26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bukalemun Perihan

Bu Bukalemunu eşimin arkadaşları ofisin arkasındaki ağaçlarda bulmuşlar. Ağır bir hayvan olduğu için bir çırpıda alıvermişler. Tombiş bişey. Pörtlek gözleriyle pek de komik. Dişi mi erkek mi bilemediğimiz için erkekler ona Muhittin adını verdiler ben de o zaman Perihan koyayım dedim. Fotoğraflar cep telefonuyla çekildiği için çok net değil ama yine de idare eder. İlk defa bir bukalemun ile bu denli yakınlaştım. Isırmasından çekindiğimiz için bir kutuya koyduk. Eşim kutunun yanlarını onu görebilmemiz için şeffaf dosyayla kaplamış nefes alabilsin hayvancık diye de delikler açtık bolca. İlk başlarda yemyeşil olan bukalemun adından da bilindiği üzre kutuyla birleşince hemencik rengini aldı ve kutunun renginde benekleri oldu. Yakından görmek güzel oldu. Tabi biraz baktıktan, uzaktan sevdikten sonra arkadaşımız çocuklarına göstermek için eve götürdü sonra da doğaya geri saldı. Bu macera da böyle sona erdi. Afrika'da yaşıyor olmamızın nimetleri işte bunlarda. Bahçemizde bilimum cins hayvan dolaşabiliyor..

Tombik arkadaşımız Perihan'a doğada güzel bir hayat diliyorum..

Güzel bir hediye


Sevgili arkadaşım Alev bana süper güzel bir ödül verdi. Çook teşekkür ediyorum ona ben. Biraz geç de olsa yazabildim. İnternetimizin olmayışı nedeniyle geç yazdım özür diliyorum ondan da. Unuttuğumu sanmasın sakın. Benim için bu ödülün anlamı başka. Daha bu ödül gelmeden evvel yabancı bir blogda görmüştüm aynısını ve iç geçirmiştim bizler de yapsak şundan ahh bana da gelse keşke diye. Zaten heyecanla beklediğimi anlamışsınızdır hemen bloguma yapıştırdım. Daha düşünmeme kalmadan bir de baktım alev bana yollamış. Başka şey isteseymişim keşke. Güzel oldu benim için. Mutlu oldum.

Bir de bu ödülü alında kendim hakkında 7 tane ilginç şey yazmalıymışım işte önce ödülümün sahipleri ve de sonra ilginçliklerim:

Bilmiyorum bu arkadaşlarım ödüllerini önceden almışlardır ama benim içimden geçenler bunlar. Yazmadan edemeyeceğim;
Sevgili Derya Kuzusu; O kadar yaratıcı ve becerikli ki bence
Sevgili Ella; bayılıyorum çizimlerime;
Sevgili Gece; süper güzel şeyler yapıyor bizi de bilgilendiriyor.
Sevgili Haydins; asla atlayamayacağım bir blog bu;
Sevgili Şekerciniz; canım arkadaşım harika şeyler yapıyor
Sevgili Primarima; çizimler ve herşey süper.
Sevgili Bayanbaykus; aramıza dönmeli artık diyorum zira süper güzel şeyler yaratıyor.

Ve şimdi de sıra kendimle ilgili 7 ilginç şey; Bilmem size ilginç gelir mi ama?

1- Kıyamama huyum vardır benim ilginç bulduğum; bir şey alırım ama kıyıp kullanamam. Evde yeni gibi duran defterler, kalemle v.s
2-Geceleri uyumadan evvel bir hayal kurmaya başlar sonra rüyamda devam ederim. Bu da tuhaf bence. Dizi film çekiyor gibi hissediyorum bazen..
3-Elma portakal soyarken kabuğunu kopartmamak için didinirim, dilek tutarım koparsa dileğim olmaz diye düşünürüm içimden
4-Bir şeyi gerçekten istemiyor ama söyleyemiyorsam yani sadece içimden geçiriyorsam çaktırmadan o istemediğim şey ne oluyor ediyor gerçekleşmiyor. Yani bir yere gitmek istemiyor ama ayıp olmasın diye söyleyemiyorsam ama gerçekten istemiyorsam bişey çıkıyor ve gerçekten gidemiyoruz gibi..
5-Su içerken şişenin dibine bakmayı seviyorum, sanki deniz gibi oluyor veya durgun bir göl. Dakikalarca sadece durup bakabilirim
6-Cansız bir nesneye bile acıyabilme duygusuna sahibim. Mesela oyuncak ayım mümü. Odada yalnız bırakınca onu döndüğümde oturur konuşuru özür dilerim. Sanki bana kırgın gibi:)
7-Her şeyi yapabilmenin yollarını ararım senelerdir bir çip taksınlar bana diye düşünürüm. Yeteneklerimi geliştirecek mesela her müzik aletini çalabilmeliyim..Hatta alf gelsin diye hala bekliyorum.

23 Ağustos 2009 Pazar

Kendimi Sims'e kaptırdım durduramıyorum

Kendime şaşırıyorum her gün yeniden. Nasıl diyorum bir insan böyle bilgisayarın başından kalkmak istemez. Deli gibi bir oyuna kaptırır kendini. Ben aynen böyle oldum işte. Uzun zamandan beri Sims oynarım ben. Ama bir müddet ara vermiştim. Şimdilerde yeniden sardım. Ama ne sarmak. Artık etrafımdaki her objeyi bir sims objesi olarak görmeye başladım. Gözlerim kızarıp yanana kadar oynuyorum. Hatta bazen gece yarılarına kadar. Hastalık mı oldu nedir. Kitap bile okumuyorum sims'te ev dekore edeceğim diye. Birinin bana duuur demesi lazım artık galiba. Bu arada oynuyorum diyorum ama bilenler bilir ben oluşturduğum insanları yaşama moduna pek girmiyorum genelde ev dizayn ediyorum ve döşüyorum. İnanılmaz zevkli. Sims hileleri sayesinde param da hiç azalmıyor. İstediğim her şeyi alıyorum. Çılgınlık bu! Ama o kadar güzel ki. Bir sürü yeni obje indirdim netten sürekli ev yapıyorum, villalar, malikaneler, havuzlar v.s Sanırım böylelikle kendimi de tatmin ediyorum. Almak güzel şey ne de olsa. Tüketim çılgınlığında sürünüp giderken sanal olsa da yine de iyi geliyor her istediğine sahip olabilmesi insanın. Umarım yakında kurtulurum diyorum. Biraz kitap okumak hatta yünlerim ve kumaşlarımla ilgilenmek istiyorum. Yoksa onlar kaldıkları yerde yıllanacaklar..

Burası evimin kocaman bahçesi. Havuzum bile vaar. Harika yaa. Orada olmak için neler vermezdim şimdi..Hatta bitki yetiştirmek için bir alan bile yaptım tavanı pencerelerle örülü bir oda.

Burası da mutfağım. Nasılsa oyun dimi ama herşeyden koydum. Sınır tanımak yok!

Burası üst kattaki yatak odası. Bugün yaptım. Daha da bir sürü şey var yapacak. İçinde kocaman bir ebeveyn banyosu bile var. Laptoplarım da apple'ın renklilerinden:) Kapıya bir de mini cooper koyma şansımız olsa keşke..

Burası da dikiş odam. Bir tane yetmedi iki tane dikiş makinası koydum. Bir dolap dolusu da kumaşım var yaşasııınnnn!!!

Bu da misafir odası tek kişilik. Ama benim yarattığım kız öbür odadan ziyade bu odada uyuyacak gibime geliyor çünkü ben burayı daha çok sevdim. Paranın gözü kör olsun işte her odada bir laptop var valla:)

Bu sims'in ilk versiyonu. Yenilerde daha güzel objeler var ama benim yeni oyunum da sorun olduğu için kullanamıyorum. Build modu çalışmıyor. O olmayınca da sadece var olan evlerde yaşayabiliyorsun. Oysa ben kendim ev yapmayı seviyorum. Bu yüzden sims 1 i oynuyorum. Böyle oyunları sevenlere tavsiye ediyorum şiddetle. Gerçi yeni birşey değil ama..Belki farklı ve daha güzelleri de çıkmıştır. Bilenler varsa haberlerini bekliyorum.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Yeni işlerim ve ilk scrapbooking denemem

Uzun zaman olmadı aslında tığ ile motif yapmaya başlayalı. Ama beni epey sardı. Boş vakitlerimde elime hemen renkli tombul tığımı ve yünlerimi alıyorum. Çok alıştım yünlerin renkli dünyasına. Öyle eğlenceli ki. Yaptıkça yapası geliyor insanın. Yalnız çok hırslı bir tip olmadığım için bir şeyi yapamadığımda veya yeni bir motif görüp beceremediğimde hemen bırakıveriyorum. Moralim bozuluyor. Yine de önceki halime göre epey yol katettim diye düşünüyorum. Zira önceden o iplerden motiflerin nasıl çıkacağını bile aklım almıyordu. Bazen hala türkiyedeyken annemin öğrettiği şeyleri buraya gelince unutuyorum ama annemin başladıklarına baka baka yapabiliyorum. Artık örneğe bakıp nasıl gideceğimi anlıyorum. Canım annem sağolsun o da bu renkli yünler kadar renkli bir insan ve çocukla çocuk olup yani benimle; ne istersem yapıyor benim için. Hiç burun kıvırmıyor taa buradan sipariş veriyorum ona ben yanına gidene kadar ona fotoğraf yolluyorum netten böyle bişey yapalım diye o hemen örneğinden başlıyor örmeye. Bana da öğretiyor gidince. Bakalım bu seferki türkiye tatilimde bana neler öğretecek.

Sık iğne yapmayı da öğrendim artık. Bunu annem başlamıştı ben devam ettiriyorum.

Bunu da yine annem başladı yastık kılıfı olarak ben de arkasının kumaşını diktim geçenlerde. Ama sadece bir kısmını dikebildim henüz. İçine elyaf doldurup pufidik yastık yapacağım.

Bunlar battaniye için başladığım motiflerim. Yalnız her işe birden giriştiğim için şimdilik hepsi yarım yamalak. Biraz maymun iştahlıyımdır söylemesi ayıp.. Herşeyi yapmak istiyorum aynı anda. Umarım herşeyi yapmak isteyip de hiçbir şey yapamayanlardan olmam.

Bu da kefkendeki komşumuz Feride teyzenin bana bu yaz öğrettiği şal örneği. Ehh epey yol aldım. Yapması da kolay ve zevkli. Uzaktan bakınca zor gibi görünüyor ama ben yaptıysam herkes yapar. Deneme amaçlı başlamıştık bunu aslında elime ilk gelen yünle. O yüzden yeşil oldu. Sonra da baktım güzel gidiyor unutmayayım diye bırakmadım, devam ediyorum. Yoksa yeşil rengi özel olarak seçmiş değilim aslında. Bunu bitirebilirsem belki bir başka renge daha başlarım kimbilir.

Bu da ilk scrapbook denemem. Hep merak ediyordum bloglarda görüp şu scrapbooking de nedir diye biraz araştırdım değişik desenli sayfalar falan indirdim netten. Bir de scrapbooking programı. Zaten bunlar olunca oluşturması kolay oldu. Tabi daha yeni olduğum için öyle pek güzel olmadı ama eğlendim yaparken. Bir de printerim olsa harika olacak. Çıktısını almak istediğim öyle çok şey var ki. Biraz biriktirmeyi seviyorum da ben. Benim fotoğrafım renklere pek uygun olmadı aslında ama şimdilik idare eder. Maksat nasıl yapıldığını anlamaktı ne de olsa.
Devamının gelmesini heyecanla bekliyorum. İyiki şu internet var gerçekten de. Yalnız bağımlısı olmamak gerekiyor. Günlerdir şu indireceğim renkli sayfalar uğruna odamda kalıp kitap bile okuyamıyorum. Önceden günde bir kitap bitirirdim şimdi getirdiğim kitapların daha sadece birini okuyabildim. Hadi bakalım hayırlısı. Bakalım yeni gelen gün neler gösterecek.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Lübnan mutfağı ve yiyeceklerin o harika dünyası

Bu yazıyı aslında daha evvel yazmaktı amacım ama araya birkaç tane yazı girdi buna ancak sora geldi. Bekleyenlerden af diliyorum.

Geçenlerde buradaki arkadaş grubumuzla birlikte güzel bir organizasyon eşliğinde Safir Otel'in Lübnan Restoranına gittik. Götüren arkadaşımız buranın methinden bahsetmişti. Biz de zaten bir müddettir bekliyorduk zamanını. İyiki de gitmişiz. Orada şimdiye kadar eğlenmediğimiz kadar eğlendik. Dahası yemekler bir harikaydı. Lübnan mutfağının güzel olduğunu duymuştum ama tatma hazzına da erişince vazgeçilmezim oldu diyebilirim. Aynı Türk mutfağı. Neler mi vardı yemekte bakın bakalım tanıyacak mısınız?

Eveet mutlaka herkesin tanıdığı şeyler çıkmıştır diye düşünüyorum ama ben neler olduğunu bir sayayım dilerseniz;

Lahmacun, ciğer sote, sigara böreği, kaşar pane, maydanoz salatası, humus, süzme yoğurt, patlıcan salatası, lavaş ekmeği, içli köfte ve dahası. İnanamadık biz bu yemeklere ve lezzetine. Hani benzerleri olur belki ama dedik içimizden tatları da bu kadar mı güzel olur. Bu taraflarda olanlara tavsiyemizdir mutlaka gitmelisiniz. Ayrıca fiyatları da çok uygun. Diğer lokantalara kıyasla yani cezayirdeki türk lokantalarına kıyasla örneğin Bosphore Restorant'a göre oldukça uygundu.


Bu da masamızdan bir görüntü. O zaman daha yemeklerimiz gelmemişti. Yalnız tek dezavantajı yemek saatinin biraz geç başlıyor olmasıydı. Restorant saat 9.30 da açılıyordu biz yemek yemeğe başladığımızda saat 10.00 ı geçiyordu. Eee malum sohbet edince de oradan kalkmak kocaman midelerle epey zor oldu. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim yemekte rakının aynısı olan Arak içtik. Bence içimi rakıdan daha rahattı. Hemde aynıydı. Yani arak değil de rakı getirdik deseler inanırdık.

Bu da otelin dışarıdan görünüşü. Düğün sezonu olduğu için de içeride düğün eğlenceleri de vardı. Yeri de çok uzak sayılmaz Zeralda da. Alger merkeze yarım saat uzaklıkta.

18 Ağustos 2009 Salı

Bugün evlilik yıldönümümüz

18. Ağustos. 2007 de evlendik. Bugün tam iki sene oluyor. Ne kadar çabuk geçtiğini her seferinde söylüyorum herkese. Bugün o zamana dönüp yeniden aynı şeyleri yaşamak ne kadar çok isterdim. Şimdi bile heyecanlıyım aslında. Sabahtan beri saate bakıyorum acaba bu saatte ne yapıyorduk diye hatırlamaya çalışıyorum. Şimdi şurdaydık, şimdi şunu yapıyorduk diyorum hep. Bütün sevdiklerimiz yanımızda harika bir gün geçirmiştik. Herkese yeniden teşekkür ediyorum yanımızda oldukları için..

Sevdiğim; seninle daha nice uzun yıllar güzel anılar yaşamak istiyorum. Seni çok seviyorum. İyiki evlendik biz:) Canım benim evlilik yıldönümümüz kutlu olsun yeniden:)

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Bugünü anlatmaya kelimeler yetmez ki

On yıl geçti üzerinden ama sanki daha dün gibi. Depremi yaşamamama rağmen etkisi büyük. Onca insan geldi geçti hayatımızdan saniyeler içerisinde. Ne desem ne yazsam kafi gelmiyor gerçekten de. Bir yandan sanki hiç olmamış gibi hayatımızı yaşamaya çalışıyoruz korkularımızı bastırarak bir yandan da aklımızda kazılı duruyor her an yaşıyoruz..Sıklıkla izmitteyken aklıma geliyor. Daha çok gece yarılarında. Öyle ya hain bir canavar gibi korkunçluğuyla gelmişti geceyarısında; tanıdıklarımızın, arkadaşlarımızın, bildiklerimizin ve bilmediğimiz tanımadığımız insanların hayatına. Dile kolay on yıl geçti. Yazarken bile inanamıyorum. Zaman hızla geçiyor, biz de zamanın içinde geçiyoruz. Kimisi bir yerlerde takılı kalıyor, hayatlar asılı kalıyor zamanda bir noktada. Keşke daha farklı olsa ölümler. Vedalaşabilsek, güzel bir yolculuğa uğurlar gibi uğurlayabilsek, hatta çocukça belki ama kimse yanımızdan gitmese keşke herkes hep yakınlarda kalabilse sevdiklerine. İnsanoğlunun yaptıklarına karşı doğanın intikamı mı bu diyorum bazen. Ama sonra o güzelliklerine bakıyorum da evrenin, yanında kötüleri de olmadan tamamlanamıyor sanki, bütün olamıyor. Dünyanın dengesi mi böyle. Gidenler ve kalanlar. Sanki hiç ayrılmayacakmışız gibi yaşıyoruz bu hayatı. Sallapati. Hatta savsaklıyoruz günleri içimizden öff diye geçirerek. Böyle mi yapmalı? Zor sorular bunlar. Kişinin ancak içinde çözebileceği. Keşke bir aşısı olsa bu tür duyguların. Herkes daha duyarlı olsa, daha yaşamayı seven insanlar olsak, daha mutlu uyansak son günümüz mü diye bilmediğimiz güne. Ne yazık ki sadece sayfalarda kalıyor yazdıklarımız.

Bu kötü günde sevdiklerimi anıyorum. Bırakıp giden insanları, ellerimizle uğurladıklarımızı, hala gittiğine inanamadıklarımızı anıyorumne sebeple olursa olsun. Ama deprem de yitirdiğimiz onca insan için daha farklı duygular taşıyorum içimde. Koca bir ailenin bittiğini gördüm en yakınımda. Üstelik bilir gibi gitmişti arkadaşım yanımdan. Hiç unutmuyorum ki o anları. Espriyle karışık evine adapazarına gitmeden önceki gece ağzımızı tatlandıran helvayı yerken boşbulunup benim helvamı yiyorsunuz demişti. Nasıl bir ironi bu böyle. Sonra uzun zamandır istediğim ama vermeye razı gelmediği bir eşyasını sessizce çıkartıp vermişti o gece arkamdan gelip sanki bir daha göremeyeceğini bilerek beni. Koca bir aile gitti o gece. Daha yaşayacakları ne çok şey vardı oysa. Saymakla bitmez. Şimdi düşünüyorum da şanslıyım ben. Bunu bilerek yaşamalıyım. Hayatım hala bende. Kaybettiğim belki çok an var ama on yıldır yaşıyorum ben o olaydan beri. Hatta bugün hala hayattayım şükretmeliyim elbette. Bir yük insanın omuzlarında gidenlere inat yaşamak, sen yaşıyorsun, koşuyorsun, soluyorsun, seviyorsun, sevişiyorsun, ağlıyorsun, yiyiyor içiyorsun, bakıyor ve görüyorsun, şarkı söylüyorsun ve daha neler neler. Geride onlardan sadece silinmeye yüz tutmuş suretleri, belki kokuları, gülümsemeleri, fotoğrafları, birkaç hatırlayabildiğin anı kalıyor sadece.

Bugün yeniden yaşadım o korkunç zamanları. Hiç yaşamamış olmama rağmen acısını yaşadım taa derinlerde. Bir arkadaşım babasını kaybetti, bir arkadaşım ailesiyle birlikte gitti, sonra tanıdığımız insanlar vardı elbet; genç güzel gülüşlü biriydi şen kahkahaları vardı her daim, üstelik hamileydi, yeni evlenmişti biri daha tadına doyamamıştı güzel hayatının, birini tv den izledim betonların altından çıkarken, sonra nicelerini duyduk konuşmalardan, dönüş yolumuzda da gözlerimizle gördük o binaların yerle bir oluşlarını kelimenin tam manasıyla; hani kendi gözüm olmasa bir sanrı sanacaktım belki. Geçti ve gitti bile işte. Dile kolay on yıl. Geride kalanların hala unutamadığı on yıl. Gidenlere allahtan rahmet diliyorum, kalanlara da acılarının biraz hafiflemesi için dua ediyorum. Bir daha olmamasını ümit ediyorum, ümitlerim günlerle katlanarak çoğalıyor..

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Ereğli; huzur dolu minik bir yer

Ereğliye geçen seneden beri gidiyoruz ailecek. Önceden gitmiyorduk. Ama iyiki de karar değiştirmişiz. Yepyeni ve huzur dolu bir yer oldu bizim için. Oradaki balkonumuzda denizin hemen yanıbaşında oturmak öyle keyifli ki. İnsan kafasını boşaltıyor, huzur dolu zamanlar geçiriyor dalgaların sesiyle. Gece yattığımda sanki sahilde kumlarda yatıyormuşum gibi hissediyorum denizle dalıyorum uykuya. Bu seneki tatilde annemle kaldık bir gün karamürsel pazarına gittik sabahtan. Gezdik dolaştık. Sonra bir gazino da oturduk gazoz içtik serinledik. Limana yanaşan vapurları izledik. Meşhur bir köftecimiz var orada. Bu sene de yemeden duramadım. Öğlen sıcağı olmasına rağmen karnım çok acıktığı için koştum aldım mini mini köftelerden. Bir güzel geldi. Ama onların fotolarını çekmeyi unutmuşum. Ne büyük hata. Artık bir dahaki sefere.
Bunlar ereğli deki balık lokantasının duvarında çerçevelenmiş şekilde duran deniz kabukları.
Bunlar da bahçedeki tombili böğürtlenlerimiz. Daha olmalarına zaman varken.

Annem mutfağımızda bize güzel mamalar hazırlarken. Sanırım öğlen yememiz için meyve hazırlıyordu. Elindeki minik armutları seçebiliyorum. Karamürsel pazarından almıştık.

Balkondan deniz manzaramız. Arada sadece yol var. Oradan da zaten tek tük araba geçiyor.

Burası da arka bahçemiz. Kocaman biz bahçemiz var. Öğleden sonraları güzel oluyor ve gecenin ilerleyen saatleri. Barbekümüz, şezlonglarımız falan var. İlk sene hoşgeldiniz partisi yapmışlardı burada. Fotoğraftakiler soldaki annem, yan komşularımız Işılay Teyze ve eşi Ersin amca. Maşallah öyle tatlı insanlar ki. Sohbetlerine doyum olmuyor. Bu sene pek görüşemedik ama artık seneye daha sık görüşmeyi umuyorum onlarla. Ayrıca evleri çok güzel. Bayıldım.

Işılay teyze ve Ersin amca'nın balkonlarındayız. Misafircilik oynarken:) Mis gibi türk kahvesinden sonra meyve yiyiyoruz. Burdan öpücüklerimi yolluyorum her ikisine de.
Eeee tabi eşim yok diye yanımda onu da atlayacak değilim. Hemen kumlara yazıverdim adımızı. En sevdiğim şeydir kumlara yazı yazmak. Bıraksalar tüm sahile yazabilirim sanırım.

Bu fotoğrafı da ereğli'den dönüş yolunda, dolmuştan çektim. Biraz zor oldu ama olsun. Fabrika olağanca büyüklüğüyle karşımızda duruyordu geçerken. Onun yerinde başka şeyler görmek daha güzel olurdu tabiki. Yeşil bir park alanı mesela..

11 Ağustos 2009 Salı

Bahçemizden, evimizden, sokaklardan

Önce minik atlı karıncamızı göstermek istedim. Pek güzel görünse de uzaktan içinde olunca epey mide bulandırıcıydı. Oya ben çook severim atlı karıncaları teoride.

Bunlar bizim miniş domateslerimizz..Pek de tombililer yahu.. Tadına doyum olmuyor sabah kahvaltılarında yanında taze salatalık eşliğinde.

Güllerimiz de sanki elle çizilmiş gibiler. Ama bahçe büyük olunca bir de her yerde bilimum çiçek ve saksı olunca onları sulamak öyle zor oluyor ki. Tanrım inanılmaz.

Bu bey de bahçemizin misafir kedisi. Pek bir sert bakmış neden bilmem.

Bunlar da kefken pazarının zeytinleri.

Bunlar Işılların bahçesindeki ceviz ağacının cevizlerinden biri değil bizim bahçemizdeki olmamış elmaymış. Babam söyledi. Ben ceviz sanmışım bunu. Bu kadar anlıyorum işte çiçekten böcekten bitkiden:(

Bunlar da son erikler. Bu sene de erik suyu içemedim yahu. Fırsat olmadı. Oysa pek canım istemişti. Gerçi bahçedeki erik apaçları da arılar nedeniyle kesildi artık sadece bir tane var sanırım.

Bunlar Selminlerin evinin önündeki ağacın pufidik çiçekleri. Nasıl da güzeller. Çok sevdim ben onları. Ama isimlerini bilemiyorum malesef

Bu da güzel vişne ağacının güzel vişneleri. Biz onlara aile arasında fişne diyoruz. Kiraz görünüşlerine aldırmamak lazım. Tart için birebirler..

Bu da nar ve çiçeği. Nam-ı değer nar çiçeği renginin yaratıcısı. Bu fotoğrafı kefken merkezdeki caminin yanındaki ağaçtan çektim.

Bizim hamakla tanıştırayım sizi. Orada uzanmak pek güzel oluyor. Eskiden üst balkona şezlonh koyar güneşlenirdik süper olurdu. Şimdi o turuncu yumuşak minderlerimiz geldi aklıma. Sünger gibi yumuş yumuş da kocaman koltukların yastıkları. Artık yoklar. Bir dahaki seneye bu hamak için daha pufidik yastıklar almak lazım en kocamanlarından..Bu hamaktan düşmüşlüğüm de vardır uyurken..Bu sene de bir düşen oldu her zamanki gibi.

Miniş salatalığımız. Kırt kırt sesi dişlerimin arasında pek hoş bir his yaratıyor. Tuz da serptim mi üzerine. Off değmeyin keyfime.

Burası da Ereğli deki yazlığımızın balkonundan manzara. Orada oturunca sanki denizin içinde oturuyormuşuz gibi oluyor. Bir dahaki yazımda da oradan bahsedeceğim sizlere. Eee orası kıskanır şimdi bahsetmezsem dimi ama. Annemler şimdi oradalar. Balkonun ve bahçenin keyfini sürüyorlar anneannemle birlikte. Bu sene denize giremedik burada ama olsun güneşlendik keyfini çıkarttık. Annemle karamürsel pazarına da gittik. Çok güzel ciciler aldık. Tavsiye edilir gidip görmeyenler için. Kocaman bir pazarı var..

10 Ağustos 2009 Pazartesi

Kefken; bambaşka bir yer

Gidenler bilirler ama yaşayanlar daha iyi bilirler kefken'i..Çocukluğumdan beri gittiğim yegane yer burası. Bir başka huzur ve güzellik mekanı. Hiçbir yere değişmeyeceğim, anılarımla dopdolu bir yer. Hani her taşı farklı bir hikaye anlatır derler ya, öyle işte benim için. İçinde türlü türlü hikayeler ve hayatlar barındıran küçük bir balıkçı köyü aslında. Onunla birlikte büyüdüm ben. Ve ben büyüdükçe o daha da büyüdü içimde. Tatillerimde gitmeyi en çok istediğim yer oldu her zaman. Aylar evvelinden hayalini kurmaya başladığım, zaman yaklaştıkça da çocuk gibi heyecanlandığım bir yer. Belki görenler diyorlardır içlerinden, "ne buluyorsun bu küçücük yerde?" diye. Benim yaşadıklarım asıl orayı güzelleştiren. Ve tabi görmesini, dinlemesini, koklamasını da bilmek gerek tüm dokularını. Kuşların cıvıltısını dinlemek, güneşin doğuşunu ve batışını izlemek, fırından taze çıkan ekmeğin kokusunu duymak, yosunların yeşilini görmek, denizin dalgasını izlemek, sahilin ihtişamına hayret etmek, yaşamak lazım.


Burası liman. İlk fotoğraf limana girişteki alandan çekildi. İkincisi ise Nihat Erim tepesinden. Güneşi batırmaya gitmiştik annemle. Ardından deli bir fırtına kopmuştu o akşam. O bile güzeldi. Sanki şimşek burada başka çakıyor, yağmur diğer yerlerden farklı yağıyor, Karadenize has..


Teknelerin cıvıl cıvıl renkleri insanın içini açıyor. Fotoğraflara bakarken elimi uzatıp dokunmak istiyorum cilalanmış gövdelerine, ve burnuma çekmek boya kokusunu..

Limana giren minik bir tekne. Kimbilir neler yaşadı karadenizin sularında. Kaç tane balık getirdi koynunda gelirken.

Ağların renkleri o kadar güzel ki. Dantel işler gibi işlemiş balıkçılar onları özenle.

Ve tabi kayalara bekçilik eden yengeçlerimiz de var. Akşam saatlerinde göreve çıkıyorlar sanki. Herkes evine döndüğünde onların zamanı başlıyor.

Bazen de böyle çarşaf gibi; dupduru ve dingin oluyor sular. Taa yükseklerden kendini bırakıvermek istiyorsun serin sulara. O sahili yürümek boydan boya o kadar güzel ki sabahın ilk ışıklarında, hatta güneş bataken, yağmur yağarken ve hatta yakamozlarda..


Burası da kapri. Eskiden her yer öyle çalılık doluymuş ki annelerimiz babalarımız zor ulaşırlarmış denize. Kimse bilmezken henüz buraları onlar gençlik yıllarının en güzel zamanlarını yaşamışlar.

Burası da hemen kaprinin yan tarafı, bizim havuz dediğimiz yer. Nasıl da güzel görünüyor deniz öyle değil mi?

Bu fotoğraf da daha kefken'in şimdiki kefken olmadığı zamanlarında çekilmiş. Her yer nasıl da boş. Evler bile o kadar azmış ki o zamanlar. Çadır kurmaya gelirlermiş. Bizim evimiz de o zamanlar minicik tek katlı bir evmiş o zamanın ilk evlerinden sanırım. Bir dahaki sefere bulduğum eski fotoğrafları da göstereceğim sizlere..