalemden. Oldukça da yumuşak..Göz altı kapatıcısı olarak Loreal kullanıyorum. Bembeyaz olmasını seviyorum. Rimellerim ise biri kahve biri de siyah. En çok kullandığım renk genelde kehverengi. Yine Loreal'in Lash Architecth'i.
12 Ocak 2009 Pazartesi
Böcek Hikayesi
Bu fotoğrafta masamız biraz boş kalmış ama o anda balığı beklemekle meşguldük. Özellikle de ben. Şarabı götürüp durdum. Bir de fotosunu çekmeyi unuttuğumuz Cezayir e özgü çok güzel bir yemek öncesi mezesi var közlenmiş biber. Ona ekmek bandım. Eşimin yanındaki tabakta bitmiş halini görebilirsiniz:)
Burada da şebelek insan ben. Çilekli turtayı yiyecek olmanın sevinciyle şımarmışım biraz. Ama bu turta önceki yediklerim kadar güzel değildi çünkü dibi sert milföyden yapılmıştı sanırım. Halbuki öncekiler sanırım turta hamurundan yapılmıştı ve beyaz muhallebi kısmı daha çoktu. Yine de yemek sonrası bunlardan attırmak harika oluyor. Arkasından da naneli çay. Herkese tavsiye edilir. Türkiye'de olsa off balık sonrası mis gibi helva gelirdi sıcak sıcak. Tabi bu süper balığın yanında rakı da içerdik. Neyse artık Türkiye'ye gidince kısmetse:)
11 Ocak 2009 Pazar
Bugünlerde hep belki...
7 Ocak 2009 Çarşamba
Yine geciktirdiğim bir yazı:Yılbaşı gecemiz
Yeniyıla evimizde girdik. Geçen sene kampta girmiştik pek de haz vermemişti bize. Ne de olsa her zaman kamptayız. Bu sefer bari evde başbaşa olalım dedik. Gidilecek fazla bir yer alternatifi yoktu zaten. Yemeğimizi dışarıda yedikten sonra çerezlerimiz, cipsimiz, meyvelerimiz, ve tabi sofranın olmazsa olmazı beyaz peynir ve rakımız vardı. Ahh keşke kavunda olsaydı. Burada hala kavun bulabiliyoruz. Nasıl Türkiye de Kırkağaç kavunu meşhursa burada da Tiziouzu Kavunu meşhur ve hala satılıyor yollarda. Bu memleketin de bu özelliğini seviyorum işte meyve çok bol ve her zaman çoğu şey bulunabiliyor.
Yeni aldığım elbisemi giydim hemen eve gelir gelmez. Yeni yılda yeni şeyler almayı ve giymeyi çok seviyorum. Kocaman ailemle geçirdiğim yeni yılları özlüyorum. O zaman da herkes süslü püslü giyinir onlarca yemek hazırlanır. Kocaman hindi ve iç pilav ve çeşitli mezeler eşliğinde sohbetler edilir, bazen tombala oynanır, yeri gelir kalkılır göbek atılır..Biz pek kalkıp göbek falan atmadık tabi. Ama yine de güzel geçti gecemiz. Çok istedim aslında bir yere gitsek de şöyle eğlensek diye ama malum burası Cezayir. Pek tarzlarımız da uymuyor sanırım. Büyük otellerde eminim güzel programlar vardı ama çoğu için rezervasyonda gecikmiştik. En son sorduğumuz yerin fiyatı da dudağımızı uçuklatmaya yetti. Neredeyse milyarlar.. İki kişi için. Parayı kolay kazanılıyor zannediyor onlar herhalde. Güzelim memleketim dururken ben neden kalkayım da buralara geleyim o zaman değil mi yani kolay kazansaydım?
Eski yeniyıl akşamlarımızdan bahsetmişken onlardan da birkaç kareyi paylaşmak istiyorum sizinle, ben de yeniden hatırlamış olayım böylelikle o günleri. Zaten durup durup bakıyorum ama:)
Soldan ilk fotoğrafta Ankaradaki yılbaşı akşamı sofrasını görüyorsunuz. Çeşit süperr..En sevdiklerim. Ayrıca o kocaman şarap kadehlerine de bayılıyorum. Çok büyük keyif alıyorum onlarla şarap içerken.
Onun yanındaki benim cicikom annem. Tabi o zaman azıcık tombili. Bu fotoğraf bayağı eski. Devamında göreceğimiz gibi babannem de fotoğrafta. (Babannemi 2006 da kaybettik.) Annem düğünümüz için tam 9 kilo verdi. Maşallah tığ gibi oldu zuzum benim. Hindimizi getirirken görüyorsunuz annemi.
Altta solda İzmitteki eski fotoğrafın devamı. Soldaki kırmızılı ben. O zaman saçlarım sarıydı. Fotoda pek belli olmasa da. Yanımda ananem, babannem, sofra başında babam, amcam, yeğenim elif, yengem ve annem. Fotoyu çekende halam:) ama onu göremediniz. Onun da fotosunu koyacağım bu foto grubunda hep o çekmiş hiç çıkmamış.
Alt sağda ise Ankara akşamının devamı. Herkesi ayrı ayrı çook seviyorum. Hepsini çook özledim. Umuyorum ki bir dahaki yeniyıl da bu fotolarda eşimle biz de olacağız ve tabi Funda annem, tuna babam ve can'ın da olmasını istiyorum. Komple bir kalabalık:):)En eğlenceli kısmı da bu zaten..
Canım sevgilim bu da senin için..En sevdiğin şarkı. Senin sayende ben de çok seviyorum artık bu şarkıyı:) hadi birlikte sevmeye devam o zaman...
4 Ocak 2009 Pazar
Magnetlerimle çook mutluyummm
Geçenlerde Türkiye'den gelen gazetelerin birinde -ki eskimiş de olsalar atmaya kıyamıyorum hiçbirini malum burada yaşayamıyorum o zevki- magnet koleksiyonu yapan insanlara dair bir yazı gördüm. Hayran kaldım. Tanrım dedim ne çok çılgın varmış ben meğer daha yolun başındaymışım bu çılgınlığın. Topladıkları magnetleri buzdolaplarına sığdıramayıp çıkma buzdolabı kapağı alıp eve süs niyetine koyanlar hatta sırf magnetlerine özel metal pano yaptıranlar bile var. Sanırım ben de onlardan olmak yolunda hızla ilerliyorum. Ama hırs yaptım tabi bu bildiğimiz çirkin hırslardan değil ben de artık kendimi iyice vereceğim bu magnet olayına. Zaten içim içimi yiyiyor gördüğüm her yerde onları. Al beni al beni diye ardımdan çığlık atıyorlar sanki. Kimilerinin de son derece güzel ve küçük olmalarına karşın fiyatlarının uçuk olmasına akıl sır erdiremiyorum. Ayy diyorum nedir bu yahuu alt tarafı magnet. Şimdi bir de bunların edinmenin yanı sıra kendim yapmayı da aklıma koydum artık. İzmit'e gittiğim ilk gün sevdiğim şeyleri magnet olarak kullanabilmek ve değişik tarzlar yaratabilmek adına bir sürü magnet altlığı almak istiyorum. Yani mıknatısından işte anlatamadım:):) Craft'tan görmüştüm taşlardan bile magnet yapmıştı. Benim de böyle bir sürü planım var bakalım inşallah gerçekleştirebilirsem buradan gösteririm sizlere.
Eşimin İstanbuldaki kuzeni Tolga abilerin evinde, eşi Yaprak ablanın da çok sevdiği ve çılgınca topladığı onlarca magneti var. İlk gördüğümde hayran kalmıştım hala hayranlığım devam ediyor. Bir gittiğimizde izin alıp fotosunu çeker gösteririm onu da. Yaprak abla buzdolabına değil de mutfaklarındaki davlumbaza takmışlar magnetleri. Pek de şeker olmuş. Gittikleri ülkelerden, gezdikleri yerlerden bir sürü harika magnet var. Hatta yaprak ablalara gittiğimizde annemin de böyle çılgın olduğunu söylediğimde ona bir tane hediye etmişti sağolsun. Annem de ben de çok mutlu olduk. Şimdi bakıp bakıp kulaklarını çınlatıyoruz. Zaten magnet deyince ilk yaprak abla geliyor aklıma. Bu seferki Türkiye tatilinde Ankara'ya gittiğimde Tuay ablamında buzdolabının epeyce dolduğunu gördüm. Onda da çeşit çeşit magnet var. O da çok seviyor benim gibi. Bundan sonra yurt dışına gittiklerinde birşey istermisin diye sorduklarında direk bana magnet alııınn noooluuur diyeceğim..Tuay ablamın minik zuzuları da magnetleri pek seviyorlar. Daha önce fotosunu gösterdiğim Nilcik magnetlerle oynarken yemek yemeyi pek seviyor.
Herkese çok çeşitli, güzel, renkli magnetli günler diliyorum. Tabi sevenlere. Sevmeyen de kalmasın benceee..
YAŞASIN MAGNET ÇILGINLIĞIII!!!!!
Yeni yılda cevapladığım ilk mim
1 Ocak 2009 Perşembe
Yeni yılın yeni yazısı
Dün gece evdeydik eşimle. Dışarıda akşam yemeğimizi yedikten sonra evimize gelip meyvalarımızı, çerezimizi ve cipsimizi hazırlayıp, sofranın olmazsa olmazı beyaz peynir ve rakımızı da aldık. Biraz buruktuk aslında dün gece. Annemler yılbaşı için Ankaraya Teyzemlerin yanına gitmişlerdi. Yeniyıl için onları aradığımda biraz tuhaftılar. Belli ki üzülmeyelim diye bir şey belli etmek istememişler ama eniştem rahatsızlanmış sabahleyin. Hemen hastaneye götürmüşler kalp kasılmaları yavaşladığı için pil takmaları gerekmiş ve geceyi hastanede geçireceklermiş. Çok üzüldük duyunca tabi. Eniştem -ki ben ona küçüklüğümden beri dede derim-benim için çok farklıdır. Onu herkesten başka bir yerde tutarım ben. Benim tontonumdur o. Zaten bir müddettir rahatsızdı. Yine de ilk zamanlarına nazaran rahatsızlığının epey toparlamıştı. Dün sabah da yeniden rahatsızlanması epey üzdü bizi. Ama bugün telefonla konuştum eve gelmişler. Rutin kontroller yapılmaya devam edecekmiş. Yine de yılbaşı geceleri buruk oldu tabi. Akılları hep dedemle teyzemdeydi. Böyle girmeyi istemezlerdi onlar da yeni yıla. Ama buna da şükür ki dedem şimdi iyi. Bir an önce eski sağlığına kavuşmasını istiyoruz tüm kalbimizle. Yeni yıl bütün ailemiz için çook çook güzel olsun inşallah. Herşeyin başı sağlık. En önemlisi bu. Sağlığımız yerinde oldumu gerisi zaten gelecektir. Dedeciğime yeniden geçmiş olsun diyorum burdan da. Onu çooook seviyorum hemde o kadar çoookkk...