31 Mart 2012 Cumartesi

Azazga'da bir bahar günü

Dün tatil günümüzdü. Bu yüzdendir ki sabah güneşle ve kuş cıvıltılarıyla uyanmak daha da keyif verdi. Güzelce kahvaltımızı yaptıktan sonra daha önceden haberleşir randevulaştığımız ziyaretimizi gerçekleştirmek üzere yollara düştük. Havanın güzel olması büyük bir şanstı. Çünkü bu sıralar havalar o kadar tuhaf ki bir gün yaz gibi olup ertesi gün dolu yağabiliyor. 

fotoğraf: wikipedia





Azazga Tizi-Ouzou'ya çok uzak sayılmaz. 30-40 km falan var. Bizim şu anda bulunduğumuz kampımıza da 65 km falan mesafede bir yer. Ufak bir şehir ama dağda olduğu için havası çok güzel, manzarası güzel ve her yer yemyeşil doğa harikası. Ayrıca biraz daha dağa doğru çıkınca maymunların alanına geliyorsunuz. Daha önce blog yazımda bahsetmiştim maymunlardan buradaGiderken pek fotoğraf çekemedim çünkü kucağımda cheese cake tabağı taşıyordum:) Misafirliğe giderken bir şey alıp götürmek adettendir ya, burada da cumaları pek açık bir yer bulunmadığı için ben de evde cheese cake yaptım. Hem de bu vesileyle eşimin Cezayir'deki 7.yılının dolması şerefine keseriz diye düşündüm. Dönerken de hava karardığı için fotoğraf çekemedim. Böylelikle yeniden anlamış oldum ki fotoğraf için ayrıca zaman ayırmak gerekiyor. 


 Sarah& Asma

Bizi her zamanki gibi güler yüzleri ile karşıladılar ve çok güzel ağırladılar. Sarah ve ailesi. Cezayir'deki ilk arkadaşım Sarah. Uzun süredir görüşemiyorduk, hasret gidermiş olduk ve kısa bir zaman sonra yeniden görüşmek için sözleştik. İlk zamanlar fransızcam pek de iyi olmadığı için ailesi ile zor anlaşıyorduk ama bu sefer gördüm ki ilerleme kaydetmişim. Onlar da bunu fark ettiler ve mutlu oldular. Sarah Türkçe'yi unuttum dedi ama sadece biraz pratik eksiği var yoksa çok güzel anlıyor ve konuşuyor. Sadece kendi çabasıyla bu kadar başarılı olması da harika!





Güzel bir yemekten sonra kahvelerimizi de içtik ve bolca sohbetin ardından yürüyüş yapmak için yollara düştük. Etraf çiçeklerle bezenmişti. Dağ havası çok iyi geldi ama biraz da çarptı, yorulduk farkına varmadan. Ayrıca hava öyle sıcaktı ki tişörtle gitseymişiz pek  iyi olacakmış. Akşam tabi serinlik çöktü hemen. Uzunca bir yürüyüşten ve keşiften sonra eve varmak iyi geldi. Üzerine de tatlılarımızı yiyip, geleneksel naneli çayımızı içip yine koyu bir sohbete daldık. İnsan böyle sevdikleriyle, dostlarıyla olunca nerede olduğunu, sıkıntılarını unutuveriyor. Keşke daha sık görüşme imkanımız olsa, o zaman ne kadar çok şey yapardık kim bilir. Azazga küçük bir yer ama pek çok şey var, hatta kocaman bir süpermarketi var ki böyle büyük marketler her yerde yok. Dönerken uğramayı ihmal etmedik ama yine kısıtlı zaman olduğu için hem alışveriş  yapıp hem de fotoğraf çekemedim. Organik makarna ve tamek meyve suyu bulmak, bir de kediciklerime mama bulmak beni çok sevindirdi. Türk markası meyve suları bulmak burada altın bulmak gibi bir şey, ahh bir de vişne suyu olsaydı aralarında benden mutlusu olmayacaktı ama ne yazık ki yoktu, bir de ice tea bulduk ona da çok sevindik. Boşuna demiyorum ben oradaki her şey için şükredin en saçma şeyleri bile özlüyor insan diye. Bir meyve suyu için bu kadar sevineceğini kim aklına getirebilirdi ki!



Bize böylesi güzel bir gün yaşattıkları için Lahcene ailesine çok teşekkür ediyoruz buradan misafirperverlikleri, güler yüzleri,  lezzetli yemekleri ve hoş sohbetleri için. En kısa zamanda yeniden görüşmeyi can-ı gönülden diliyoruz. Cezayir'in bana kazandırdığı bir güzel şey de böyle güzel bir aile ile tanışma fırsatı yaratması oldu. 

Herkese bol güneşli, mutlu hafta sonları diliyorum umarım buralarda da hava böylesine güzel gitmeye devam eder.

26 Mart 2012 Pazartesi

Tajin (Tagine) Bir Kuzey Afrika Ülkeleri Klasiği

Tajin Mağrip ülkeleri diye adlandırılan kuzeybatı Afrika'daki Fas, Tunus ve Cezayir'de kullanılan; geleneksel mutfak kültüründe önemli bir yer kaplayan güveç benzeri seramik, toprak veya camdan yapılan pişirme kabına verilen addır. İki bölümden oluşur. Pişirme kısmı olan tabanı yuvarlaktır ve kapak kısmı ise koni veya kubbe şeklindedir. Aslında Fas ve Tunusta'da aynı amaçla kullanılan ortak bir isimdir fakat pişirme şekillerine göre farklılaşırlar. Tajin adı verilen bu kaplarda genel olarak balık, tavuk, et ve sebze yemeği gibi sulu(ana) yemekler pişirilir. Bu yüzden yemeklere de tajin ismini vermişlerdir. Yani Tajin hem bu pişirme kabı için hem de içinde pişen tüm yemekler için kullanılan ortak bir addır. Şekli ve türlü desenlerinden dolayı da son derece hoş bir görüntüsü vardır. Büyük, orta ve minik boyları vardır. Ufak olan boylar sos servisi için de kullanılır. Ben o minik olanlarda daha pek çok şey servis edilebilir diye düşünüyorum zira pek sevimliler.


Kapağın şekli içindeki buharın yoğunlaşmasını sağlar. Baharatlar çanağın içindeki sirkülasyon ile tüm yemeğe dağılır. Yavaş yavaş pişmesi makbuldür. Fırın veya ocak üzerinde ağır ateşte pişirilir. Renkli veya desenli olanları dekorasyon amaçlı da kullanılabilir.

Tajin haricinde geleneksel yemekleri olan kuskus'u(couscous)da bizim buharlı pişirici olarak bildiğimiz iki katlı tencerede pişirirler. Üst katın delikleri vardır. Bence de kuskus için çok ideal bir pişirme yöntemi. Kuskusu da daha evvel yazmıştım ama yeniden belirteyim bizim bildiğimiz minik makarna kuskus değil, ana malzemesi irmik olan bir yemektir. Tatlı olarak, ayranlı veya sebzeli, etli veya tavuklu olarak sunumları vardır. Onu daha sonra kuskus başlığı ile anlatacağım. 


Yukarıda eklediğim fotoğrafta birkaç çeşit yemek görüyorsunuz. Sol üstten başlayarak narlı kuzu eti, limonlu zeytinli et yemeği ki bu aynı zamanda Fas'ın da geleneksel bir yemeğidir, sol altta sos kabı olarak kullanılan minik bir tajin ve yanında da tajin içinde servis edilen mergezli, fıstıklı ve üzümlü kuskus var. 

fotoğraf: travelpod.com

Bu fotoğrafta tajinleri yapan bir usta görüyorsunuz. Ben de denemeyi çok isterdim açıkçası. Belki buradan gitmeden önce bu tür şeyleri deneme imkanım olur. Dönmeden önce bir süre zaman ayırıp burayı daha fazla tanımak adına ve kitabım için faydalı olacağını düşündüğümden biraz araştırma yapmak, fotoğraf çekmek ve bu tür geleneksel kültür ürünlerinin yapılışlarını görmek istiyorum. 

 fotoğraf: travelpod.com

Yol kenarlarındaki satıcılarda da böyle desenli ve renkli olanlarından kolayca bulabiliyoruz. Ben henüz kendime bir tane alamadım çünkü koyacak yerim yok. Ama ufak olanlardan sipariş verdim eğer getirebilirlerse hemen alacağım. Ufakları  her yerde bulunmuyor çünkü. Fas ve Tunus'ta çok vardı ama taşıyamayız diye almadık.


Bunlarda sırlanmış ama renklendirilmemiş olanları. Ben bunları da seviyorum daha çok güvece benziyorlar. Yine de Afrika kültürünü yansıtması açıcından Cezayir'e özgü desenleri olanları tercih etmek güzel olur. Aslında hem Fas'tan hem Tunus'tan birer tane almak isterdim ama bir daha ki sefere inşallah. Çünkü oralarda o kadar çok alacak şey var ki dönerken kamyon tutmak gerekebilir:)Toprak oldukları için ağırlıklarını da göz ardı etmemek gerekiyor. Tajinlerin yanında takım olması açısından aynı desende yine aynı malzemeden tabak, bardak ve sürahi de bulabiliyorsunuz.


Tajin ile yapılan yemeklere göz atmak isterseniz bu linklere bakabilirsiniz. Ayrıca daha pek çoğu da internette mevcut. Ben bol bol tarif biriktirmeye çalışıyorum Türkiye'ye döndüğümde yapmak üzere.

http://www.foodnetwork.com/recipes/nigella-lawson/lamb-olive-and-caramelised-onion-tagine-recipe/index.html
http://www.marthastewart.com/283963/lamb-tagine-with-prunes
http://www.oprah.com/food/Vegetable-Tagine
http://www.nytimes.com/2010/04/14/dining/14minirex.html?_r=2&ref=dining
http://www.bonappetit.com/recipes/2010/01/chicken_tagine_with_fennel_and_olives


Sırayla diğer yemeklerden de bahsedeceğim. Mutlu Kalın!

25 Mart 2012 Pazar

Sabahın küçük mutlulukları


Bu sabah yine bin bir güçlükle yataktan kalktım. Bütün enerjim yatak tarafından emilmiş, bana hiç bir şey kalmamış gibiydi adeta.  O güzelim sıcaklığı bırakıp güne katılmak için pek de hevesli değildim. Sanırım bahar yorgunluğu beni erkenden etkisi altına aldı. Buna başka bir sebep bulamadım. Sabahleyin ofise gelirken yemekhaneye uğradım ve kapıyı açmamla beni taze poğaça kokusu karşıladı. Yeni aşçımız pek hamarat. Sabahları simit bile yapıyor, sonra pide, pizza ve çok güzel çorbaları ve sulu yemekleri de var. Biz bu sıra yediklerimize dikkat ettiğimiz için hamur işlerinden çok yememeye gayret ediyoruz ama yemekler güzel olduğunda orada yiyoruz. Öyle cumbul cumbul yağlı ve salçalı değil. Önceden berbattı resmen.Bu sabah da yediğim peynirli poğaçanın her ne kadar peyniri pek harika olmasa da yeni fırından çıkmış sıcacık oluşu sabahımıza renk kattı. Sanki gidip pastaneden almış gibi hissettim kendimi. 


Bu tombik salyangoz da sabah beni ofise gelirken yolda karşıladı. Havaların güzelleşmesiyle türlü böcekler de kendini göstermeye başladı. Yakında dev çekirgeler de ortaya çıkarlar. En çok o kocaman çekirgelerden ve kanatlı hamam böceklerinden korkuyorum. Geçen sene ilk defa çıyan denen hayvan ile de tanıştık. Berbattı. Bir daha da görmek istemem açıkçası. Eve en çok onun girmesinden korkuyorum. Geçen yaz evde kedi varken girmişti, zavallı kedim bile ondan tırsmış uzaktan izliyordu. Ayakkabıyla bile zor öldürdüm kendisini, zira iyi ki yanına yanaşmadı kediciğim belki de zehirlenirdi o çirkin hayvan yüzünden.


Yakından da pek bir sevimli görünüyor. O antenlerine bayılıyorum. Her ne kadar tadı lezzetli olsa da böyle bakınca bu hayvanı yediğime inanamıyorum. Ağır ağır ilerlerken arkasında bıraktığı iz de benim pek hoşuma gidiyor. Ezilmesin diye ne zaman görsem kenara alıyorum, bu sefer de öyle yaptım ama umarım benden sonra gelenler üzerine basmamışlardır. 

Not: Bu sıra Cezayir'i tanıtmak maksatlı yazılar pek yazmadığımın farkındayım. Bu tür yazılar daha çok zaman gerektirdiğinden yazamadım ama hazırlık içerisindeyim. Birkaç güne kadar yeni tanıtım yazıları yayınlayacağım. Yemeklerden başlamayı düşünüyorum sonra da şehir fotoğrafları ve insanlar. Güzel olacağına inanıyorum umarım siz de seversiniz.

Herkese mutlu hafta sonları. 

22 Mart 2012 Perşembe

Beni bu güzel havalar mahvetti

foto: tumblr

Dün gece ve gündüz eşit diye sanki saat tutup da dakikaları kontrol ediyormuşum gibi sevindim. Oysa farkına varmıyor insan hayatın akıp gidişinin. Sevincimin nedeni daha çok, güneşli günlere yavaş yavaş yaklaşıyor oluşumuz. Böyle günlerde ofiste durmak öyle zor oluyor ki, kendimi hep dışarı atmak, çimenlere uzanıp kitap okumanın keyfine varmak ve mis kokan yemekler pişirmek istiyorum. Özellikle de kızartmalar yapmak. Neden bilmem bahar ve yaz aylarında kızartma yapmayı seviyorum tuhaf bir şekilde. Bir de karpuz çıksın karpuz peynir makarna üçlemesinin tadına varayım istiyorum. Sonra karpuzu rondoda çekip bol buzlu mis gibi karpuz suyu yapmak istiyorum sıcak günlerde içmek için:)Naneli limonata da yapma fikrim var ayrıca. Bütün bu fikirler güneşle güzel. Hep güzel olsa havalar ve ben her daim güneşli bir iklimde yaşayabilsem!

Şimdiden yaz moduna girdim bile. Elimden gelse tişörtle gezeceğim ama bünyem müsaade etmiyor ne yazık ki. Evimizin içi sıcak olduğu için bazen evde yemek yaparken tişört giyip mutlu mutlu dolaşıyorum. Yazlıkları hurçtan çıkartıp katlayıp dolabıma yerleştirmek istiyorum bir an evvel.


Bu yazıya dün başlamıştım ama bitirmeye zaman olmadı o yüzden bugün tamamlıyorum. Bu sıra içimden hep yazmak geliyor. Bir de uzun zamandır kitaplarımı okuyamıyorum. Yarım kalanlar ve başlamak istediklerim var. Bu gelişte yükümüz yine fazla olduğundan kitap alıp da getiremedim. Bir iki tane okunmamış kitabım var. Her ne kadar internetten veya bilgisayarımdaki dosyalarımdan bir şeyler okuyor olsam da o bana yetmiyor. Ben kalın kalın mis kokulu sayfalara gömülmek istiyorum. Aaa bir de fotoğraf çekmeyi çok özledim. Makinemi elime alıp  sokak sokak dolaşmak ve dilediğimce, gönlümce, sevdiğim her kareyi fotoğraflamak istiyorum. Aslında o kadar basit şeyleri bile özlüyor ki insan düşününce. İşte maksat o basit şeylerin kıymetini kavrayabilmek. Cezayir'in bana en büyük artısı bu oldu. Burada ufacık şeylerin bile kendi inisiyatifimizde olmadığına tanık oldukça orada zamanında yapmadığım pek çok şey için kendime kızıyorum. Sonuçta her şey aslında kişisel seçimlerden ibaret. Umarım oradaki yeni hayatımızda hayata daha çok katılabileceğiz. Bunun hayalini kurmak şu sıra en çok yaptığım şey. 

19 Mart 2012 Pazartesi

Bahar, cheesecake, kitap ve kauçuk baskılar üzerine biraz uzun bir yazı

Havalar birkaç gündür yine çok güzeldi, baharı yaşadık. Artık sabah kahvaltılarında ve akşam yemeklerinde hep bahçede olmak istiyorum. Bazen yine hava kararıp bulutlanıyor ama ben yakında gelecek olan baharı düşünüyorum. Yine yazmam gereken yazılarım var ve ben onlarla uğraşıp havanın karamsarlığına aldanmamaya çalışıyorum. Her yer çiçeklerle kaplı şantiyede. Beyaz ve sarı papatyalar güneşi görür görmez topraktan fışkırdılar. Ben de hep filmlerde gördüğüm ama hiç sahip olamadığım:) papatya tacından yapmasını istedim eşimden. Onun el becerisi iyidir, benden kat be kat iyi hatta. Elimden gelse tüm gün kafamda onunla dolaşabilirdim ama tacın içinde belki minik böcekler vardır diye tırstım, şimdi masamda kurutuyorum. Çiçekleri hep sevmişimdir. Evim olduğunda rengarenk çiçekler koymak istiyorum güzel vazolarla. 

Gelelim cheesecake meselesine. Normalde pek düşkün değilimdir aslında cheesecake'e. Ankara'da okurken Cafe de cafe'nin cheesecakeleri meşhurdu, oraya gittiğimde yerdim. Çok da sevdiğim bir yerdir. En son canım arkadaşım Pino beni götürüp harika bir cevizli mantı yedirmişti bana:)Cheesecake'i de epey bir zamandır yememiştim. Geçenlerde canım istedi. Tarif aramaya koyuldum. Cafe Fernando'nun tariflerini pek beğeniyorum ama çoğu zaman ya malzemem eksik geliyor ya da cesaret edemiyorum oradakileri uygulamaya. Birkaç tane daha sevdiğim yemek blogu var onlara da göz atıyorum. Öyle bir şey oldu ki bu cheesecake meselesinde, hiç bir tarif bana ve evdeki malzemelere uymadı. Ben de en sonunda delirip ortak malzemelerden bir tarif çıkarttım kendime. Artık ne olursa olsun diye düşündüm. Bazen çarçabuk yapılan yemekler çok lezzetli olur  ya hani bu tarif de aynen öyle oldu. Harika bir lezzet. Kendime inanamadım. Pek ümitsizdim açıkçası. Yemek fotoğrafı işini pek beceremediğimden fotoğrafta pek cezbedici olmamış olabilir ama lezzeti oldukça güzeldi. İlk gün bir saat bekletebildiğim için tabanı biraz dağılmıştı biraz moralim bozuldu. Ama sırrı uzun saatler buzdolabında beklemesindeymiş meğer. Ertesi gün hiç dağılma olmadı ve enfesti. Üzerine sos olarak ne yapsam bilemedim. Ben de en sevdiğim 4 meyveli reçeli kaynatıp, soğutup üzerine döktüm. 
Bu markayı çok seviyorum, enfes çeşitleri var. Şeftali marmelatı da süper. Reçelden daha koyu marmelat kadar da katı değil bence. Hem biraz ısıtınca harika bir kıvam aldı ve tahminimden daha iyi bir sos oldu. Sallamasyon bir tarif herhalde bu kadar güzel olabilirdi. Yalnız kafamdan uydurmadım içine koyacaklarımı, dikkatle inceleyip, okuyup sadece elimdeki labne peynirin de gramına göre bir ayarlama yaptım. 

Bunlar da hep sahip olmak istediğim baskılarım. Türkiye'de iken hiç almaya fırsatım olmadı bu tür baskılardan. Yabancı sitelerde bilhassa da etsy'de çok fazla çeşit var ama benim için kargo olayı sorun olduğundan alamadım bir türlü. Burada baskı yapanlara sordurdum, götüreceğim bir örnek eşliğinde deneyeceklerini söylediler. Ben de kolay ve zor birkaç örnek çıktısı alıp yolladım. Önce zor yapamayız dediler sol üstteki için sonra ben sadece bir örnek alayım o zaman dediğimde bir de baktım yapıp hepsini göndermişler. Henüz denemedim çünkü elime yeni ulaştı.Ben sonuçtan pek memnun kaldım. Sonuçta Cezayir gibi bir yerde bunu da buldum ya daha kim bilir neler bulabilirim. Aslında burada her şey var ama biz merkezi bir yerde olmadığımızdan ve arama imkanı bulamadığımızdan ulaşamıyoruz. Yoksa takip ettiğim Cezayir forumlarında neler neler görüyorum şaşar kalırsınız. Denediğim zaman sizinle paylaşacağım görselleri ile. Yalnız biraz daha kalın bir kauçuk olsaymış ve bir de tutacak yeri olsaymış daha harika olurmuş. Yine de buna da şükür:):)


Bu kitap da şimdiden en sevdiklerim arasına girdi. İlk başta algılayamadım ama bu bizim bildiğimiz uyuyan güzel hikayesiydi. Yalnız hikayeler farklı olabiliyor. Örneğin bir kırmızı başlıklı kız kitabı gördüm neredeyse 200 sayfaydı. O kadar uzun ne anlattılar çok merak ediyorum o masalda:)Şimdi bu seriyi tamamlamayı düşünüyorum. Dili bana biraz ağır geldi henüz fransızcam iyi olmadığı için ama gene de ısrarla cd'den dinleyip takip ederek okuyorum. Cd'sinin olması harika. İçindeki müzikle kendimi masalın içinde gibi hissediyorum. Bab Ezzouar'daki alışveriş merkezindeki kırtasiyede öyle güzel fransızca hikaye kitapları var ki, hepsini almak istiyor insan gidince. Hatta burada bulamayacağımı düşündüğüm pek çok şey var. Bir daha ki sefere fotoğraflayacağım sizin için. Oradaki her kitabı karıştırdım diyebilirim ve harika illustrasyonları var. Her gittiğimde bir tane alacağım sanırım. Yemek kitapları da harika. Onları anlamak da benim için daha kolay oluyor. Pek çok şey daha var, tuvaller, yağlı boyalar, el işi ve hobi kitapları, tablolar, model hamurları, kalemler ve dahası. Sanırım Cezayir'de benim gördüğüm en güzel kırtasiye orası ama eminim daha büyük ve güzel olanları da vardır. Umarım bir gün onları da keşfederim. En kısa zamanda yeniden gitmek ve kitapların arasında kaybolmak istiyorum. Ne de olsa bahar geliyor artık, hayata karışmanın vakti!

17 Mart 2012 Cumartesi

Salyangoz (Escargot) hikayesi

Salyangoz maceramız Casablanca'da başladı aslında ilk olarak. Casablanca'ya gittiğimizde orada, her yerde adım başı çerez misali sattıkları salyangozları görünce dayanamayıp yemiştik. Oradakiler sadece suda haşlanmıştı ve sosu ve baharatı pek yoktu, sadece kimyon ve karabiberliydiler sanıyorum. Kokusu berbattı ama tadı güzeldi. Orada epey şaşırmıştık kokusu bu kadar berbat olan bir şey nasıl oluyor da leziz oluyor diye. Daha sonra burada tesadüf eseri bir restoranın menüsünde karşılaştık kendisiyle.  Eşim bu tarz değişik yemekleri denemeyi çok sevdiğinden hemen bir porsiyon ısmarladı. Tadı Casablanca'da yediğimizden kat be kat güzeldi. Tereyağlı ve sarımsaklı bir sos ile servis edildiğinden olsa gerek misler gibiydi. Bir daha ki sefere oraya gittiğimizde yeniden yeriz diye düşündük. 



Daha sonra her zamanki gibi market alışverişimizi yapmaya gittiğimiz Alger merkezdeki Uno markette bir de ne görelim şeffaf bir kutuda salyangozlar. Eşimin gözleri parladı zaten hemencik. İçinde tam olarak ne olduğunu kestiremediğimiz yeşilimsi bir sos vardı. Aldık ve dün akşam ilk kez denedik. Pişirirken eve yayılan kokuyu duymalıydınız, harikaydı. Pişirmek konusunda biraz tereddütlüydüm ama  oldukça kolaydı. Suda haşlamak diye bir şey yok. Sosu içinde olduğundan biz ekstradan tereyağı ve sarımsak ilave ettik. Bir de pişireceğimiz fırın kabına çok sevdiğimi cherry domateslerden birkaç tane attık. 200 derecede 10 dk pişirdikten sonra tamamen hazırdı. 

Bu görüntü sarımsak ve maydanozları oldukça iyi gösteriyor sanırım. 


Evimizde salyangoz yemek için özel olan tasarlanmış aparatlardan olmadığı için biz çöp şiş çubukları yardımıyla içinden alıp yedik. Belki ilerde bir gün o adını henüz bilmediğim aparatlardan da alırız. Bu gidişler biz salyangoz canavarı olma yolunda emin adımlarla ilerliyoruz çünkü, ama en çok de eşim.

Eğer bulabilme imkanınız varsa evinizde yapın derim, o muhteşem kokuyu evde duyabilmek için. Ama güvendiğiniz bir restoranda da çekinmeden yiyebilirsiniz. Ben henüz hala çok büyük parçaları yiyemiyorum ama minik olanlarını rahatlıkla yiyorum. Bu da benim salyangozları sevmemden kaynaklanıyor. Büyük olduklarında daha çok salyangoz gibi göründükleri için üzülüyorum yerken. Zira küçükler midyeden çok da farklı değil görüntü açısından.

Bazen böyle değişiklikler yapmak insana iyi geliyor. Bu sıralar kafamı biraz da olsa dağıtmak için hep değişik tarifler deniyorum ve mutlu oluyorum. Mutfakta olmak bana iyi geliyor. Yeni evimdeki mutfağımı ve orada yapacağım yemekleri de hayal etmek ayrıca güzel. Umarım o günler çabucak gelir.

Herkese mutlu hafta sonları...

16 Mart 2012 Cuma

Bir cuma günü yazısı

Bugün tatil günümüz. Hava yine 20 derecenin üzerinde bugün. Dün 25 dereceyi gördük inanamadık. Güneşle açtık gözümüzü sabah yine, içimiz de açıldı. Keyifsizliğimiz hala devam ediyor tabi ama hayata devam ediyoruz işte elimizden geldiğince. Sosisli omlet yaptı yiğit sabah ve bahçede kahvaltı ettik, uzaklara dalıp anıları düşündüm yine. Sonra rutin hayatımızı kaldığımız yerden devam ettik. Kedicikler güneşi görünce koşup oynamaya başladılar. Kahvaltıdan sonra bulaşık temizlik derken böyle anlamsız uğraşlarla günü yedik yine. Akşama vardık bile. Aslında yine aklımda bir sürü şey vardı yapmak istediğim ama içimden gelmedi. Televizyonda bir müzik kanalı açtım ve tembellik yapmaya başladım son zamanlarda her zaman yaptığım gibi. Artık kıştan epey sıkıldık, bir an evvel böyle havaların tamamen dönmesini istiyoruz. Akşamları da tv köleliğinden kurtulup bahçede keyifli zamanlar geçirmek istiyorum en çok da ben. Bahçede koltuğa kurulup sayfalar dolusu kitap okumak istiyorum. Hatta yeşillenen ve kocaman olan çimenlere bir örtü serip uzanmak ve göğü izlemek istiyorum.

Yukarıdaki fotoğraf önceden evimizin olduğu Tizi-Ouozou şehrinden bir görüntü. Cezayirle ilgili bir Facebook sayfasından aldım çok beğendiğim için sizinle de paylaşmak istedim. Gerçekten böyle yeşillik her yanımız ve dağlarla çevrili etrafımız. Çok güzel bir yer aslında, doğa harikası ama yapacak bir şeylerin olmaması, kısır bir bölge olması sıkıyor insanı. Hep buralar bizden gitmemiş olsaydı ne harika olurdu diye konuşuyoruz. Yollardaki çöp yığınlarını görseniz şaşarsınız. Sanki 21.yy'ın içinde ama başka bir zamanda olduğunuzu düşünüyorsunuz. Yine de her şeye olduğu gibi buna da alışıyor insan. Bu yüzden Türkiye'ye her gelişimizde afallıyoruz ve kendimizi yeniden başlatmamız gerekiyor. Sonra yine buraya dönüyoruz ve kendimize yarattığımız ikinci hayatımızda zaman geçirmeye başlıyoruz. Türkiye'de insanlar ne kadar şanslı olduklarını, içinde yaşadıkları için bilmiyorlar. Böyle şeyler ancak elinden gidince algılayabileceğin şeyleri. Buradaki insanların yaşamları çok yavaş ilerliyor öyle ki bazen hiç akıl sır erdiremiyoruz. Ama onlar bu yaşamı öyle benimsemişler ki mutlulular. Bizi son derece sabırsız ve telaşlı buluyorlar.Düşününce aslında çok haklılar. Biz bir zamanlar Can Dündar'ın bir yazısında okuduğum gibi freni patlamış kamyon kıvamında yaşıyoruz gerçekten hayatı ve biliyor musunuz Türkiye'ye gittiğimde buradaki sakin ve yavaş hayatı özlüyorum. Orada sudan çıkmış balık gibi oluyoruz adeta.

Şimdi günü az da olsa bir tarafından yakalamanın zamanı geldi. Yarın haftanın ilk günü. Sizler nasıl pazartesi sendromu yaşıyorsanız biz de cumartesi sendromu yaşıyoruz burada. Herkese mutlu hafta sonları diliyorum. Keşke burada bizim de dinlenip bir şeyler yapabileceğimiz iki günümüz olsaydı. İnanın hafta sonlarını çok özlüyoruz. İmkanı olanlar bizim için de değerlendirsinler hafta sonlarını. 

14 Mart 2012 Çarşamba

Canım dedem huzur icinde uyu

                                                               (Dedem ve ben)

Bugün kocaman, dolu dolu bir hayatın yitip gittiği zor bir gün benim için. Dedem ( teyzemin eşi, eniştem) diye bütün kalbimle söylediğim bir tanecik, mis kokulu insanı, uzakta bilmediğimiz bir yere uğurladık bugün. Yanında olamadım, uzun zamandır görememiştim kendisini. Böylesi kısmetmiş. Hastaydı uzun bir süredir, zor zamanlar geçiriyordu. Yine de her ölüm erken ölümmüş gerçekten de, insan sevdiklerini kaybedince daha iyi anlıyor. Sevdikleri gidince anıları da gidecek gibi oluyor sanki. Ama iyi ki o güzel anılarım var.

Bir hayat bitti bugün. Hem kendim için, onu bir daha göremeyeceğim için, onunla sohbet edemeyeceğim ve ona sarılamayacağım için üzülüyorum hem de onun için, bir daha yapamayacağı şeyleri düşünüp üzülüyorum. İnsan ölenlerin ardından hep kendisi için üzülür derler bencilce; ama ben onun hayatı bırakıp gitmesine de üzülüyorum. Yine de bu üzüntüyü hafifletmek için sebepler de yaratmaya çalışıyorum kendimce. Şimdi huzurlu ve daha rahat diyorum, sevdikleri hep yanı başındaydı diyorum. Güzel bir hayatı oldu diyerek teselli buluyorum. Gurbette olmanın en zor tarafı da bu işte, gerisi boş. Bir anda öyle bir şey çıkıyor ki insanın karşısına; o adını koyamadığım şey hayal edebildiğim en korkunç canavardan bile korkunç suretli, yakıcı mı yakıcı, insanın bedenini de ruhunu da delip geçen bir acı bırakıyor geride. Dedem olmasının da dışında ailesini, sevdiklerini ve yaşadığı her anı; bir insan olarak bu hayatı bırakıp gitmesi çok üzüyor beni.

Bazen düşündüğüm zaman aklıma gelmeyen anılarım şimdi sanki bir çeşmeden fışkırırcasına hücum ediyor gözlerimin önündeki yerlerine. Mutlu oluyorum o anları düşündükçe ama ya ilerde yaşamayı hayal ettiklerim ne olacak onsuz? Hayalini kurduğum aile sofralarımızda, buluşacağımız sohbetlerimizde onun olmayacak olması çok üzüyor beni. Pek çok sevdiğim insanı kaybettim ve sanırım benim için cennet onların hepsinin olduğu, buluşup sarıldığımız bir meydan, sanki sadece uzak kilometrelerle savrulmuş ve birbirimize hasret kalmışız gibi. Şu anki halimde eskide olabilmeyi her şeyden çok arzuluyorum bugünlerde. Kaybettiğim sevdiklerimi bir araya toplayıp onlarla doyasıya vakit geçirmek ne çok isterdim. Aile büyüklerimden akrabalarıma, arkadaşlarıma, tanıdıklarıma ve hayatımda yer alan değer verdiğim tüm insanlara, hepsinin bulunduğu bir mekânda ama bu dünyada yeniden kocaman kahkahalar atmak çok istiyorum.

Sevdiğim bir kişi bana ‘’doldurulamayacak boşluklar yaratmak herkese nasip olmaz’’ diye yazmış, ne kadar güzel söylemiş. Dedem o insanlardan bir tanesi. Şimdi ne zaman tıraş losyonu kokusu duysam, ne zaman denize baksam, ne zaman balık yesem rakı içsem, ne zaman ciddi bir iş yapmaya koyulsam, ne zaman kendime çeki düzen vermem gerektiğini fark etsem, ne zaman ütü yapacak olsam, ne zaman ki sabah kahvaltılarında sosisli yumurta yesem, ne zaman kabuklu deniz canlılarını görsem, ne zaman Türk sanat müziği dinlesem vb gibi şimdi aklımda olmayan birçok şeyi ne zaman yapsam hep onu anacağım ve onla geçen güzel günlerimi hatırlayacağım. Kefken benim için her zaman çok özel bir yerdi. Şimdi o orada yatıyor. Daha bugün başladı yeni hayatının serüveni, kefken’in mis kokan toprağında. Orası daha büyük anlamlar kazandı şimdi bende, çünkü onun yakınında ve onunla dolu. Bir gün gelir de sesini, kokusunu, onunla olan anılarımı unutursam diye öyle korkuyorum ki şu anda. Şimdi tek istediğim kalbimin kocaman kollarıyla geride kalan bütün üzgün ailemi sarmalamak ve hepsiyle mutlu zamanlar geçirmek.

Canım dedem;
Sen rahat et, huzurla uyu. Senle dolu güzel anılarımızla biz seni asla unutmayacağız. Yarattığın boşluk hiç dolmayacak, biz yine sen varmışçasına anılar biriktireceğiz; sen olmasan da senin için yarattığımız uzun cümlelerimizle. Bütün ailen seni çok seviyor. Ben çok ama çok seviyorum. Çocuklarıma hep seni anlatacağım ben, sen onların da dedesi olacaksın, sana geleceğiz elimizde rengârenk çiçeklerle. Yine serin kefken akşamlarında seninle kadeh kaldıracağım, sabahları müzikle uyandırılmayı özleyeceğim ama sen varmışsın gibi erkenden ben açacağım müziği, bahçeyi sulayacağım, sevdiğin yemeklerden yapacağım herkese, orada hep seninle olacağım ve seni anacağım. Bir gün cennette yine birlikte olacak, kucaklaşacağız. O zamana da dek dinlen sen, huzurla bekle, bizi izle bulutların ardından. Seni çok seviyorum. 

12 Mart 2012 Pazartesi

Bir tanecik Anneannemin doğum günü


Benim canım anneannem, Meloşum'un bugün 87. yaş günü. Ne mutlu ona ki torunları, evlatları, akrabaları ve arkadaşlarıyla nice güzel gün yaşadı ve hala da yaşıyor. Yeni yaşında da sağlık, huzur ve mutlu günler diliyorum benim pamuk şekerime. 

Ananem bana ''benim sarı papatyam'' derdi eskiden hep. Bana yazdığı hatıra defterlerimin sayfalarında, yolladığı kartlarda hep öyle yazardı. Hala daha saklarım hepsini. Ananem'in yeri başkadır. Beni büyüten, benimle gezen dolaşan, birlikte kefken'de güzel günler geçirdiğim yegane kadın. O zamanında çok zorluklar çekmiş bir kadın aynı zamanda. Yine de hepsini geride bırakmış ve yoluna devam edebilmiş. Her zaman hüzün kaplıdır bu yüzden bakışları, ağlar eski günlerine, gençliğine. Ama çocukluğumdaki en güzel anılarımı paylaştığım biricik arkadaşımdır benim o.


Kefken'de, İzmit'te herkes onu bilir tanır, hürmet eder. Çünkü eski topraktır. Zamanında at üstünde gezermiş her yeri. Boşnak Ali Bey'in kızıyım dedi miydi akan sular dururmuş. Anneannem öyle bir kadınmış ki her şeyi bilirmiş. Küçükken ondan korkardım, biraz sertti. Sütün kaymağını sevmediğim için, ama o bardak bitmeden de sofradan kalkamayacağım için o bir anlık gidiverdiğinde hemen lavaboda alırdım soluğu. Sonradan itiraf ettim tabi:)Anneanne deyince onun o güzel yemekleri, sümbüller, yaz günlerinde onunla geçirdiğim tüm zamanlar, kokusu, nefesinin sesi, yumuşacık kolları, parfümünün kokusu, bana sarılışları öpüşleri, öğlen uykularımız, sabah kahvaltılarımız, tüm oyunlarım gelir aklıma. Anneannem hayatımın öyle büyük bir bölümünde var oldu ki, bir anıyı düşündüğümde içinde bir yerinde mutlaka o hep vardı, hala daha var. 

Şimdi eskisinden biraz yorgun ve sessiz ama içinde hala benim ananem saklı olan tontonum benim o hala. 


Canım benim, güzel anneannem;

seni öyle çok seviyorum ki. Benim için öyle kıymetlisin ki, hakkını hiç ödeyemem. Keşke seninle daha çok birlikte olabilsem, keşke eski günleri yeniden yaşayabilsem, keşke o çocukluk zamanlarımda şimdiki halimle olabilsem de seninle dünyanın tadını çıkartabilsem. Sağlıklı ve sıhhatle geçsin yeni yaşında günlerin. Hep güzel şeyler düşün, güzel hayaller kur, şükret ve kocaman mutlu ol sen. Bak bütün çocukların, ailen etrafında, yanında. Herkes seni çok seviyor bunu sakın unutma. Yazın seninle kefkende balkonda oturacağız yine, sohbet edeceğiz. Az kaldı yakında yeniden kavuşacağız benim pamuk şekerim.

İyi ki doğdun, nice mutlu ve sağlıklı senelere:)

6 Mart 2012 Salı

inspiration

Bu kelimeyi çok seviyorum. Daha pek çok kelimem var tabi ki sevdiğim, bu özel olanlardan sadece bir tanesi. Bazı kelimeleri çıkartırken ses tonumuz bile ona farklı bir anlam katıyor, böylece daha çok aklımıza yerleşiyor gibi geliyor bana. Unutulmuş kelimeleri kullanmak da geçmişi yeniden yaşamak gibi. O yüzden onları da seviyorum. Mesela 'Mesnet'kelimesi; tek bir anlamı olsa da kafamda pek çok şeyin yerini tutuyor gibi. Diğer kelimelere haksızlık yapmak istemem. Yazdıkça çoğalıyorlar ya en çok bu özelliklerini seviyorum. Duygu yüküne göre onlar da ağırlaşıyor veya bir tüy kadar hafif olabiliyorlar. Daktiloyu da bu yüzden ayrıca seviyorum. Çünkü o kelimelere daha çok dokunuyor, gözümüzün önünde onları yeniden yaratıyor sanki.

görsel: piccsy.com

Birkaç yaz mevsiminde; tanıdıklarımdan aldığım daktilo ile incecik kağıtlara, onları delercesine yazdım. Deniz sonrası ve uyku öncesi yazmak büyük bir mutluluk verirdi. O zaman kelime torbam daha doluydu sanki. Belki de yaz'ın zamanı olduğu içindi, kim bilir. Şimdi annemin teyzesinin bana verdiği, hatırası çok özel bir daktilom var. Minik, sarı ve hoş. Bir de ondan daha kocaman, ağır, mavi bir daktilom var. İkisinin de şu anda yanımda olmasını çok isterdim. Yumuşak battaniyelerimi özlediğim gibi özlüyorum onları da. Bazen bilgisayarın ruhsuz tuşları hiç tatmin edici olmuyor ne yazık ki. Yine de kullanım kolaylığına bir şey diyemem elbette. Her şey eskiden daha güzeldi, eski şeyler her daim daha güzel kalacak. Bu fikrin yaşlanmakla ilgisi olduğunu sanmıyorum. Dünyayı nasıl gördüğünle ilgili bana kalırsa. Bu zaman; sanki çalıntı gibi, kendine has değil, karmaşık ve soğuk bir şey. Getirilerini sevmemek elde değil ama kaptırmamak gerek. 

Özlediklerimin listesini yapıyorum yine, mor kalemimle. Üniversitedeyken sınavda dağıtılan kağıtlara yazmak isterdim bu listeyi, ya da sarı çizgili kağıtlara. Ama bitmek üzere olan ajandam şimdilik işimi görüyor. Sonrasında beni daha çok mutlu edecek Morning Glory'me gülümseyerek geçeceğim. Bir de yaz çabucak gelseydi o zaman eminim kelimelerim saklandıkları yerden koşarak çıkarlardı! Ahh kış, sen sadece şiirlerde güzelsin sanırım!

4 Mart 2012 Pazar

Ruha iyi gelenler

Eskiden çok şiir okur ve de yazardım. Hala şiirleri çok severim ama yanımda hiç şiir kitabım yok ve şiiri ruhu olmayan sanal sayfalardan okumayı hiç sevmiyorum. Ne kadar çok okursam o kadar da yazabiliyorum. Bu sıra pek okuyamadığım için sanki tüm kelimelerim tükenmiş gibi geliyor ama biliyorum öyle değil. Birkaç makale indirdim bilgi açlığımı bastırması açısından, bu akşam onları okuyayım bakın yarın nasıl bülbül gibi şakıyorum:)

Bugün hoşuma giden bir şiirle karşılaştım ve buraya yazmak istedim. Daha önce okumadığım bir şair olan Birhan Keskin'e ait. Sanırım Türkiye'ye gittiğimde bir kitabını edinip geleceğim.Yanında da ruhuma iyi gelmesi için birkaç şiir kitabı. Şiirlerin olmadığı bir hayat ne kadar yavan ve sıkıcı. Şiir tıpkı aşk gibi!

Bir çiçek açtığında 
Bir eski avluda 
Diyor ki; 
Çalıda sarı bir çiğdemim ben 
Ve senin çok eski cümlen.
Sen otursan, gitmemiş ki! olsan 
Ben sana bir eski Endülüs avlusu 
İstersen serin bir Portofino getirsem 
Ya da Yedigöllerin yedisini birden.
Bir çiçek açtığında 
Bir eski avluda 
Diyor ki;
Her şey çok eksik ve neredeyse yok gibiyken 
Buldum buluşturdum kendime geldim 
Tek eksik sensin! İncecik, çilli bir dille 
sen de gelsen.
Ben sana kırmızı kiremitli bir çatı 
Begonviller ve bir mavi kapı 
Ve illa amansız bir avlu getirsem.
Dünya soğur, akşam serinlerken, 
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok. 
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim, 
Ve işte en gümüş cümlem:
İçimi açtım sana. 
İçini açmak için.

1 Mart 2012 Perşembe

Yazdan kalma bir günden


Günlerdir yaz aylarını yaşıyor gibiyiz adeta. İnsanın içi büyük bir mutlulukla kaplanıyor hiç gitmeyecekmiş gibi. Yine de mart ayında olduğumuzu unutmamaya çalışıyorum ki birkaç gün sonra hayal kırıklığı yaşamayayım diye. 

Şu anda olmak istediğim yer bir deniz kenarı. Suyun tadına bakmak, ayaklarımı suya sokmak hatta mümkünse soğuktan kuruyan tenimi deniz suyu ile dinlendirip, güneşle yakmak istiyorum. Soğuk ve doğal meyvelerden yapılmış içecekler içmek, kitabımı alıp çimenlere uzanmak istiyorum. Havalar bizi fena kandırıyor. Böyle devam etmeyeceğini adım gibi biliyorum ama yarın hava 26 derece olacakmış inanılır gibi değil. Belki benim için tatil günü olduğundan en azından bahçede keyif yapabilirim diye düşünüyorum. Yine de pikniğe gitmeyi tercih ederdim. Sanki insan kışın nefes alamıyor gibi. Yazın gelmesiyle zihnim temizleniyor ve nefesim güzelleşiyor. Cezayir'de soğuğu gördük ama yıllardan sonra ilk defa, şimdiyse yazı görüyoruz. Böyle zamanlarda Afrika'da olmak güzel diyorum, normalde bunu pek hissetmesem de. 

Marakeş'i bir türlü aklımdan çıkartamıyorum bu sıralar. Elim hep o günlere ait fotoğrafların olduğu klasöre gidiyor ve mutlaka her gün bakıyorum. Öyle çok istiyorum ki yeniden gitmeyi. Belki de içimde olan asıl arzu gitmek arzusu, bana hadi İtalya'ya gidelim deseniz ona da hayır demem. 

Burada çimenler büyüdü, yeşillendi, çiçekler açmaya başladı bile. Kış meyvelerinin yerini yaz meyveleri de alıyor yavaş yavaş. Ben en çok tiril tiril giyineceğim zamanları özlüyorum. Bir deniz çocuğu olarak ve zamanında 3-4 ayını denizin içinde, yazlıkta özgürce koşturarak geçiren biri olarak, böyle denize hasret yaşamanın zorluklarını ne kadar dile getirmeye çalışsam da anlatamam istediğim gibi. Sanki ruhum benden ayrılmışcasına dolanıyorum buralarda. Ruhum hala çocuk, hala yazdan kalma ve tuzlu, saçlarım da papatya suyu kokuyor, ağzımda da ekşi bir erik tadı, ayağımda minik bir şort, parmak arası terliklerim, omzumda havlum, elimde kitabım gözlerimi denize dikip yürüyorum. 

Eyy yaz! Gel artık ve hiç gitme ne olur. En büyük hayalimi buldum, çok eminim artık. Daima yazı yaşayan bir yerde ömrümü geçirmek istiyorum huzurla, sağlıkla ve bolca gülümsemeyle!Zaten kimin hayali değil ki bu öyle değil mi?