Bu yazıyı kamptaki odamdan ve iki tane ayrı yataktan birleştirilmiş ortası boşluk kalmasın diye iki tane battaniyeyle özenle sıkıştırılmış, yumuşak, enlemesine geniş bir yer kaplayan yatağımın üzerinden yazıyorum. Dışarıda alabildiğine rüzgar var. Öyle ki içinde bulunduğum küçük odam her esişinde rüzgarın, kapının önündeki çöp tenekesi gibi sallanıyor. Ama bugün içim de değişik bir his var huzur gibi. Hava açık olduğundan mı, rüzgarın sesini dinlemeyi sevdiğimden mi yoksa etrafımda bir sürü gazetenin olmasından duyduğum mutluluktan mı bilemiyorum. Gazeteleri kokluyorum. Çoklukları sanki küçük bir çocuğun oyuncaklarının sayısının fazla olmasından dolayı sevinmesi kadar sevindiriyor beni. Belimdeki ufak noktanın vıyıl vıyıl ağrımasına aldırmadan olabildiğince sessiz bir şekilde uzanıyorum. odanın içinde süt kokusu var. Az evvel midemin bana verdiği işaretle cezayir e özgü işlemeleri olan hardal rengi kaseme biraz da abartarak Fitness adında kendini yiyecek zanneden meyve kurularından ve mısır gevreğinden oluşan bir karışım koydum. Rüzgar da buna sinirlenmiş olacak ki tüm şiddetiyle esmeye devam ediyor sarsarak. O da diyordur içinden belki beni düşünerek "şimdi yemek istediğin başka yemekler var aklında öyle değil mi?"
Penceremden ve klimamın boşluklarından bir çağrı geliyor bana. Tiz bir ses.. Rüzgar şiddetlendikçe bana huuu diyen ilk başlarda ürpertici ama alıştığım rüzgarın yardımcılarının sesi. Böylelikle onu anlayabiliyoruz diye düşünüyorum. Aynı öndeki iki dişimden birinin hafif dışa dönük olmasından dolayı ada sıra füüü diye bir ses çıkartması gibi. Bu yüzden biz ona "fü" diyoruz. Ona da alıştım artık kendi halinde yaşayıp gidiyor benimle. Tam 2 saat 45 dakikadır gazetelerimi okuyorum. Arada bir iki tuvalet molasını ve etrafa yaydığım dalgın bakışlarımı saymazsam tabi. Bir sürü kelimem vardı bugün okuyacak ne güzel bir his bu tanrım. Dünya parmaklarımın ucunda ve mis gibi kokuyor. Belki de gazetenin bu kokusunu özlediğim için ve şimdi ona ulaştığım içindir mutluluğum.
Görüyorum ki ne kadar çok şey kaçırıyormuşum meğer.Jazz festivalleri, film festivalleri, sergiler, yeni çıkan cd ler, tüyap kitap fuarı, sevdiğim yazarların imza günleri, söyleşiler, vizyona giren yeni filmler, açılan yeni cafeler restorantlar...Ama sanırım en çok yıllardan beri gidemediğim Tüyap Fuarı için üzülüyorum. Ben buna üzüledurayım mısır gevreğim de hamur oldu bu arada:)
Allahtan az süt koymuştum fazla mayışmamış..Hala diri. Sucuk ekmek yemekten iyidir herhalde benim için şu an..Üzerimdeki kotun düğmesi şu an yeterince sıkıyor zaten. Ama buna da alışmaya kararlıyım. Aramızdaki bu savaşı ben kazanmalıyım. Belki bundan sonra hiç tv deki ya da yanımdaki magazin sayfalarındaki hatunlar kadar zayıf olamayacağım ama biliyorum ki çabalayacağım. Bir gün inşallah..
Bugün şu gazetelerin kitap eklerini ne kadar çok sevdiğimi bir kere daha anladım. Ve kitapların benim için ne kadar değerli olduğunu. Hani demişler ya kitap en iyi arkadaştır. Buradayken ben bu sözü yeterince tecrübe ettim. ve inanın kesinlikle doğru. Sanırım Türkiyeden gelişimde bir koli kitapla geleceğim. Sürekli aynı kıyafetleri giymeyi sevmeyen ve alışveriş merakı olan biri olarak artık farkettim ki o çok paralar verdiğim kıyafetlerim, çizmelerim, zorla giydiğim topuklu ayakkabılarım, hurç dolusu çantalarım bir anlam ifade etmiyor. Yani kitaplar kadar etmiyor. Burda onların hiç kıymeti yok. Getirdiğim elbisemi daha bir kere giyemedim; topuklu ayakkabımı, eteğimi geri götürdüm. Evde daha çok az giyilmiş ceket pantalon takımlarım sanırım artık benim içine giremeyeceğim kıyafetler listesindeler. Ve ne yazıktır ki ben onları çok seviyordum. Burda eşime çok görünen ama aslında benim için çok da tatmin edici olmayan bir dolabım var. İzmitteyse iki tane gardolabım bir de yatağımın altı var:) Şimdi gittiğimde hepsini elden geçirmem gerekiyor. Bunu yapmalıyım. Bu şehirde sadece biri kirliyken diğerini giyebileceğin iki pantalonun, gömlek, bluz hırkan bir tane botun bir tane ayakkabın bir tane terliğin iki çift pijaman, atkıların çok olmalı ve şapkaların; sırt çantan ve fotoğraf makinan tabi bir de iyi bir internet bağlantın ve laptobun olması yeter de artar bile. Ama hepsinden en önemlisi kitapların. Daha doğrusu kütüphanen olmalı içinde saatler geçirebileceğin.
Şeftali rengi bir hırkam var en sevdiğim. Yanımda duruyor yumuşacık. Türkiye tatillerimizden birinde almıştım. Yatağımın örtüsüyle, saçımın rengiyle, el havlumuzla ve allığımla uyumlu. Dün tatil günümüzdü. Evdeydik. Biraz yemek biraz tv ve bolca uyku doluydu benim için. Akşam Asi 'yi izledik. Baydı artık biraz beni. Bir de Beyaz Şovu izledik onda eğlendim. Neyse asıl söylemek istediğim şu Bugün de gazetede son zamanlarda çokça sinir olduğum o malum bayanı gördüm. Ayşe Özyılmazel. Çok fazla şey bilmesem de hakkında nedense önyargıyla yaklaşıyorum ona. Bunun da bilincindeyim. Belki de özünde iyi biridir. Ama şimdi Beyazın Şovuna çıktığı zaman geldi de aklıma resmen Beyaz' a yazıldı yani. Eşimle ohaa diyerek izledik..Bana bu bayan başka bazı bayanları çağrıştırıyor. Mesela şu evlenme programını sunan İzdivaç mı ne hani oradaki bayanı adını bilmiyorum, Ece Erken'i, Hadise'yi, Esra Ceyhan'ı, bence aynı türden olan birkaç magazin sunucusunu adlarını yine bilmediğim ve tabi bir dolusunu. Böyle içimde bir öğürtü hissediyorum onları izleyince. Hele o izdivaçtaki bayanın oynaması yok mu beni deli ediyor. Böyle şeyler normalde pek söylemem de yazmam da; normal de de insanlara karşı önyargılı değilimdir, yaşıma göre edindiğim en önemli şeyin bu olduğunu düşünüyorum bir de insanları sevmek. Fark gözetmeden tabi tenör sapıklar, suratında meymenet olmayan Hüseyin Üzmez gibiler, insanların duygularını sömürenler, kadını aşağılayanlar ve varlıklarını kabullenemeyenler, İt gözüyle bakılan sokak serserileri, tacizciler ve hak yiyenler hariç. Bunları sevmiyorum işte. Ben insan gibi insanları seviyorum. İnsan olabilmeyi seviyorum. İnsanlık kavramını seviyorum. Böyle boyanıp, pahalı elbiseler giyip, kokoş ama boş beyinlilerden nefret ediyorum. Zaten diğerleri kendilerini belli ediyorlar bence. Beni de süsleseler o elbiseler takılarla, bana da makyaj yapsalar tonla, photoshop ve estetik olsa benim de bir yerlerimde o zaman taş çıkartırım ben onlara hem de aklımla zekamla bilgilerimle ve deneyimlerimle. Gülüyorum böyle gördükçe inanın kendi kendime. Hayatta nelerin önemli olup nelerin olmadığını kavramamız gerek artık. Hani klişe bir laf vardır ya kimileri için içimize yolculuk yapmalıyız falan. Bunun klişe olduğunu düşünenler utansınlar artık bence. Gerçek güzellik nerde bir bakın bakalım. O boyalı yüzleriniz, pahalı elbiseleriniz, milyonlarınız ne olacak bir gün. Yaşlanacaksınız böyle olmayacak ozaman bedeniniz ne kadar değiştirseniz de, elbiseleriniz sizi ele verecek bir kere,kullanacak maske kalmayacak dolabınızda, başka şeyleri arar olacaksınız hayatınızda, paranız ise isterseniz kefeninize cep yaptırın harcarsınız ötede. Bende de başroldeki kadınlar karnabahar kızartmıyor ama ben karnabahar kızartan ve hayatımın başrolündeki kadınım..Kendimi sevmeyi ve onunla yaşamayı yeri geldiğinde de başa çıkmayı öğreniyorum. Tavsiye ederim. Bu hayatta şu an belki en önemli şey ingilizce bilmek, bilgisayar kullanmayı bilmek, presentabl olmayı bilmek, iki süslü kelime bilmek, araba kullanmayı bilmek, gece kulüplerinin yerlerini bilmek, kendini bişey zannetmeyi bilmek, bir dil haricinde başka dil bilmek, patronunun saçmalıklarına susmayı bilmek, evin varken bir yenisini almayı bilmek, almayı ve devamlı almayı bilmek belki ama ben kendimi bilmeyi yeğlerim..Duyurulur!