Casablanca; dillere destan bir aşk filminin şehri.
Sanki kahramanlarının hala orada olduğunu hissettiğim,‘Tekrar çal Sam’ demekten
kendimi alamadığım o büyülü ortamın yegane sahipleri. Tarihe; aşk eşliğinde
yolculuk yapılabileceğinin en büyük kanıtı!
Yazacak o kadar çok şey var ki. Söze Rick's Cafe'den başlamak istiyorum. Casablanca filmini seyretmeden evvel teyzemden çok duyardım. Sonra izleme şansı buldum ve sevdim. Onun hayali olan bir gün Rick'in yerine gidip içkisini yudumlarken ''Tekrar Çal Sam'' demek istemesi, bir de baktım benim de hayalim oluvermiş. Casablanca'yı en çok bu yüzden görmek istiyordum. Biraz zorlu da olsa yeri bulduktan sonra kapıdan adımımı attığımda hissettiğim heyecanı tarif edemem. Ortam harikaydı. Piyanonun başında olmak, hayal etmek, müziği duymak ve tekrar tekrar oynatılan karelerle her anı yeniden yaşıyor olmak çok büyüleyiciydi.
İçkimi yudumlarken teyzem için kadehimi kaldırıp; '...tekrar çal Sam' dedim ve ardından telefona sarılıp onu aradım. Bir yandan onunla konuştum bir yandan ağladım. Hatıralarımda Casablanca bu yönüyle hep oraya dair en güzel anım olarak kalacak.
Otelimize yerleşirken ve oteli bulmaya çabalarken geçtiğimiz yolları da fotoğraflamıştık fakat henüz elime ulaşmadılar. Bu iki fotoğrafı sizin için internetten buldum. Saat kulesi çok hoşumuza gitmişti, kocaman ve etkileyiciydi. İkinci etkileyici şey de Kuzey Afrika'nın en büyük camisi olma ünvanını alan Hassan II camisiydi. Böyle büyük bir yapı karşısında heyecanlanmamak elde değil ki! Onu ayrı bir blog yazısında anlatacağım zira buraya sığdıramayacağım.
Casablanca şehrinin merkez kısmını pek sevmedim diyebilirim. Çünkü oldukça pisti, sokaklar amonyak kokuyordu. Turistik bir şehir olmasına ve etrafta onlarca turist olmasına rağmen neden böyle olduğunu çözemedik. Sevmedim desem de orada olmanın verdiği his bir başka. Yollar, sokaklar, insanlar, evler, dükkanlar, kısacası her şey kendine has. Zaten o dokuya hayran olmamak mümkün değil. Kemerli kapılar, desenli mozaikler, fenerler, insanların geleneksel kostümleri ve ayakkabıları, evlerin renkleri insanın içine işliyor adeta. Hayat orada başka bir surete bürünmüş; çekici ama daha çekingen.
Kilimleri her zaman çok sevmişimdir, Casablanca'daki kilimler de hemen ilgimi çekti. Zaten göz ardı etmek imkansız. Her sokak köşesinde sizi desenleriyle mest ediyorlar. O deri puflar, vazolar, seramik tabaklar, çantalar; her şey mi güzel olur dedirtiyor insana. Bilmiyorum, bana mı güzel geliyor her biri acaba diye düşünmeden de edemiyorum. Çünkü ben bu coğrafyanın tüm renklerine ve dokularına hayranım.
Bu dükkanın içinde ne güzellikler olduğunu tarif edemem size. Kolyeler, taşlar, deriler, kapılar, halılar, lambalar ve daha neler neler. Oradan çıkmamız epey zaman aldı. Bana kalsa her birini teker teker inceleyebilirdim fakat zaman kısıtlı olunca bir parçanızı orada bırakıp dönmeniz gerekiyor. Casablanca da iki gün geçirdik ama yetmedi. Cezayir'de genelde bayramları değerlendirdik iznimiz olduğu için ama dört günden fazla olmadığı için iki gün Casablanca iki gün Marakeş gezisi yaptık. Arabayla Marakeş'e gitmek de ayrıca güzeldi. Gidecek olanlar böyle bir yol tercih ederlerse pişman olmazlar. Yol çok güzel, mola yerleri ve benzinlikler var, ayrıca molalarla üç saat sürüyor. Toprağın rengini ve kerpiçten evleri görmek için bile değer.
Şimdi bile alamadığım her şeyde aklım kalmış bir şekilde fotoğraflara göz atıyorum. Oradayken her şeyi almak istiyor insan. Türkiye'deki evimiz hazır olsaydı herhalde bir iki bavul doldurup öyle dönerdim geriye. Ama burada da koyacak yer sıkıntımız olduğu için fazla bir şey alamadık ne yazık ki.
Yağlı boya ve kara kalem tablolar satan çok yer vardı. Özellikle geleneksel kadın figürlerini çok beğendim ben. Kendim de bir tane yapmayı kafama koydum.
Bu fotoğraf da netten. (Benim olmayan fotoğrafları özellikle belirtiyorum ki hırsızlık yapmış olmayayım.) Çarıkları gündelik olarak kullanıyorlar. Çok ince oldukları için ben pek rahat edemedim ama hatıra amaçlı alınabilir. Sokaklar çok düz değil malum, taşlar çöpler falan var. Hem alışık olmadığımız için hem de ayağıma bir şey batar korkusuyla giymeyi tercih etmedim. Yine de oraya gidince geleneksel kostümlere bürünmek gerektiğini düşünüyorum. Zira öyle keyfinin çıkacağı su götürmez bir gerçek!
İşte Casablanca’nın olmazsa olmazı leziz
yiyeceklerden görüntüler. Suda haşlanmış salyangoz içlerinde en
meşhur olanı daha sonra mergez, kalamar, ciğer ve
çeşitli ızgaralar kokusu ve dumanıyla ziyarete gelenlerin iştahını kabartıyor.
Sözün özü; Casablanca dokusuyla,
insanlarıyla, mimarisiyle, sokakları ve renkli çarşıları ile görülmeye değer
bir yer. Turist açısından da zengin ve küçük bir yer olduğu için gezmesi
oldukça kolay. Detaylar insana başka diyarlarda olduğunu hatırlatıyor. Keyfini
çıkartın, değişik lezzetler deneyin ve hatıra eşyaları almayı ihmal etmeyin!
uzun yazılar sonuna kadar okunmuyor diyolar ya bi de... te allaaaam :D
YanıtlaSilBen Casablanca'yı çok merak ediyorum ve bir gün görmek istiyorum. Bunu dile getirince burun kıvırıp , "bir şey yok orada" diyorlar ya... Çıldırıyorum:) En sinir olduğum tavır. Sana göre yoktur bana göre belki vardır. Değil mi ama? Paylaşım için teşekkürler Sevgili Tuğba.
YanıtlaSilSaçaklı;
YanıtlaSilayy çok mutlu oldum sözlerine:) Okunuyor dimi yaa ben yazarken korkuyorum ama öyle hep ayrı ayrı partlar halinde yazmak da hoşuma gitmiyor ne yapayım:)
Sezer;
YanıtlaSilben de aynen senin gibi düşünüyorum. Orada bir şey yok dediklerinde sinir oluyorum illa ki kendime hitap edecek bir şey bulurum çünkü ben. Mesela ben de marakeş kadar beğenmedim casablanca'yı ama benim için özel bir durumu olduğu için sevdim. Kimseye de gitmeyin diyemem ki gidip kendileri görüp karar vermeli insanlar değil mi ama:) ki bence yazdığım gibi her yerin kendine has özel bir takım beğenilecek şeyleri vardır mühim olan onu bulabilmek!Sevgiler:)
bi solukta ;) tamam, hadi... abartmayım... ama en fazla iki ya da üç ;)
YanıtlaSil