Tuaregler ile ilgili ilk bilgiyi
aslında televizyon sayesinde edinmiştim. Üniversite yıllarında Antropoloji eğitimimim sırasında ise onların hakkında daha fazla şey öğrendim. Bilgiler eskiyor. Şimdilerde çoğu şey hafızamda gitmiş gibi, ama hala ısrarla oralarda bir yerlerde olduklarına inanmaya çalışıyorum.
Şöyle ki Cezayir’e gelme durumumun hiç olmadığı o yıllarda yine
bir tesadüf eseri Ankara'nın Ayrancı semtinde kurulan antika pazarından Tuareglerin
çay seremonisini anlatan bir fotoğraf almıştım. Şimdi ne zaman o anı
hatırlasam; o fotoğraf hayatın bana gönderdiği işaretmiş meğer diyorum.
Tuaregler gerçekten kültürel
özellikleri ve yaşayış biçimleri açısından özel bir grup. Bu toprakların asıl sahipleri. Sahra çölündeki
varlıkları bulduğum bilgilere göre 5.yüzyıla kadar uzanıyor. Ağırlıklı olarak
Büyük Sahra Çölü’nün kuzey ve orta kesimlerinde yaşıyorlar. 19. yüzyıla kadar
hayvancılık ve bölgelerinden geçen kervanlar üzerinden ticaret yaparak
geçimlerini sağlamışlar.
Tuareg kelime anlamı olarak
Arapçada ‘’Tanrı’nın terk ettiği’’ anlamına geliyor. Bunun zorlu çöl
koşullarından ötürü alınan bir isim olduğunu düşünmüşümdür ben. Onlar
kendilerine has, yalnız ve uzaklar. Yani onlar ‘öteki’ler’, bizim gibi veya
bizden olmayanlar. Geniş bir alanda yaşamlarını sürdürüyorlar. Aslen Berberi
kabilelerine bağlı göçmen topluluklar ki Nomad adı altında pek çok araştırma
bulabilmek mümkün. Tifinagh adında bir el yazısı ile yazıyor ve Hami-Sami dil
ailesine mensup bir Berber dili olan Tamaşek dilini kullanıyorlar. Genellikle
çölde, step ve savanlarda yaşıyorlar. (Devamını Blogger Dergisinin 2. sayısı için yazdım, detayları paylaşacağım)
Bu kadar ansiklopedik bilgiden sonra gelelim anlatmak istediğim asıl mevzuya. Okul ve sonrasında Tuareg kültürü ilgimi çekmeye devam etti. Cezayir'e geleceğim belli olmaya yakın, hayaller kurmaya başlamıştım. Bundan sonraki hayatımda onların bulunduğu bu kurak coğrafyada sanki İndiana Jones misali maceradan maceraya koşacak, etrafta her gün kervanlar görecek, Tuareglerden efsaneler dinleyeceğim sanıyordum. Nasıl kuvvetli bir hayal gücüm olduğunu gerçeğiyle neden hala yüzleşemedim bilemiyorum. Tabi gerçek hayatla burun buruna gelince işin hiç de hayal ettiğim gibi olmadığını acı da olsa tecrübe ettim.
Buradaki 8'i geçkin yılda toplamda sadece 5 tane tuareg görmüş olabilirim, saymadım. İlk gördüğüm Boumerdes şehri sahil kenarındaki birkaç tanesiydi. O kocaman gövdeleriyle kumda çay içiyorlardı. Şu hemen alttaki fotoğraftaki gibi olduklarını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz! O kadar heybetli, kasvetli ve korkunçtular ki, birkaç dakikalık sevinçten sonra yanlarına gitme kararımdan vazgeçmeden hemen önce titrediğimi hatırlıyorum. O bakışlarını asla unutamam.
Fotoğraflar: Mario Gerth, Pinterest
Gördüklerim televizyon ve dergilerde gördüğümüz gibi böyle maşallah temiz pak, pürüzsüz tene sahip, süslü, yakışıklı, güzel vücutlu falan değiller.
Daha çok şöyle gibiler diyebilirim; sert mizaçlı, bıkkın, kokulu, güneşten buruşmuş tenleri, çok da temiz olmayan kıyafetleri ve ayaklarında parmak arası terlikleriyle, boğuk ses tonlu ve uzak insanlar. Biraz seri katil, biraz kötü polis, bir parça da sosyopat gibiler.
Fotoğraflar: Marc Reixach, Pinterest, Overcross.com, Flickr
Bazılarının yüzleri zaten hiç görünmüyor. Gözlerini görür de bakacak cesareti bulursanız, ya kan çanağı, ya da umutsuz derbeder bir ifadeyle çamur gibi kaplanmış iki yuvarlakla karşılaşırsınız. Genele vurmak istemesem de gördüklerim abartısız, tamamiyle böyleydi.
Zorlu yaşam koşulları, uzaklık, yalnızlık, fakirlik, sanırım bu hallerinin en büyük nedeni.
Fotoğraflar: Pinterest
Bu fotoğraflardaki gibi yüzünde normal bir bakış veya hoş bir gülümseyiş olanına da hiç denk gelmedim. (Umarım bir gün gelirim) Konuşmaktan hoşlanmıyorlar. Yanlarına yanaşma çabamızı sanırım saçma buluyorlar. Bir nevi sanatçı-hayran ilişkisi gibi diyebilirim. Zaten yanaşsam da konuşamayacağımı daha ilk dakikada kavradım çünkü ne onlar Fransızca biliyorlar ne de ben Berberice.
Fotoğraflar: Over blog , Flickr (illizi by flickr)
Elbette ben hala hayal kurmaya devam ediyorum, inatla. Belki bir çöl gezintisinde, belki sadece bir festivalde yeniden karşılaşabiliriz. Ama tabi işin içine gösteri dünyası girince gerçekler değişiyor.
İlk paylaştığım fotoğrafı bizzat çektim. Tizi Ouzou şehrinde bir festivale gitmiştik, 2011 Nisan ayıydı sanırım. Kulağında kulaklıklar vardı, minik bir cihazdan müzik dinliyordu, cana yakın değildi. Yaptığı çaydan içtik ama bulunduğu çadır koktuğu için çok uzun kalamadık. Zaten bizi istemediği her halinden belliydi. Orada neden bulunduğuna dair de bir fikri yok gibiydi. Oysa Cezayir'e gelirken ben, bir Tuareg görsem hemen boynuna sarılacak bir çocuk kadar çok heyecanlıydım.
8 senede sadece bir kez deve gördüm. Tuareglerin sayısı da 5 i geçmez, saymadım. Hala, hayatın tüm gerçekliğine rağmen olur da bir gün bir tanesiyle tanışır, oturur çay içer iki kelam ederiz diye hayal kuruyorum.