Hazır vakit bulmuşken yazmak en güzeli diye düşünerek yarına kadar beklemekten vazgeçtim. Hem heyecanla bekleyenleri merak ettirmek de iyi bir şey değil. Ben de hazır Paris'in büyüsüne yeniden kapılmışken yazmaya devam etmeliyim dedim. Bir süre daha bu masaldan çıkmamak iyi gelecektir.
Huzurlu sokaklardan geçtikten ve her seferinde iç geçirdikten sonra pazar meydanına vardık. Epeyce geniş bir alan. Yalnız bölge itibari ile sanırım tekin bir yer izlenimi vermiyor insana. Biraz tedirgin olmadık değil. Yine de Paris'te olduğumuzu kendimize hatırlatıp ilerledik. Zaten tezgahtaki güzellikleri gördükten sonra da tedirginlik uçtu gitti.
Çok fazla çeşit vardı pazarda. Türkiye'dekilere de benziyor aslında bakarsanız, öyle çok değişik değil. Beyler zaten pek tatmin olmadılar öyle normal bir bit pazarı olarak algıladılar. Ama bence kesinlikle özel bir pazardı çünkü o kadar çok baykuşlu obje vardı ki inanamadım. Neye elimi atsam altından baykuş çıkıyordu. Bu benim için bulunmaz nimetti elbette. Hem eski fransızca kitaplar da başımı döndürdü, sonra eski Paris fotoğrafları da harikaydı ve daha neler neler.
Bu pazar Türkiye'de kuruluyor olsa eminim torbalarla eve dönüyor olurdum. Buradan sonra başka bir durağımız daha olduğundan her şeyde aklım kaldı ama fazla bir şey alamadım. Bir de tabi Cezayir'e geri döneceğimiz için almadık. O aşağıda göreceğiniz dayanamayıp aldığım Jules Verne kitabının bana nasıl eziyet çektirdiğini anlatmak istemiyorum, gıkımı da çıkartmadım o ayrı:)3 euro'ya bulunca kim olsa atlardı herhalde o kitaba.
Her bir kasayı karıştıramasam da çoğuna elimi sokmuşumdur aaa burada ne var falan diye. Zaten benim tepkilerime epey şaşırdılar. Cezayir'den sonra öyle bir pazarda kendimi bulmak büyük bir şaşkınlık yaşamama neden oldu tabi. Neden Cezayir'de bu tip pazarlar yok ki! Belki de var ama biz bilmiyoruz. Ayrıca olsa da gitmeye cesaret edemezdik sanırım, çünkü burası Paris değil!
Bakar mısınız! Öyle saçma sapidik çöp gibi görünen kutuların içinden bile baykuşlar çıkıveriyor. Her birini almaya kalksaydım herhalde ya ağırlıktan yolda kalırdım ya da otele parasız dönerdim.
Bu fotoğraf makinesinin bulunduğu tezgah harikaydı. Fotoğraf makinesine 90 euro gibi bir fiyat vermişlerdi sanıyorum. Heyecandan çekmeyi ihmal ettiğim gümüş pasta servis kaşıklarını ise hala unutamıyorum. Onlarda epey yüksek bir rakam söyledi tezgahın sahibi ama şu anda hatırlayamadım. Zaten bu tezgahla ilgili hoş olmayan anılarımız da var. Sahibinin Türkçe konuştuğunu duyunca sevinçle ellerimizde fiyatını soracağımız objelerle;
-'aa burada bir Türkle karşılaşmak ne kadar hoş' dediğimizi hatırlıyorum.
Sonra adamın yüzü karardı, gözleri açıldı ve kalın, boğuk bir ses tonuyla
-Kürdüm ben! Türk değilim, Kürdüm!!! diye haykırdı. Neye uğradığımızı anlayamadan zaten elimizdekileri aldı ve kin dolu bakışlarıyla da bizi tezgahından uzaklaştırdı. Biz de elbetteki bu durum karşısında üzülüp sinirlendiğimizle kaldık.
Her bir objenin kim bilir ne hikayesi vardır diye düşünmeden edemiyorum fotoğraflara baktığımda. Kimin evinden, kimin anılarından kopup geldiler buralara acaba. En çok pazar yerlerinde hüzünleniyorum diyorum ya hep, aynı zamanda en çok da pazar yerlerinde mutlu olduğumu hissediyorum. Her birine dokunmak istiyorum. Bütün pazarı bana verseler herhalde yine ardımda kalmış olabilecekler için üzülürdüm.
Çok pahalı bir pazar değildi genel itibari ile. Büyük ve değerli olan parçalarda tabi fiyat yükselebiliyor ama gönül rahatlığıyla pek çok hatıra parça götürebilir insan yanında. Mesela Ankara'daki Antika pazarında olduğu gibi büyük değerli parçalar burada yoktu mesela gramafonlar gibi. O yüzden de fiyatlar uygundu.
Pazarın bir kısmı da sebze meyveye ayrılmıştı. Her şey son derece taze ve renkliydi. Cezayir'de görmediğimiz kadar çok çeşit de vardı ama sadece yolda denemek için biraz gözümüze tuhaf meyvelerden aldık. Bir sonraki yazımda Versailles sarayının girişinde sıra beklerken o tuhaf meyveden yerken fotoğrafımı göreceksiniz.
Bu ince uzun fasulyeleri sevemedim gitti. Buharda pişirmesi ve salatası güzel oluyor ama zeytinyağlı ya da etki yemekte tadı çok yavan geliyor bana. Sadece görmeniz için çektim.
En çok aklımda kalan sebze taze brokoliler oldu bir de burada bulamadığımız vişneler, kerevizler. Hangi birinden alıp getirebilirdim ki. Getirene kadar da bozulurdu herhalde. En güzeli Paris'te uzun bir müddet kalmak ve bir ev kiralamak. O zaman istediğiniz sebzeyi alıp pişirebilirsiniz.
Bunlar da pazardan alabildiklerim. Kitabı gerçekten çok sevdim. Bu kadar uygun bir fiyatı olacağını düşünmediğimden önce bakmaya pek yeltenmedim ama sonra fiyatı elli kere sorduktan sonra direk ücreti uzatıp oradan uzaklaştım.
Bunlar da baykuşlarım. Beyaz baykuş kağıt ağırlığı olarak rahatça kullanılabilir çünkü taş olduğu için epey ağır. Bu da çok sevimli bir kupa, daha çok içine kaktüs veya sukulent ekmek için ideal. Sanıyorum bunları da 5-8 euro arası bir fiyata almıştım.
Dönüş yolunda yine vitrinlerden kendimizi alamadık. Bu çalışma masasını pek beğendim. Tam da benim sevdiğim gibiydi. Güzel bir mağazaydı, içinde daha bir çok güzel dekoratif eşya vardı. Yakından göremeyenler için çalışma masasının 1890 euro.
Bir de elbette şu kuzine fırınlar aklımı başımdan aldı görür görmez. Zaten home tv izledim izleyelim olmadık hayaller peşinde koşuyorum. Bu kuzine fırın sevdası da oradan çıktı, bir de pinterestteki inanılmaz mutfaklar. Artık bu ve buna benzer pek çok model Türkiye'de de var tabi ama fiyata bakıldığında bu kadar paraya deyip değmeyeceğini düşünüyor insan. Belki de sihirlidir, ne istiyorsan onu pişiriyordur. Zira ben onca parayı bayıldıktan sonra benden habersiz yemek pişirip sunmasını bile isteyebilirim. Fiyatları model ve renk değişikliklerine göre farklılık gösteriyor. Bu model 4350 eurocuk :)
Geldik pazar maceramızın sonuna. Pazardan ayrıldıktan sonra trene binmek için gar'a gittik. Bu metro değil bildiğimiz banliyö. Biraz eski görünümlüydü ama eğlenceliydi. Marais'den Versailles sarayına gitmek trenle 40- 45 dakika sürdü hatırladığım kadarıyla.
Bir sonraki Paris yazısında Versailles Sarayının muhteşemliğinde görüşmek dileğiyle..
Mutlu hafta sonları..