Günler kâh kocaman karanlık bulutlarla yoğun ve baskın, kâh kristal gibi parlak, göz alıcı ve mini mini çizgi film bulutlarla geçiyor. Geçiyor ve gidiyor tüm telaşıyla bir şekilde. İçindeyken ibadet ediyormuşçasına bağlılıkla sarılmak istesem de ona, içimdeki tüm hoyratlığımla uzaklaştırıyorum kendimden gelenlerin hepsini, bir önceki günde olduğu gibi. Pek bir kızgınım, ama neye bilmem? Belki de herşeye! Belki sadece daha sık yazamadığım için kendimedir kızgınlığım. Yahut insanlığa da toptan! Herşey olabilir, her biri olabilir etrafımda yuvarlanıp duran nedenlerin. Güneşe de bazen çok kızıyorum ama ne çare, gitmeyip de dursa yerinde şöyle ellerini bağlamış oturan minik bir kız çocuğu gibi.
Öğlen yemeklerini hızlıca yediğim için de kızıyorum kendime. Ağzımda uzunca çevirmeyi bir türlü öğrenemedim, yutup duruyorum. Öğlenleri eve gitme telaşımı seviyorum ama. Çünkü hem beni evde bekleyen yumoş bir kızım olduğu için hem de yol üzerinde burnuma değen ekmek kokusu için. Biraz yanıyor sanırım her seferinde, ama en güzeli de öylesi değil mi zaten? Kızarmış ekmek kokusu kadar çok sevdiğim ne var sıralamalıyım, not edeyim bunu bir yere. Ekmek kokusunu duyunca bahçede oturuyorum biraz, hayal kuruyorum. O an ne aklımdaki işin sıkıntısı ne evin dağınıklığı umurumda olmuyor.
Bir de yanan kağıtları seviyorum. Yanık kağıt kokusu içimi hoş ediyor. Yine de üzülüyorum yanmalarına. Ne çok kağıt ziyanlığı yapılıyor. İnsanlar konuşarak anlatabilecekleri her bir detayı kocaman kağıtlara on gram mürekkeple yazıyorlar. Prosedürmüş, bana kalırsa ziyanlık. Hala Seka kağıt fabrikasından eve gönderilen kağıt balyalarını özenle saklayan biri olarak ben kesinlikle kağıtların ziyan edilmesini sevmiyorum. Bunun için de kızıyorum mesela. Ama tüm bu hislerim, yanarken bıraktıkları kokuyla kendimden geçmeme engel olmuyor.
Kedileri kendime çeken bir şey var bende sanırım. Hiç olmayacak bir anda ve şekilde çıkıyorlar karşıma. Seviyorlar beni hissedebiliyorum. Çünkü bende onları seviyorum karşılık beklemeden. Bir minik ses duysam aranıyorum nereden geliyor diye. Sonra sevgiyle tutuyorum kollamaya çalışıyorum. Belki de yalnızlıktan bilmiyorum ama bu denli sevdiğim için de korkuyorum, bunun için de kızıyorum kendime. Bir kimseye veya şeye böyle bağlanmak iyi değil gibi geliyor!
Bu fotoğrafı paylaşırken altına iliştirdiğim 'bu pofuduğu bırakıp işe gitmek hiç istemiyorum' yazısı o kadar gerçek ki. Çünkü o anki sıcaklığı beni iyileştiriyor, çünkü orada huzurlu biliyorum.
Memleketimdeki odamın her yerine yayılan dağınıklığı, rahatlığı özlüyorum. Kitaplarımın kokusunu, dokusunu özlüyorum. Unuttuğum kitaplarımı unuttuğumu bilmek onlara ihanet gibi geliyor. Neden bu kadar kıymet veriyorum bilmiyorum. Defalarca okuduklarımı bile yeniden defalarca daha okumak istiyorum. Yaşlandıkça sanırım maddeci biri oluyorum, objeler, araçlar kıymetleniyor nedense. Belki de bu bir çeşit ait olma, tutunma çabası. Artık neyse ne...
Geleyim artık meydan okuma hallerine;
22. gün: Seni ağlatan bir kitap yaz bakalım dediklerinde onlara şöyle diyeceğim;
'Beni pek çok kitap ağlatabilir. Öyle ki sadece bir kapak, sadece bir söz veya kelime dizisinde ağlayabilirim. Ağlama potansiyeli hep var olan ve yüksek bir kadınım. Bu yüzden çok kitap sayabilirim bu seçenek için. Ama üstteki fotoğrafta görebileceğiniz Neval El Saddavi'nin 1984 yılında yayınlanan Sıfır Noktasındaki Kadın kitabı beni ağlattığında yaralamıştı da hatırlıyorum. Bir de Uçurtma Avcısında epey ağlamıştım. '
23. gün: Ne zamandır okumak isteyip de bir türlü okuyamadığım kitap kendimi bilmiyormuş gibi ingilizcesini aldığım ama haliyle çok bir şey anlayamadığım Chauser'ın Canterbury Hikayeleri. Birkaç tane daha var ama en çok aklımda yer eden budur!
24. gün: "Keşke daha çok insan okusa" dediğin bir kitap?
Keşke daha çok insan okusa, aslında ana fikri bu tüm söylemek istediklerimin. Okumanın bir ayırımı olmamalı, her eser kendine has kimliğiyle hayatımızda yerini alıyor. Keşke herkes herşeyi okusa, bir sözlük, bir gazete kağıdı, bir müsvettede yazılmış aykırı bir hikaye, bir günlük, bir anı veya şiir. Keşke daha çok okusak. Telefon rehberi bile okuyabilir insan ahh ben epey okurdum zamanında. Ama illa bir kitap ismi vermem gerekiyor biliyorum. Fazla laf kalabalığı yapmayayım da yazayım. Nedenleri ile birlikte dört kitap önermek istiyorum yürekten okunmalı dediğim:
1-İlahi Komedya, Dante Alighieri (Dünya ve değeri üzerine düşünmeyi, varlığımın anlamını sorgulamamı sağladı)
2-Leo Busaglia, Yaşamak, sevmek, öğrenmek (Bu kitap yaşamı ve diğer her şeyi sevebilmeyi öğretti)
3-Jostein Gaarder Sofi'nin Dünyası (Bu kitap başka dünyalara ve hikayelere inanmaya devam etmeyi öğretti. Ayrıca felsefeyi hayatımın içine dahil etmem ve daima, durmaksızın okumam gerektiğini idrak etmemi sağladı.
4-Samed Behrengi, Küçük Kara Balık (Bu kitapsa inandıklarım uğruna çabalamayı, umut etmeyi ve yolda olmayı sevmeyi öğretti.)
Harika bir yazı bayıldım!
YanıtlaSilUçurtma Avcısı'nda bende çok ağlamıştım,
Ayrıca, mutlaka herkesin okuması gereken kitaplar listene de imzamı atmak istedim,
Sevgilerimle,
:) Çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. Ben çoğu kitapta ağlarım aslında ama uçurtma avcısında ayrıca bi ağlamıştım. Okunmasını arzu ettiğim listemi de sevmene memnun oldum, aynı şeyler düşündüğüm insanların olması harika bir duygu.
SilBenden de sevgiler ve selamlar
ne güzel şeysin sen tuğba,
YanıtlaSilsu gibi okudum yazını,sevdim gözlerimle kedini,
en son o küçük kara balığı okudum ben,aslında yeğenime almıştım:)
çok sevgiler
Canımm;
Sil:) Teşekkür ederim o senin güzelliğin, güzel görüşün ve güzel kalbin. Küçük kara balığı ben de bir arkadaşıma almıştım o zaman ilk okudum seneler evveldi. Güzel motive edici biraz da hüzünlü bir hikaye ama gerçek.
Kocaman sevgiler
kendine kızdıkların için ben de sana kızabilir miyim :)
YanıtlaSilKızabilirsin tabi, bu hakkın var:):)
Sil