Bu yağmurlu ve soğuk günde Paris fotoğraflarına yeniden göz atmak içimi ısıttı diyebilirim. Her ne kadar gezimiz kış mevsiminde de olmuş olsa, kentin güzelliğiyle büyülenip üşümemiştik.
Sabahlarımız genelde otelimizin bulunduğu Montparnasse'da farklı pastanelerden alınan sandöviçler ile başladı. Marais gezisini yapacağımız zamanki pazar günümüz gibi aynı. Özellikle bu kısmı pazar gününe denk getirdik çünkü Marais'de pazarları kurulan bit pazarını ziyaret etmeyi daha gitmeden kafamıza koymuştuk.
Marais'ye vardığımızda önce banklarda oturup sandviçlerimizi yedik, tabi büyük bir tesadüf eseri tam da arkamıza düşen Starbucks'tan kahvelerimizi aldıktan sonra.
Yeni yıl için hazırlanan ağaçların arasında kahvelerimiz elimizde sohbet ederken, ne kadar doğru bir yere geldiğimizi hissetmiştik bile.
Paris'e sırf kafelerde keyifle oturan, kahvelerini yudumlayan, etrafı izleyen, huzurlu insanları görmek için bile gidilebilir kanaatindeyim. O minicik kafelerin insanda bıraktığı his çok acayip.
Yine her zamanki gibi rotamızı belirleyip pazara varana kadar sokak sokak yürüdük.
Sokak sonlarında böyle güzel manzaralarla karşılaşmak Paris gibi bir yerde çok normalmiş onu anladık. Zaten hiç bir sokağa sadece sokak gözüyle bakamaz oluyor insan orada. Çünkü sonu bir yere varmaya sokaklar dahi farklı ve özel hissettiriyor insana.
Pazar olduğu için sokaklar her zamankinden daha tenhaydı elbette. Açık olan mağazaların yanı sıra kapalı olanlar daha fazlaydı. Yine de kapısı kapalı dükkanların vitrinlerinden bile etkilendik.
Bu tur otobüslerinin açık olan üst kısmında seyahat etmeyi her zaman çok istemişimdir fakat yine zamanımız olmadığından pas geçtik. Zira yürüyerek insan şehrin özüne inebiliyor. Örneğin duvarlara dokunup, kapalı pencerelerden içeri göz süzebiliyor.
Bu minik arabaya bayılmıştık. O yüzden göstermeden edemedim. Paris sokaklarında bu şirin şey ile gezintiye çıkmayı çok arzu ederdim.
Binalar hep güzel, huzurlu ve temiz görünüyor. Sadece Marais'de değil elbette, hemen hemen gittiğimiz her yerde. O panjurlar da nostaljik bir hava katıyor adeta binalara.
Sokakları yürümeye devam ettik bir süre. Sonra fotoğraflarını çekmeyi ihmal ettiğimiz, meydanların birinde uzunca bir pazara denk geldik. Burayı önce varmayı planladığımız pazar sanıp biraz hayal kırıklığı yaşadık. Ama sonra asıl pazarın daha ilerde olduğunu öğrenip mutlu olduk. Çünkü bu ilk karşılaştığımız büyük pazar normal semt pazarları gibiydi, hem kıyafet ve sebze meyve satıyordu.
Meydandaki heykele kadar ilerledik. Heykel tabi ki diğerleri gibi heybetli ve göz alıcıydı. Hele o melek, göğe uzanmanıza bir adım kaldığını hissettiriyor adeta. Burası Bastille meydanı ve heykeli. Tarihte Bastille hapishanesinin zindanları ile anılıyor daha çok ama şimdi onlardan eser yok.
Heykelden sonra yürümeye devam ettik ve sokakların güzelliğinin yanında artık minik mağazaların görkemine kapılmıştık.
Yol boyunca ilerlerken pek çok müzeye de denk geldik ama her birine girmek için vaktimiz yoktu. Kısıtlı zamanda keşfe çıktığımızdan öyle her durakta duramadık. Oysa Paris'in her köşesi ayrı bir cennet ayrı bir macera. Bu yüzden Paris'e defalarca dahi gitseniz mutlaka görmediğiniz muhteşem yerleri olacaktır.
Bu güzel kapılı yeri de görmek için can attık elbette ama hem biraz kalabalıktı hem de rotamızdan sapmayalım dedik. Bunlar aslında hep bir daha gelmek için bahaneydi :)
Beni sokakların ve binaların dışında en çok etkileyen yer burası oldu Marais'de. Place Des Vosges diyorlar buraya. Üst fotoğraftaki park ünlü bir park. Kraliyet parkı olarak da anılıyormuş. Kalabalık artmaya başladı bu kısımlarda ve sanırım bir tek telaşla hareket eden bizlerdik. Herkesin üzerinde bir huzur vardı adeta ağır ağır keyfine vara vara dolaşıyorlardı sokaklarda. Bir daha gittiğimde kesinlikle daha keyifli geziler yapacağıma eminim. Nedense ilk gidişler hep böyle bol koşturmacalı oluyor.
Bu han görünümlü kemerli yapının içinde bir çok mağaza vardı. Sanat galerileri, bijuteriler, butikler v.s Kalabalığın izlediği tarafta ise bir adam yalnız başına opera söylüyordu. Benim epey ilgimi çekti, bir süre dinledim. Binanın akustiği de çok etkileyiciydi bana kalırsa, epey uzaklaşmış olmamıza rağmen de şarkıyı hala duyabiliyorduk. O anda zamanda yolculuk yapıyor gibi hissetmiştim kendimi hatırlıyorum.
Bu resimde o kemerli yapıyı ve önündeki Kraliyet Parkını görebilirsiniz. Biz de oradayken bu derece görkemli bir yer olduğunu anlayamamıştık. Uzaktan bakıldığında daha cezbedici oluyor herhalde. Ama yeniden gitsem parkta daha fazla vakit geçirirdim.
Bu da binanın içindeki bir sanat galerisinde sergilenen camdan balon balıkları. Çok güzel parçalar vardı hoşumuza giden ama ben bu balıkları ayrıca sevdim.
Beni en çok etkileyen duraklardan biri de yol üzerindeki bu minik deniz ürünleri restoranıydı. Sanırım içeride de birkaç minik masa vardı ama buranın maksatı yol üzerinde minik atıştırmalar halinde beyaz şarap veya şampanya eşliğinde ve istiridye yiyebilmek anladığımız kadarıyla. O sırada kalabalığın arasından yürürken yakından görme imkanı buldum.
Ufak bir tezgahın etrafında bir yerlere gitmekte olan insanların uğrak yeri olmuş bir yerdi burası. Genelde şampanya ve beyaz şarap içiyorlardı kadehlerde ve daha çok istiridye yiyorlardı. Ben istiridye sevmediğim için çok da bayılmadım ama fikir harika geldi. Bu insanlar gerçekten keyif insanıymış onu daha çok idrak ettik. Çoğunlukla da aklımızdan geçen şeyse bizim de yaşadığımız hayat mı cümlesi olduğunu itiraf ediyorum. Tabi bu reklamlar kısmı da olabilir elbette. Yine de Paris'te nereye gidersek gidelim bir sükunet hissettiğimiz doğru.
Binaların kimisinde böyle çizimler, grafitiler gördük. Ama sonradan bloglardan okuduğum kadarıyla sadece grafitileri ile ünlü bölgeler de varmış. Oraları da görmek isterim doğrusu.
Bisiklet zaten hayatlarının büyük bir kısmında yer alıyor Paris'te yaşayanların. Sırf bu yüzden bile sevilebilir bu şehir. Hemen hemen her yerde, her bölgede, çocuk, öğrenci, iş adamı veya iş kadınlarını hatta yaşlıları bile bisikletleri ile seyahat ederken gördük, mutlu olduk onların adına. Keşke biz de böyle bir imkana sahip olabilsek demeden geçemeyeceğim. Tabi bu sadece bisikleti al sokağa çık durumu değil bizim mantalitemiz henüz bunu kaldıracak durumda değil ne yazık ki. Bu bir hayat tarzı. Yoksa Türkiye'de de bisiklete binebiliyoruz elbette.(Söylediğime kendim bile inanamadım bir an aslında)
Marais'i tercih etmemizin diğer bir nedeni de meşhur Falafelcileri idi. Benim web de bulabildiğim en bilinen yer de yukarıdaki yerdi. Ne yazık ki biz aramamıza rağmen bulamadık. Marais'den sonra da gideceğimiz yerler olduğundan çok fazla arayamadık. Ben daha önce falafel yediğim için de çok delicesine merak etmedim ama denemek isterdim. Gidecek olanlar bence arayıp bulsunlar ve daha önce yeseler de yemeseler de denemeden Marais'den dönmesinler.
Yazıyı fazla uzun tutmamak adına bit pazarını ikinci kısımda yazmaya karar verdim. Yarın pazar olduğu için de bir pazar yazısına Paris'deki bir semt pazarını yazmak hoş olur diye düşünüyorum.
Gerçekten harika bir pazar yeriydi. Bence okumak ve fotoğrafları görmek için heyecanlanmalısınız!
Yarın: Marais; Bit pazarı yazısında görüşmek dileğiyle!
Pazar'a ulaşmayı beklerken kesiverdin, oldu mu şimdi? :))) Şaka şaka! Farklı ülkelerde günlük yaşamdan fotoğraflara bayılıyorum. Keyifle takip ettim yani. Şimdi pazarı bekliyorum:)
YanıtlaSilAy bu kaktüslü fon çok güzel olmuş!
YanıtlaSilFalafelciyi çok merak ettim, keşke buralarda da bulması kolay olsa, Ankara'da sadece bir yer biliyorum. Bir başka yer de eve servis yapıyor ama çok güzel değildi.
Gezermiş gibi okudum, şimdi gidip bit pazarını da okuyacağım :)
Sezer;
YanıtlaSilSen böyle olmadı kesmek yazıyı dediğinde yazmaya başlamıştım bile:)Demek yerinde bir karar vermişim:)Bekletmemem iyi olmuş. Keyifle okumana sevindim. Pazar yazısını da seversin umarım. Öptüm çok
fermina daza;
YanıtlaSilKaktüslü arka fonu ben de çooook beğendim. Ara ara değiştiriyorum içim açılıyor benim de. Bloga gelenler de ne oluyor yahu ikidebir diyecekler:)Falafelciyi ben de halen merak ediyorum aslına bakarsan. Belki bir gün yeniden gitmek kısmet olur da yerim:)Okurken gezintiye çıkmak iyi oluyor ben de seviyorum:)Sevgiler