25 Mart 2008 Salı

Maske

Bazen ne olduğumuzu, nasıl yaşadığımızı anlamadan geçiyor zaman..Bir de bakıyoruz ki olmayı istediğimiz yerde; hem de her şeyin tam ortasında bir başımıza kalıvermişiz..Nasıl olduğunu bilmek o kadar kolay ki aslında.. Ama hiçbirimiz kolay yolu seçmeyiz. İnsanoğlunun doğası bunu gerektiriyor sanırım..Başlangıçtan sona kadar kolayca olup biten ne var ki?
Zamanla kavradığımızı sandığımız o engin hayat derslerinin, uygulamaya konmadıktan sonra.. Yıllarca raflarda saklanan ve müthiş önemli tarih belgelerinden ne farkı kalıyor..Peki onları uzanamayacağımız kadar uzağa kim koymuş olabilir? Ya da onları bu denli erişilmez kılan nedir? Gözle görünen kısmının çekiciliği mi yoksa içeriğinin anlamı mı.. Öyle ya biz aslında her şeyi yargılamacı bir zihne sahip insanlar olup çıkıyoruz günden güne..İlk izlenimlerle kararlarımızı yönlendiriyoruz.. Sonra sonbahar yaprakları gibi bir o yana bir bu yana savrulup duruyoruz.. "Arada kalmış benlikler kulübüne hoş geldiniz!"
Pencerenin ardında ne var.. Bir kent.. Kentin içinde gizli kalan ne var.. Milyonlarca hayat.. Pencereden bakmayı denediğimizde öylesine; yüzeysel geçip gideriz tüm o hayatları. gördüğümüz sadece beton binalardır veya anlamlandırmaya gayret gösterdiğimiz kent ışıkları.. Keşke daha derine bakabilme yetisine sahip olabilseydik! Ama günümüzde çoğunlukla sahip olamadıklarımız üzerine konuşmayı tercih ediyoruz sanırım. Öyle ki yaşamdan elimize kalan ne varsa unutuyoruz.geçmişimizle yüzleşemiyoruz. Günlük telaşlarda sürüklenirken kendimizi unutuveriyoruz. Asıl yapmamız, yaşamamız gerekeni en sona saklıyoruz yıllar geçtikten sonra tekrar yaşamak üzere. Bu da bizi solgun kişiliklere dönüştürüveriyor.
Bazen hayattan ve yaşadıklarımızdan kaçmaya çalışıyoruz. belki de bunu zamanla bir savunma mekanizması haline getirdiğimizden giderek daha da alışıyoruz aslında normalde hiç de hoşnut olmadığımız şeylere.. Alışkanlıklar da zamanla elden bırakılamayacak kadar güçlü bir yapışkana dönüşüyor. Ve aslında olmak istemediğimiz kimliklere bürünüp istemediğimiz hayatlar yaşıyoruz. Kendimizi kandırıyoruz: bile bile yanlışlık; bile bile yalnızlık. Her şeyi aslında bilerek yapıyoruz. Sadece sığındığımız limanlarımız var. Onlardan biri de aslında öyle olmadığımız. Yani kendimizi kabullenemeyişimiz. Eleştiriye açık insanlar olamayışımız. kaç defa insan kendine yenilebilir acaba hayatta...Acaba insan kaç defa düşüp de kalkabilir, ardına bakmaksızın asla..Hayat bir oyunsa eğer, biz oyuncularsak hiç bir oyunda bu kadar yenilmemiştik biz ..Hiç bir oyun bu kadar acıtmamıştı canımızı..Ama hiçbir oyunu da bu kadar çok severek oynamamıştık..Milyarlarca yüz var bu hayatta.. Ve milyarlarca kişiye uygun milyon tane maske; herkesin payına düşen onlarcası.. Her şeyi yapmacık yaşıyoruz..Ve o her şeyi yapmacıklaştırmak için elimizden geleni yapıyoruz..Çünkü insanız, o doymak bilmeyen varlık.. Belki de en büyük zaafımız bu, gerçekliğimiz.
İnsanoğlu ne zamandan beri bu kadar kör ve bu kadar savunmasız kendine karşı...İnsanoğlu ne zamandır bu kadar zalim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız ve paylaşımınız için teşekkürler. Mutlu kalın:)